KÜLTÜR SANAT

21. Yüzyıl Ekran Masallarının Ustası: Hayao Miyazaki

21. Yüzyıl Ekran Masallarının Ustası: Hayao Miyazaki
Çoğu zaman hatırlamıyor olsak da Dünya dönüyor! Şöyle ya da böyle, Güneş her gün doğuyor ve bir kayısı kıvamına gelip batıyor. Gün ışığı, başını henüz toprağın altından çıkaran filizlere göz kırpıyor. Çita yavruları, fesleğen fideleri, uzaydaki kara delikler, Eritre’deki Yosefler, Amerika’daki Josephlar, Ortadoğu’daki Yusuflar hepsi ama hepsi büyüyor. Dünya’nın kimi beldelerinden gelen şiddet haberleri yüreğimizi dağlıyor. Kimi zaman da dünyanın neredeyse öbür ucundan gelen bir iyilik nişanesi bizleri sımsıcak sarıp sarmalıyor. Ama kimseler bilmiyor ki bu yaramaz gezegenin hamurunu aslında sanatçılar yoğuruyor. Kalem-kâğıt ile kamera ile, envai çeşit icraatları ile değişim düğmesine onlar basıyor. Asıl kahramanlar onlar. 

Bu defa, kendi içindeki ve bizlerin içindeki çocukla konuşmasını çok iyi bilen bir yönetmenle tanışacağız. Şimdi, sizleri bir zaman makinesine bindiriyoruz ve neredeyse yarım yüzyıl önceye gidiyoruz. Çok da uzak olmayan bir Asya ülkesinde, Japonya’dayız. 

İkinci Dünya Savaşı’nın kaotik ortamında, insanların zorlukla ayakta kalabildiği ve yaşam mücadelesi verdiği bu ülkede, Tokyo’da, 1941 yılının puslu Ocak’ında Miyazaki ailesinin ortanca çocukları olan Hayao doğar. Zeki ve entelektüel bir hanım olan annesi henüz Hayao çok küçük yaşlardayken verem hastalığına yakalanır ve 8 yıl boyunca bu hastalığın pençesinde ölümle boğuşur. Film eleştirmenleri bunun yönetmenin yaşamını fazlasıyla etkilenmiş olma ihtimalini filmleri boyunca arayıp dursa da anne Bayan Miyazaki bunu çocuklarına yansıtmamayı çok iyi başarmış bir kadındır ve tam aksine bunun yönetmen Hayao’nun hayatına olumlu bir etkisi olur. Hayao’nun gençliği uçak üretimi ve satışı yapan bir aile şirketi olan “Miyazaki Airplane” de geçer. Savaşın çocuğu olan yönetmen, uçaklara dair birçok kötü anıya sahip olsa da uçaklar onu henüz çok küçük yaşlardayken inanılmaz büyülemiştir ve bundan olsa gerek uçmak ve uçuş aletleri temaları çoğu başyapıtının köşe taşıdır. 

O zamanlar Japonya yeni yeni kalkınmaya başlamıştır ve sanat adına yapılan işler parmakla sayılabilecek kadar azdır. Miyazaki’nin animasyonla tanışması lise 3.sınıfa isabet eder. Toyotama Lisesi okul yönetimi “Hakujaden” isimli ilk uzun metrajlı animasyon filmini öğrencilerine izletir ve ileride bir dünya devi olacak yönetmenin kalbine işte o gün bir yönetmen hatta bir anime çizeri olma sevdası düşer. Ufak tefek kendince atılımlar yapmaya, emsalsiz hayal gücünün yansımalarını kâğıda dökmeye başlar. Ama ona asıl şanını getirecek işleri yapması için henüz yolun çok başındadır.

Takvimler 1969’u gösterdiğinde, Gakushuin Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okumaya başlar. Bu esnada da çizim atölyelerine dahil olur, çizerlerden oluşan bir çevre edinir. Üniversite tahsilini sonlandırdıktan sonra Asya’nın en büyük animasyon şirketi olan Toei Animasyon’a gelir ve burada yapımcı Isao Takahata ile tanışır. Miyazaki, Bay Paku lakaplı bu yapımcının çırağı olur. Burada yoğun ve profesyonel bir eğitim alır, çok çalışarak yeteneklerini sivriltir. 15 yıl boyunca Miyazaki çizer, Takahata ise yönetir. Türkiye’de de çok izlenmiş ve bilinen bir çizgi-dizi olan “Alplerin Kızı Heidi”yi beraber çekerler. Anne of Green Gables filmini çekerken Miyazaki ayrılmaya karar verir ve edindiği tecrübelerle kendi şirketini Studio Ghibli’yi kurar. O sıralarda Miyazaki, hayatı boyunca bir daha ayrılmayacağı yoldaşlarından biri olan yapımcı Toshio Suzuki ile tanışır. Genç Suzuki, bir yayınevi çalışanıdır ve kendisinden üç hafta içerisinde bir animasyon dergisi yayımlaması istenir. Animasyona dair en ufak bir bilgisi olmayan bu genç adam yana yakıla bu sorununa çareler arar ve hayat rüzgârı Suzuki’yi o sıralar “Future Conan Boy” adlı filmi üzerine çalışan Miyazaki’ye getirir. Japonca’da çizgi roman serisi olarak adlandırılan Rüzgârlı Vadi mangasını yapıp teslim ederler. Ancak Miyazaki’nin aklında bu mangayı bir filme dönüştürme fikri vardır. Bunun için eski üstadı olan Takahata’dan yardım ister ve onu da Studio Ghibli kadrosuna dahil etmiş olur. Bundan sonra artık Suzuki, Miyazaki ve Takahata ‘nın yapımcılığını üstlenir. İki yönetmen dostça rekabet etmeye başlarlar. Hatta şirketin bir gelenek haline gelen aynı anda iki yönetmenin filmini birden çıkarma alışkanlığı her ikisi içinde bir motivasyon kaynağı olur ancak elbette ki bu işten bıkan Takahata’nın yanında Miyazaki’nin yeri çok başkadır. Rüzgârlı Vadi filmi dünya çapında beklenenin çok üstünde bir rağbet görür. Kalem oynatırken hitap etme niyetinde oldukları kitle yalnızca çocuklar iken yetişkinlerinde gönüllerinde taht kurarlar ve artık seyirciler aleminin standardı Miyazaki filmleri olur. Ardından “Ateşböceklerinin Mezarı, Komşum Totoro, Küçük Cadı Kiki” filmleri piyasaya sürülür. Bu filmler sinema dünyası için bir dönüm noktası olur. Zira artık Walt Disney’in pabucu dama atılmış ve Miyazaki amca yoğun duygulu karakterleriyle hayal gücü aleminin kapılarını sonuna kadar açmıştır. 

Time dergisi Miyazaki’yi “dünyanın en etkili 250 insanı” listesine dahil eder. 1997 senesinde hazırladığı Prenses Mononoke filminden sonra Miyazaki emekliye ayrılmaya karar verir. Ama dünyayı eserleriyle güzelleştirmek için uğraşan her sanatkâr gibi ünlü yönetmen bu ayrılığa dayanamaz ve 1998 senesinde tekrar stüdyosuna dönerek masasının başına geçer. 

Filmlerini izlerken bir masal kitabının içine düştüğünüzü zannedersiniz. Elbette ki biz yoğun kimselerin oturup animasyon filmler izleyecek vakti yoktur. Ama arayanlar için bu usta gözlerin ve kalemin sahibi; savaşa, yer yer politikaya, tüm insanlığın evrensel sorunlarına dikkat çekmeye çalışır ve bunlar üzerinde eğlenirken ve mest olurken kafa yormamızı sağlar. İçimizdeki çocukla konuşmasını çok iyi bilir. Miyazaki filmleri, adeta çocukluğunuzda kaybettiğiniz değerli bir eşyanın yerini size söylüyordur veyahut tadı hala damağınızda kalmış ama sonunu bir türlü hatırlayamadığınız o hikâyede ne olduğunu kulağınıza fısıldıyordur. İnsanların yüreklerinde bir tele dokunmak, ondan notalar üretip ahenkli nağmeler duyurmak zor ve titiz bir iştir. Azami derecede özen ve itina gerektirir. İşte usta yönetmen bu iş için biçilmiş kaftandır. En ufak bir karedeki bakışa, basit bir kol hareketine bile çok dikkat eder. Elinin altındaki onca çalışanına rağmen kareleri oturup kendi çizdiği çok alışılagelmiş bir durumdur Studio Ghibli’de.  Kiki’s Delivery Service filminin ana karakteri Kiki’nin elbisesinin hareketleri kusursuz yansıtması için birkaç saat boyunca şehirdeki kadınların elbiselerini ve eteklerini izlediği dolaşan dedikodular arasındadır. Gençlerin, çocukların ve yetişkinlerin geleceğe umutla bakmasını istediği için filmlerinde hep iyilik/iyimserlik temalarına vurgu yapar. Vahşetten ve şiddetten nefret eder. Hatta bir röportajında şiddetin kucağına düşmüş bir ülke olduğunu düşündüğü Amerika için “…ama ben Amerikan kültüründen hoşlanmıyorum ve bizi her yandan kuşatmış Amerikan tipi yaşam stilinden haz etmiyorum. Rekabeti kutsayan, tüketimi tanrılaştıran bu vahşi düzen, bu medeniyet eninde sonunda bir gün sona erecektir” ifadelerini kullanır. Enteresan bir şekilde Miyazaki, elinde bir senaryo olmadan işe başlar. Karakterlerin kendi yolunda yürüdüklerini ve bir filme başlarken sonunun nasıl olacağını asla bilmediğini söyler. Studio Ghibli’yi diğer şirketlerden ayıran en büyük özelliği üstad Miyazaki’nin filmlerinin en fazla %10’luk kısmının bilgisayar tarafından üretilmesidir. Yani anlayacağınız bu 21.yüzyıl ekran masalları hep el emeği göz nuru çalışmalardır. Miyazaki teknolojiden olabildiğince uzak kalmaya çalışır. Atom bombaları dolayısı ile bağrı yanık ülkesinin nükleer santrallere bu denli hevesli olmasını asla idrak edemediğini söyler durur.

Filmlerinde karakterleri bir an otururlar, duraklarlar, fazla fazla iç çekip uzunca bir süre göğü seyredebilirler. Bunlar hep Miyazaki amcamız bize duyguyu elinden geldiğince aktarmak için uğraşıyor olmasındandır. Çokça karmaşık sahneler içeren bir filmin fazla yorucu ve kalabalık olduğunu düşündüğünden filmlerinde Japonca’da ‘ma’(boşluk) adlı bu sahnelere bilhassa yer verir ve der ki “Filmleri çeken insanlar sessizlikten korkuyorlar çünkü izleyicinin sıkılmasından endişe ediyorlar. Oysa esas önemli olan duygulardır ve bundan asla vazgeçmeyin”.

Studio Ghibli’den çıkan bir filmin yapımının gerçekleşmesi için en az 400 kişi çalışıyor. Artık bir insan ruhu mühendisi olan yönetmen mesai saatlerinde rahatlatıcı egzersizler yaptırıyor çalışanlarına ve hepsine arkadaşça muamele ediyor. 

Ödül kazanmak, şan şöhret sahibi olmak Miyazaki’nin çok da önemsediği şeyler değil. Hatta ödül almış filmlerden bazılarının törenlerinde sunucunun elinde ödülü ile kalakaldığı yani Miyazaki’nin bu törenlere katılmadığı da yine alışılmış şeylerden.

Eğer izleyecek olursanız Oscar ödüllü “Spirited Away (Ruhların Kaçışı)’’ filminden başlamanızı öneriyor ve fazlasıyla beğeneceğinizi iddia ediyoruz. 

Bu ekran masallarıyla ağzınızın çokça tatlanması dileğiyle. Hoşça kalın.

YAZAR HAKKINDA
Şevval Andiç
Şevval Andiç
Genç İstikbal Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN