FİKRİYAT
Bir İç Mihrakın Düşünce İmtihanı
Kızılderililerle tanışıklığım yok ama ben de yaşarken yedim “Vatan Haini” etiketini. Postallı kovboylar, bin yıllık evimizi elimizden almaya çalışıyor ve tankların palet gıcırtısına ritim tutup Arabistan’a gidin marşları çalıyorlardı. Balolar rejimin garantisi ve apoletli kovboyların hayat iksiri sayılan içkiler daima tenzilatlı idi. Derin düşüncelerin üstü kırmızı kalemlerle çiziliyor, düşünen herkes suç işliyordu. Amerika’nın keşfi gibi yeni yerleşim yerleri bulunuyor ve adına “Kamusal Alan” deniliyordu. Bu alanlarda başörtüsü takmak yasaktı. Oysa başörtüsü zaten evde takılmaz, kamusal alanda takılırdı. Yargı Şeriflerinin içi el vermiyordu hala birilerinin hicret bekleyen Arabistan’a gitmeyip, konferans salonlarını doldurmalarına. Madem kimse boşaltmıyor salonları o halde hapishaneleri dolduralım denildi. Düşünmenin bedeli, rutubetli dört duvar arasına atılmayı gerektirirdi benim çocukluk yıllarımda.
Orta Çağ insanlarıyla tanışıklığım yok ama ben de yaşarken yedim “Vatan Haini” etiketini. Tanısı konmadığı için “cadı” sayılırmış o dönemlerde şizofren hastalığı olanlar. Cadıların ülkeyi ele geçirip bütün insanları büyüleyeceklerine inanılırmış. Kendi kavimlerinin selameti ve geleceği için binlerce hastayı diri diri yakmışlardı. Her yaptığında bir hikmet olan ve hata yapacağına asla inanılmayan kiliseler de aynı dönemlerde sorgulanmaya başlanmıştı. Cadı korkusu yetişti kilisenin imdadına. Düşünen herkes cadı ilan edilecekti. Çünkü şizofrenlerle, düşünenler aynı yere işaret eder ve görünmeyen şeylerin olduğunu söylerler. Kilisenin medya tarafından gösterilmeyen yüzünü ifade eden düşünürler, olsa olsa bir cadıdır. Ya cadı olup yakılmayı göze alacaklardı ya da kilise yanlış düşünüyor denmeyecekti. Biz gidersek cadılar gelir korkusu, yüzlerce yıl sonra şizofreninin keşfiyle yerini komediye bırakmıştı, kanlı bir komediye hem de.
Milenyum çağında tanıştığım birçok insan var ama ben de yaşamaya çalışırken yedim “Vatan Haini” etiketini. Kiliseler yoktu belki ama hâkim bir güç her zaman vardı. Hâkim güçler acaba yanlış düşünüyor olabilir mi? sorusunu yöneltmek vatan haini olarak anılmaya yetiyordu. Binlerce yıldır düşünmek isteyen ve bunun bedelini ödeyen vatandaşlar artık düşünmek istemiyordu. “Düşünme, sadece itaat et” deniliyordu, çünkü artık ana haber bültenleri bizim yerimize düşünüyor ve her eleştirinin arkasında dış mihrakların olduğunu söylüyordu. Bu ülkede yaşayarak daha güzel bir dünya hayal etmek sakıncalı bir tutumdu. Belki kimse diri diri yanmıyor, canından olmuyordu düşündüğü için ama her söze vatan haini olarak karşılık almak yıllarca süren mide bulantılarına sebebiyet veriyordu. Benim gençliğimde düşüncenin bedeli mide bulantısıyla yaşamaya çalışmaktı. Şimdi kim iddia edebilir ki mide bulantısının idamdan daha kötü olmadığını?
Cennet ehliyle hiç tanışıklığım yok ama ben ölmeden önce yedim “Vatan Haini” etiketini. “Hiç düşünmez misiniz” ayetine karşılık olarak mizanda verebileceğimiz fazla bir cevap yok aslında. “Düşünemedik Ya Rab, çünkü mide bulantısıyla yaşama imtihanı zor geldi bizim iç mihraklara…”
ÖNCEKİ YAZI
TAHTADAN SEVGİ YONTMAK
SONRAKİ YAZI
KELİMELERİM CESARET EDEBİLSEYDİ
YORUMLAR
YORUM YAPIN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ