GÜNDEM

14 Temmuz-16 Temmuz

14 Temmuz-16 Temmuz
Ekranlardan insanlara seslenen bir peygamber olmadı. Söz onların omuzlarındaydı ve sözün ağırlığı altında terliyorlardı. Söz bir emanetti ve taşımak kolay da değildi. Söz gözle görünen tanrıları rahatsız ediyordu ve gözle görünen tanrıların sofralarında sonsuza dek besleneceklerini umanlar bu rahatsızlığın farkında olduklarından sözü duymak, sözün ağırlığı altına girmek ve sözün bedelini ödemek istemiyorlardı. İnsanın biriktirebileceğinin ancak sahip olamayacağının künhüne varanlar sözü bir emanet olarak kuşandılar.

Hidayet, bir kalbe hak ile batıl’ı ayırt edebilme yetisinin verilmesidir. Hidayet, peygamberlere emanet edilen sözün kalbe işlenmesidir. Feraset, olup bitene sözün gereğince bakıp olması gerekenle ilgili takınılacak en uygun tavrın sezilmesidir. Dirayet, kim ne derse desin her durumda emanet edilen söze bağlılığın gereğinin yerine getirilmesidir.

Yeryüzünde sözü kuşanarak gezdiklerinde kendilerinden öncekilerin akıbetlerini ürpererek görenler kendi akıbetlerinin de nasıl olacağının farkındadırlar. Günü kurtarmanın derdindekiler günü kurtarırken dünü unuturlar ve sözü yarına taşıyabilme kararlılığından da vazgeçerler. Günü kurtarmanın hevesiyle görünen tanrıların yanlarında saf tutup sofralarında yer bulanların akıbeti hüsran olacaktır.

Aynı metanefroz tip böbreklerle boşaltım yaptığı halde kendini seçilmiş addedip hükümranlığı için yeryüzünü fesada vermekten çekinmeyen bir kavmin görünür ya da görünmeyen organizasyonlarının tuzaklarının farkında olmayanların tüm hamleleri aynı satranç tahtasında boşa çıkacaktır. Devrilen piyonun beyaz ya da siyah oluşuna tavır almak tüm taşların aynı kutuda toplandığı gerçeğini değiştirmeyecektir.

Soluk alıp vermenin fizyolojisinin bilgisini edinmişlik “bu dünya hayatı bir sınanmadan ibarettir” sözünün laboratuarı olamaz. Sekülerlik iliklerine de işlese, ayet ve hadisleri kapitalizme entegre olmuş bir yaşamın kutsanması için yedeğine de alsa kadın ve erkek için “en küçük bir işin hesabını verecektir” hükmünün algılanabilir evrende test edilmesi mümkün olmayacaktır. Söz, bir kez emanet edilmiştir ve çağın görünen tanrılarının aksine alemlerin rabbi insana ekranlardan seslenmeyecektir. İşitmek de itaat de nasiptir, bilenler bilir.

Birilerinin emanet olunan sözün bir kısmına sahip çıkışları yeryüzüne dair kazanımlarını korurken aradıkları motivasyonu burada bulmalarındandır. Sözün tamamının kazanımlarının en hafifiyle kerihliğini işaret ettiğinin de farkında olmadıklarını da söyleyemeyiz. Kimsenin elinde dünyanın bir ucunda da olsa bir masumun kanını dökülmesine ortak olanların dünyanın bir diğer ucunda da bir başka masumun kanının dökülmesine ortak olmayacaklarına dair bir teminat da yoktur. Merhamet bir coğrafyanın tekelinde değildir.

Ahlak zor zamanda ortaya çıkar. Kendi için istediklerini başkaları için istemeyenlerin ve kendi için istemediklerini başkaları için istemekten çekinmeyenlerin alınlarının beş vakit secdelerde oluşunu gözeterek ellerinden ve dillerinden emin olma tavrı takınmak bile isteye bir yanılgıdır. Herkes kendi tanrısına tapar ve herkes kendi yanılgısı ile avunur. Belki de yanılgıların en acısı "dönüş allah’adır” diye diye atama, terfi, ihale tanrılarının peşinde dönmektir.

Olup biteni konuşmak haber spikerlerinin işidir, ahlak olması gerekeni ortaya koymaktır. Erbakan, 12 mart’a, 12 eylül’e, 28 şubat’a ya da 27 nisan’a saplanıp kalmamıştır; olması gereken için ter akıtmıştır: “bu coğrafya ahlakı öncelemeden düzlüğe çıkmaz. Komünizm zaten çökmüştür kapitalizm de bir başka felakettir, çare adil düzendir. Batı düşüncesi karşısında el pençe divana durarak bu millete öncülük yapılmaz. Mevcut dünya düzeninin insanlığa barış ve huzur getirmesi mümkün değildir. Türkiye’nin yeri israil’in yanı olamaz. Bu coğrafyanın insanı siyonizm’in tuzaklarına düşmemelidir. Güncel yanılgıların ardından giderseniz netice hüsran olur..”

27 mayıs, çoğunluğun 26 mayıs’daki duruşunu, 12 mart çoğunluğun 11 mart’taki duruşunu, 12 eylül çoğunluğun 11 eylül’deki duruşunu, 28 şubat çoğunluğun 27 şubattaki duruşunu ve 27 nisan çoğunluğun 26 nisan’daki duruşunu değiştirmemiştir. Şimdi yine durum aynıdır. Abd, ab ve israil ile bağımlı startejik ortaklık ilişkisini zorunluluk görenler bu düşüncelerinden vazgeçmiş değillerdir. Abd, ab ve israil ile bağımlı stratejik ortaklık ilişkisinin varlığını inkar ederek saf tutanlar da bu inkarlarından vazgeçip yeniden bir saf tutmanın derdinde değillerdir. Elbete biz de abd, ab ve israil ile bağımlı stratejik ortaklığı zorunluluk görenlere rağmen yeni bir dünya için gayret etmekten vazgeçecek değiliz.

Tüm ifsadı abd, ab ve israil’e bağlamamız ya da her taşın altındaki siyonizm’i işaret edişimiz bizim sözün gereği üzere olduğumuzu da göstermeyecektir. Durumdan vazife çıkaranlar er ya da geç kendi vazifelerinin neresinde durduklarının da muhasebesini yaparlarsa vazife ile avuntu arasındaki farkın kalınlığını görecekleridir. Herkes kalbindekinin peşinden gider.

*Olaydan sekiz gün sonra kaleme alınmış ve paylaşılmıştı ama yine de sıcağı sıcağına anlaşılmamış olabilir.

YAZAR HAKKINDA
mb.
mb.
Okuma yazma öğrendiği günden beri okuyor, zaman zaman da yazıyor. biyoloji bölümü mezunu ama çiçeğin böceğin hakkının gözetilmesi için biyoloji bilmenin değil merhamet sahibi olmanın gerektiğine inanıyor. "allah'ını seven defanstan ayrılmasın" ve "dünya bir deplasman biz de yetimler gibiyiz" adlı iki kitabı var.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN