ROPÖRTAJ

Biz Buysak Ben Bizden Değilim

Biz Buysak Ben Bizden Değilim
Berrin Sönmez kimdir?

1960 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih bölümünde okudu. Öğrencilik yıllarında Maliye Bakanlığı'nda çalışıp mezuniyet sonrası Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü'nde araştırma görevlisi olarak akademiye geçiş yaptı. Halkevi üzerine yaptığı doktora tezini sağlık nedeniyle yarım bırakarak üniversiteden ayrılıp çeşitli ortaokul ve liselerde tarih öğretmenliği yaptı. Yaklaşık beş yıl sonra önce okutman sonra öğretim görevlisi olarak tekrar akademiye döndü. Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde öğretim görevlisiyken yakalandığı 28 Şubat sürecinde ve bu defa isteği dışında üniversiteden bir kere daha ayrıldı. Sözleşmesinin haksız olarak yenilenmeyişine itiraz ederek açtığı idari dava, dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağlı yargısının verdiği “rektörün takdir yetkisi” gerekçesiyle reddedildiği için emekli oldu.  Sivil toplum alanında kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunusuyla gönüllü çalışmayı sürdüren aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmaktadır. 

 


Deizm tartışmaları daha sıcakken biz de birazcık dâhil olmak istedik. Berrin Sönmez ile arkanızdan konuştuk. Berrin Sönmez daha önce Medyascope'da de değerlendirmeleri olmuştu. Bakalım konuştuklarımızın arasında kendinizi bulabilecek misiniz? İyi okumalar.


 

Gençler dinden mi uzaklaşıyor Berrin hocam? Yoksa bir arayış içerisindeler mi? Siz ne görüyorsunuz?

Toptancılıktan kaçınmak gerek. Kimi gençler için dinden uzaklaşmak söz konusu olabilir. Kimileri de kendi çevrelerinde yaşanan dindarlık biçimlerinden uzaklaşmak istiyor olabilir. Veya özü sözü bir olmayan riyakâr dindarlara bakıp ‘biz buysak ben bizden değilim’ demenin yöntemini dinden uzaklaşmakta bulmuş olabilirler. Tabi daha yalın biçimde seküler hayatın kolaylığı ve maddi zevklerin cazibesi ağır basarak manevi yükümlülüklerden kaçınanların da içlerinde var olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Ancak her halükarda bunların hepsi bir şeylerin yolunda gitmediğinin, gençleri, kimi şeylerin rahatsız ettiğinin göstergesidir. Sonuç olarak bir arayış içinde olanları, kendini başka biçimlerde ifade etme yollarını bulmaya yöneltebilir de… Bir ihtimal bu. Ancak konuşmalarına, kendilerini özgürce ifada etmelerine izin verildiği takdirde hem gençler ne düşündüklerini kendileri de daha iyi anlayabilecek hem de biz durumu kavrayabileceğiz. Önerim gençlerle atölye çalışmaları yaparak onlara özgürce düşüncelerini ifade edecekleri ortamlar sunmak. Ki bir dergi dosyası olarak okumayı çok isteyeceğim bir çalışma olur.

Genellikle gençlerin ne istediğine dair yorumlar yapılıyor. Biz farklı olarak ne istemediğinden konuşalım. 

Kimliklendirilmek rahatsız ediyor günümüz yeni neslini. Özellikle toplum hayatında her an her hallerinin birilerinin yönlendirmesiyle yaşıyor olmaktan rahatsızlar. Müslüman genç kız ya da erkek şöyle hareket eder böyle etmez gibi uyarılarla sürekli toplumdan birilerinin kendilerine işaret parmağını sallar gibi rol biçmesine tahammülleri yok. Ve bunda gençleri çok haklı görüyorum. Özellikle biz kadınlara da aynı rol dayatmalar, had bildirmeler sıkça dile getirildiği için gençlerin bu durumda ne hissettiğini tahmin edebiliyorum. İnsanı oyun hamuru gibi bir kalıba sokarak biçimlendirmeye çalışmanın insanı robotlaştırmaktan farkı yok. Bireyin özgür iradesini kullanma alanı bırakmıyor bu rol biçmeler. Oysa inancımıza göre bireyin hesabını vereceği hayatı özgürce yaşaması gerekir. Hikmet bilinmek, cemal görülmek ister deriz. Yaratılışta yaratan insanı hikmeti bilecek ve cemale vasıl olacak donanımla yaratmış. Yani fıtratımızda var olan bu cevheri işleyip tekemmül etmek bizlerin sorumluluğu, sorumluluğumuzu kişiler olarak özgür irademizle yerine getirme bilincine ulaşmalıyız. Bu bilinci çevreden birilerinin bizi yönlendirmesi, düşünüş ve davranış modelleri oluşturması durumunda gerçekten yerine getirmiş olmuyoruz. İşte bu nedenle günümüz gençlerinin eski nesillere kıyasla yüksek sesle itiraz edebilmesi çok kıymetli. Allah insanı yaratıp yeryüzüne dağılın demişken ve vahiyle, rasuller, nebilerle yol göstermiş ama gerisini kişinin özgür iradesine bırakmışken yetişkinlerin çocukları gençleri kalıba sokup biçim vermesi dine de aykırı. Elbette ki nasihatler verilecek, büyükler tecrübelerini anlatacaklar, gençlerin ellerinden tutacaklar; ama genci kişiliksiz bırakmanın, tamamen kendi istediği kalıplara sokmaya çalışmanın bir anlamı yok. Malum peygamberimize bile ayetlerle “sadece müjdeleyici ve azaptan haber verici olduğu” bildirilmişken, peygamberimize verilmeyen yetkiyi kullanmaya kalkışanların hadlerini oturup bir düşünmeleri gerekir kanaatindeyim.

Günlük hayat pratikleri ile söylemler arasında bir uçurum olduğunu düşünüyor musunuz?

Şüphesiz uçurum var. İnanç esasları ve dini pratikler arasındaki uçurum gençlerin gönlünde ve zihninde büyük bir boşluk olarak çıkıyor karışımıza. Günde yüz kere salavat çekip tespih ve hatta artık zikirmatikleri elinden düşürmeyenler Peygamberimizin sünnetinden ibret almıyor. Mesela soy ve kültür yakınlığı nedeniyle bir suçlunun suçunu cezasız bırakmak, görmezden gelmek yok sünnette. Bir Müslüman ile bir Yahudi arasındaki anlaşmazlık olduğunda haksız olan Müslümansa bunu rahatlıkla söyleyen, cezalandıran bir resulün ümmetiyiz. Kimliğine bakmadan haklının, hakikatin yanında, kötülüğün karşısında olan peygamberimizin bu örneklikleri derslerde anlatılır. Ama gündelik hayatta adam kayırmacılık normalleştirilir. Hatta siyasi tercihler kendilerini kayıracağına güvenilen partilere yönelmeye götürür Müslümanları. Günümüzde böyle yani. Gençler şimdi yaptıklarına mı inansın dindarların yoksa kitaplardan ezbere söylediklerine mi? Riyakârlık had safhada yani ve uzaklaştırıyor gençleri dinden ya da dindarlardan. Farkında olmamız gereken bir başka husus da sadece dindar ailelerin çocukların değil; bu riyakâr, sığ, faydacı, İslam ilkelerinden uzak gündelik çıkarların peşinde koşan dindar davranışı inançsız veya başka inançlara sahip yetişkinleri de git gide daha fazla uzaklaştırıyor Müslümanlardan. İslamofobi evet batı ırkçılığının günümüzdeki biçimi ama barış, emin anlamına gelen İslam’ı bu şekilde güven veren biçimde yaşamayan Müslümanların hiç mi payı yok? Bu çelişkiler gençlerin gözünden kaçmaz tabi.

Peki, bize din ile ahlak arasında ilişkiyi yorumlayabilir misiniz?

Seküler ahlak dâhil bütün ahlak kuralları kaynağını dinden alır. Tüm dinlerin evrensel ortak kurallarıyla şekillenir ahlak. Yaratılış gerçeğine tam uyumlu olmak ahlak kavramının en geniş halidir. Mesela kendine dahi yalan söylememek. Hele can mal endişesiyle yalan söylemeden düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilmek ve ifade ettiği bu düşünceyi yaşamına geçirmek hali bence ahlaklı olmak. Nerde bu şimdi? Görebiliyor muyuz etrafımızda? Geçmişte maişet kaygısıyla, işini kaybetme, terfiini geciktirme gibi endişelerle Cuma namazına gittiğini saklamaya çalışan geniş bir kesim vardı toplumda. Son yıllarda ise aynı kaygılarla cumaya gittiğini ilan etmeye hevesli ve bunun iş hayatı için yararlı bulduğu için yapan geniş bir kesim var. Oysa Hz. Ömer hakkında anlatılan hikâyelerden birinden sıkça söz edilir. Bedevinin namaz kılarken sık sık göz ucuyla devesini kontrol ettiğini fark edince kükremiş hazret. Namazın olmadı tekrar kıl buyurmuş. Bedevi napsın tekrar kılmış mecbur. Sonra Ömer sormuş söyle bakalım kıldığın hangi namaz daha iyi namazdı? Bedevi önceki demiş. Eklemiş çünkü ilkini Allah rızası için kılmıştım ikincisini senin korundan kıldım. Bence ahlak bu cevapta saklı. Korkudan ödü patlayıp hayır kılmam diyemeyen bir insan bile fikrini açıkça söyleyebiliyor. Korkusu düşüncesini ifadeye engel olmuyor ve ikincisi deyip Hz. Ömer’e yaltaklanmaya girişmiyor. Denilebilir ki bir toplumda düşünce ve ifade hürriyeti güçlenmeden ahlaklı bireyler bulmak imkânsızdır. İşte bunun için de Hz. Ömer gibi şiddetli olsa da duyduğu farklı fikirle düşünüp tutumunu değiştirecek denli adil yönetenler gerek.

Ahlaklı olmak sadece Müslümanlara has bir durum mudur?

Değil tabi ki ve günümüzde ifade hürriyeti ve diğer tüm özgürlüklerin güçlü olduğu toplumlarda ahlakın da güçlü olduğunu görebiliyoruz. Ahlak konusunda ayrıca şunu belirtmek lazım; bizim ülkemizde ve İslam toplumlarının genelinde koskoca bir ahlak bahsi daraltılıp sadece namusa indirgenmiştir. Namus ise legal olma suç işlemeden yaşama anlamlarına gelirken giderek daraltılıp sadece cinsel namusa indirgenmiş ve o da sadece kadınlara yüklenmiştir. Ahlak kavramını çok tartışmak gerek.

Düşünce tarihimizde İbn-i Sina olsun, Farabi olsun, Biruni olsun birçok önemli isimler var. Bu isimler hangi ortamlarda yetişti? Gençlere nasıl ortamlar bırakılmalı?

Az önce Hz. Ömer’den örnek verdim. İnsanlar korkuyla bir iş yapsalar bile düşüncelerini söyleyebiliyorlardı. İşte böyle bir düşünce özgürlüğü ortamı olmalı ki İslam’ın ilk yüzyıllarında vardı ve mihne hadisesi denilen döneme kadar yaşanan özgürlük çağında yetişti büyük İslam âlimleri. İslam toplumlarında giderek özgürlüklerin daraltılması da mihne ile birlikte ilk olarak düşünce ve ifade hürriyeti alanında bilimsel çalışmaların kısıtlanmasıyla başladı ve günümüze kadar değiştiğini söylemek yazık ki mümkün değil.

Sizin gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Şu mihne hadisesi de okuyacak gençlere bir nevi ödev olsun. Araştırıp konuyu incelediklerinde bakalım deist olduğunu söyleyen gençler kendilerini bulabilecek mi o tartışmalarda.

ÖNCEKİ YAZI SADECE FUTBOL DEĞİL
YAZAR HAKKINDA
Ömer Faruk Topçu
Ömer Faruk Topçu
Genç istikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN