KÜLTÜR SANAT

Bin Birinci Ölümün Hikayesi

Bin Birinci Ölümün Hikayesi
Şahit olduğum yangınlardan bir defa olsun kaçmadım. İçlerinden geçtim gözyaşı akıtmadan, iliklerime dek alevler işlesin, ardımdan kül olmuş desinler istedim. Varsın bir Hüseyin daha kavrulmuş olsun. Ben kadar sıradan, ben gibi silik bir hikâyenin kahramanı tüm Hüseyinler bunu dilerdi evvel zamanlarda, siz bilmezsiniz. Yeter ki bir cüz'ü benzesin ömrümün Hüseyin'e. İsminin kaderini yaşamış desinler. Hayalim gürünür bir iz bırakmaktı ardımdan peşine düşülecek ya; Rabbim istemedi. Teslim oldum. Unutulmayı, kovulmayı, kabullendim. İdrakimi tutkuyla bileyerek geçirdim elli senemi. Elli birincide pes ettim. Bir baltaya sap olamadın der her sabah Neriman. Neriman güzeldir, yirmi yaşımdan kalan her şey gibi güzel. Yaklaşan ölümüm kadar güzeldir, filizlenen dallar kadar gerçek. Neriman güneşte parlayan mavi denizdir, ben dalgalarından kaçamayan kara kaya. 

Yenilgiyi kabul ettiğim ilk gündü; dünyayla yüzleştiğim. O güne dek, tutunduğum ilkeler ve dünyasızlık hatırına yaptığım ne vardıysa nafileydi artık. Çaresizdim. Bir yokuşun tepesine oturmuş, olan bitene yabancı, sadece izledim. Attığım adımların izleri siliniyor, kalbimin atışları susturuluyordu sanki. Hatıralarımı yok ediyorlardı. Elleriyle söküyorlardı köklerinden, dişlerinin arasında gençliğim eziliyordu. Yüzleri kararıyor, cevap vermiyorlardı. Belediye başkanı emretmiş böyle olmasını. Kıyamet alameti miydi yoksa belediye reislerinin hatıraları yakması? İşte, son kalan zakkumları da söktüler. Baş harflerimizi kazıdığım akasya, küpe yapıp hediye ettiğim kiraz, pamuk elleriyle yedirdiği dut... Hayalindeki gelinliği ona benzeterek tarif ettiği can eriği. Hepsi kesildi, bir sabahın bir saatinde sevdamın tarihini talan ettiler. İçinden koşup geldiğim sokaklar, kokladığım ağaçlar, incecik bir kıvrımla göz kırpan beyaz sokak lambaları, bahçelerinde büyüdüğümüz evler. Ne vardıysa hafızaya dair yaşadığım yerde, bir bir gasp ediliyordu. Biz gelişiyorduk. Topraksızlaşarak, unutarak, aşklarımızdan vazgeçerek gelişiyorduk. Nicedir dilindeydi ahalinin, duble yollar inşa ediliyordu; çok kazanacaktık. Dedim ya, elli senem bitene dek isyan ettim olanlara, elli birincide yaktılar kalbimi. Yollar yapılıyordu ve elini ilk tuttuğum kayalıklar un ufak oluyordu, mühim değil. Mekânını yitiren hatıralarımız kalplerimizi de terk ediyordu; kavuşmak için ölümü göze aldığım Neriman, Neriman'ım. Yirmi beş senelik karım, yavaş yavaş terk ediyordu beni. Her gün, yavaş yavaş kazıyordu ve kovuluyordum aşktan; bir anda değil, her gün, azar azar. Ah, içinde Hüseyin'den ne kadar kaldı Neriman...

Dünyanın tüm sahil kasabalarında tekneleri izleyerek hayaller kuran aşıklar vardı, buna eminim. Gizlenilecek bir koru, bir kayalık ya da bir tepe seçilir. Hep aynı yerde, farklı kaderlerin kahramanları aynı cümleleri kurar denize nazır. Kaçılan bir abi muhakkak vardır, korkulan bir baba, kızını bir türlü anlamayan anne. Edilen yeminler dahi birdir, göğsünü yarıp çıkarsalar kalbini aynı cümleleri kuracaktır her biri de. Vakit kendini öldürerek eritir hafızayı, hatıralar büyüsünü, limon kokusunu yitirir sanki. Şehre iman eden, dünyaya demir çevgenlerle bağlanmış tüm kalpler yaşar aynı akıbeti. Aşk erir. Baştan sona bir yangınken, buz tutmuş sular gibi erir. Yarım asır yitirmiş adamların ağaçlarla rabıtası kalır mı sanıyorsunuz bu zamanda... Yüzünün çizgilerinde köklenen bir sevdayı okşayan kadın kalır mı sanıyorsunuz. Sevdasını dünya ile aldatmayan tek bir âdem var mıdır sanıyorsunuz. Ah, Neriman sonsuza kadar sevecekti beni. Haklıydı ama, Hüseyin gibi aylak, Hüseyin gibi evine baba olamayan, Hüseyin gibi para kazanamayan bir adamın ne işi vardı güzeller güzeli Neriman'ın yanında. Çocuklar da olmasa, bir saniye tahammül etmezdi beceriksizliğime. Dünyaya yenilmeyelim Neriman demiştim. Yenildik be can eriğim. 

Öğretmenim. Kasabanın lisesinde her gün derslere giriyor ve anlatıyorum tarihi. Geçmişle kurduğum ünsiyet hayatımın dar sınırlarından ibaret olsaydı, belki daha umarsız olurdum. Ne güzel gençlerdik biz. İstanbul'da, Beyazıt'ın Arnavut kaldırımlı sokaklarında yaşatırdık ülkümüzü. Koluna girdiysek bir dostumuzun, daha bir güçleniyorduk elbette. Bir delikanlı nasıl severse öyle seviyorduk Nerimanları. Nerimanlara yazar gibi şiirler yazıyorduk vatana. Öğrenciydik, paramız yoktu, imtihan olmuyorduk iddialarımızla. Yazları memlekete koşuyor, baba kapısına varmadan Nerimanların yollarına düşüyorduk. Ne de güzeldi o zamanlarımız. Nasıl da esmerdi ellerim. Okuduğum kitapları ağaçların altında anlatıyordum. Babasına inanan bir çocuk gibi inanıyordu soluğuma. Hep yanımda olacaktı. Bu kadar umurumda olmasaydı öğrencilerim, biraz yol yordam bilseydim, zengin velilere yanaşsaydım. Kasabanın ortasına HES yapılırken susup kenarda dursaydım, memuriyetime zarar getirmeseydim. Can eriğimi elâleme rezil etmeseydim, her şey başka olacaktı. Olmadı.

Güneş doğmuştu, perdenin kenarından sızıp okşadı nicedir sevilmemiş yüzümü. Kalbimde aynı sızı ile kalktım yatağımdan, avuç içlerime baktım. Kitapları kavrayan ellerimi kalbime götürdüm, sızı derinleşiyordu. Dehşet bir ağırlıktı göğsüme oturan, beş dakika boyu terledim. Çok geç kalmıştım derse, Neriman'ın kahvaltı masasına oturamadan çıktım evden. Can eriğim, kalbimi yokladı bugün ölüm diyemedim. Desem bana bakacak boş gözlerini görmek istemedim. Hızlandım, Nazım'dan angina pektorisi vird edinerek geçtim yolları. Gözlerim bizim korumuza takıldı. İçinde birkaç traktör, bir büyük vinç gözüküyordu. Sağa kıvrıldım, okuldan uzaklaşarak geldim gençliğimin kıyısına. İşte o anda oldu her şey. Yeni bir cafe yapılıyormuş kasabaya. Elektrikli testereler deliyordu beynimi. Bu kaçıncı ölümdü bilmem, her defasında yeniden doğup devam ediyordum. Her şey bitti, dedim yüzüme simsiyah bakan adama. 

Okul yoluna dönmedim geri. Koruyu arkamda bırakarak devam ettim. Otobana çıktım, yeni yapılan asfalta döktüm tüm mücadelemi. Üzerinden geçerek, onu ezerek yürüdüm. Göğsümde yine bir ağırlık, nefesim yemiyordu. Durdum yolun kenarında. İlk geçen taksiye bindim. Terminal, dedim sadece. Çok yenilmiştim hayat boyu. Beceriksizdim insanların tümünün gözünde. Aldırmadığım ne vardıysa boynuma dolanmış, tam şimdi kesiyordu nefesimi. Ya ölecektim, ya gidecektim bu kasabadan. Neriman'ı kurtaracaktım her gün pişmanlıkla saçlarını yolduğu evliliğinden. Çocuklarımı kurtaracaktım manasız ilkelerden. Ahali kurtulacaktı karın doyurmayan laflarımdan. Ya ölecektim, ya gidecektim. Radyoda Üç Hürel'in sesi duyuldu, bizim şarkımızdı. Bir şarkı mısraları miktarınca nefes diledim. Sevdiğim kadına, kasabama, hatıralarıma, gökyüzüne baktım son kez. Ölüyor muydum, yoksa sadece gidiyor muydun, bilmiyorum. Bir önemi yoktu bundan sonrasının. Ne de güzel şarkıydı, içime işliyordu.

Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş

Bin defa ölüp de hiç ölmemekmiş

Bin defa ölüp de ölememekmiş

YAZAR HAKKINDA
Fatma Hakkoz
Fatma Hakkoz
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN