FİKRİYAT

Bağdatlı Ruhi'nin Nasihati

Bağdatlı Ruhi'nin Nasihati
Hikmetini anlamak için “Allah Teâla insanı neden yaratmıştır?” diye sorduğumuzda Kur’an-ı Kerîm’de cevap niteliğinde şu ayeti görüyoruz: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyat/ 56). Kulluğun nasıl yapılacağı ise hem Kur’an’da hem sünnet literatüründe açık bir şekilde ifade edilmektedir. Tevhîd inancı, mezkur iki kaynağın salık verdiği en temel akaid unsurudur. Tevhidin en temel gayesi ise masivayı yani Allah’ın zatı dışındaki her şeyi zihinde ve kalpte ikinci, üçüncü sıraya yerleştirmeyi insana öğretmektir. Bu öncelikler listesinde nefsî isteklerden ötürü bir değişim meydana geldiğinde kullar, Allah’ı memnun edecekleri yerde dünyevî olana iştahla meylederek sapkınlık emareleri gösterebilirler.

Bu minvalde yol alanlar dünya metaını biriktirmekten haz duyarak ahirete yönelik yatırım yapmayı unuturlar. Zihinlerinde İslam’ın ahkamı bozulmamış olarak dursa da kalbî bir nisyan söz konusudur. Çoğu zaman amel-i sâlih işleyerek emr-i bi’l-m’rûfta bulunmaya gönülden yönelemezler. Bağdatlı Rûhi bu durumdaki insanlara şöyle seslenmektedir:

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler

"Yevme lâ yenfa'u"da kalb-i selîm isterler

Efendi! Efendi! Bil ki şu biriktirdiğin altınlar, gümüşler, yatlar, katlar, arsalar, dolarlar sana gerçek anlamda fayda vermez. İnandığın o ceza günü, hesap günü var ya; işte o gün bu dünyalıklar işine yaramayacaktır. Velev ki kilolarca altının var ve cesedinle beraber gömülmesini vasiyet ettin. Ama ne fayda! Orada tek bir geçer akçe vardır ki o da selim bir kalptir efendi! Selim bir kalp nedir? Maddî ve mânevî kusûru, noksanı olmayan, sağlam ve doğru bir kalp... Demek ki mal ve evlat çokluğunun insanı tehliklerden uzaklaştırmayacağı gün için selîm bir kalbin hazırlıklarını yapmak icap ediyor. Konuyla ilgili olarak Rûhi’nin yazdığı bu mısralara kaynaklık ettiğini düşündüğüm Şuara sûresinde yer alan İbrahim’in (as) duası ise şöyledir: İnsanların diriltileceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!” (Şuara/ 87-89) 

Berzâh-ı havf ü recâdan geçegör nâ-kâm ol

Dem-i âhirde ne ümmîd ü ne bîm isterler

Dünyevî meselelerin kalbine saldığı korku ve umudun daracık sokaklarında, kendinden geçmiş vaziyette perişan olma. Seni korkutan ve ümide götüren şeylere bigâne kalmayı öğren. Onları bir kenara bırak ve yaratıcını tanı. Onu tanıdıkça korkuyu, kaygılanmayı gerektiren daha mühim şeyler olduğunu farkedeceksin. Fani dünyanın ruhlarda meydana getirdiği ve Allah’ın rızasına tealluk etmeyen sevinç ve kederler, insanın son demlerinde kurtuluş vesilesi olamaz. Şairlerin, yazarların dillerine dolanan tatlı yahut hüzünlü vakitler dünyanın içerisinde vuku bulur ve kaybolur. Her türlü sonradan olma belirtilerinden beri olan Allah’ın zatı dışında her şey fanidir.

Unudup bildiğini 'ârif isen nâdân ol

Bezm-i vahdetde ne 'ilm ü ne 'alîm isterler

Bu iki mısranın zihnimizde uyandırdığı ilk anlam ilmin hiçbir değerinin olmadığıdır. Sanki hiçbir değeri yokmuş ve ilim tahsili faydası olmayan bir meşguliyetmiş gibi anlaşılıyor. Ancak şairin burada ironik bir mefhum husule getirmek istediğini düşünüyorum. Çünkü bu şiirin küllünü değil şu iki dizesini yazabilmek bile -en azından- bir kelime bilgisi gerektiriyor. Kullanılan kelimelerin, kültürel hayatın günümüzdeki kadar yozlaşmadığı imparatorluk günlerinde, sahih bir şekilde, doğrudan tevarüs ettiğini kabul etsek bile şiir bilgisinin tahsilsiz, mesaisiz edinilmesi muhaldir. İlim, maddi ve manevi diriliğin ve dirilişin gerçekleşmesinde kilit bir rol oynar. Onsuz insan neredeyse bir hiçtir. Çünkü yaratacımızı, nebileri ve âlemi ilimle bilebiliyoruz. O vakit şair Rûhî neden bildiklerimizi unutmamızı, bilgiyi cehaletle değiştirmemizi istiyor? Allah’ın huzurunda neden ilmin istenmeyen bir şey olduğunu söylüyor bize? Burada ilim direkt olarak dışlanmıyor aslında. Zamansal bir yorum getirecek olursak ilmin belli bir noktadan sonra yani bezm-i vahdetten sonra faydalı olmayacağı vurgulanıyor. Yoksa dediğimiz gibi salih ameller yapılış itibariyle basit görünse de arkasında mutlaka bir ilmin olması gerekiyor ki bilgi niyete, niyet de amele dönüşebilsin. Ancak en ulvî meclise vardıktan sonra amel defteri dürülmüş olduğu için orada istenen artık ilim değil; alında secdenin nuru, defterde amel-i salihtir. Dolayısıyla şair “Artık unut ilmini, burada geçer akçe kalb-i selimdir. İlim dünyada, dünyada kaldı.” diyor.

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Mücahit Yıldız
Ahmet Mücahit Yıldız
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN