FİKRİYAT
Bu Derdin Yerlisi Değilim!
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eski İstanbul’u özleyen satırlarını okuyunca, ‘İnsan niçin sürekli geçmişi özler?’ sorusu zihnimde neşet etti. Acaba dedim, nereden geliyor bu sürekli geçmişi özlemek duygusu?
Geçmişi özlemeye, daha doğrusu geçmişi özleme hastalığına, ‘nostalji’ demiş tıp doktoru Hoffer, İsveçli askerlerin gurbette evlerini ve memleketlerini özledikleri için çeşitli hastalıklarla muzdarip olduklarına şahit olunca. Nostalji, kelime manası olarak, eve dönüş sancısı demekmiş. İnsanın evinden ve memleketinden uzak kaldığı vakitlerde, eve ve memlekete dair herhangi bir ‘şey’ görmesi durumunda tebessüm ile göz yaşını aynı anda yaşaması da bundan kaynaklanıyor. İnsan, evini özlüyor. Şükrü Erbaş, ‘Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere…’ 1 derken, İsmet Özel, ‘Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!’ 2 diye haykırırken, Kemal Sayar da
Ah kalbin moğolları ! size verecek ne kaldı
Bir kitap olup yandı da o
Külünden zehir kaldı
Bir hayal olup uçtu da
Gökte melekler bağırdı
''eve dön,eve dön!'' 3 diyor bizlere, Eric From ve Nietzische’ye rağmen.
19. yüzyıla geldiğimizde, nostalji kelimesi artık acılardan arındırılmış anılar için kullanılmaya başlanmış. Geçmişi acılardan arındırarak yâd etmenin, modern zamanlar ile beraber başlamasının bir tesadüf olmadığına inanıyorum. İnsanı ve insan kalbini mekanik bir aygıt haline getiren düşüncelere karşı, insan bir çıkış yolu arıyor. Kalpten buğz etmenin alternatifi olarak da geçmişe özlem duyuyor. Bunu, modernite sonrası her dönemin insanı yapıyor çünkü modernite; yani beton, yani lastik tekerlek, yani insan canının küresel kurşun piyasasına göre paha biçilmesi, önüne birçok şeyi katarak ilerleyen bir tsunami gibi yol alıyor.
Günümüzde de her ne kadar ciddi bir kesim tarafından çekip/çekilip sosyal medyada paylaşılmak üzere kullanılsa da, yani nostalji moda haline getirilse de bu geçmişe özlem duygusu devam ediyor.
Aklıma takılan soruya cevap olarak, geçmişi özlemeye dair ciddi bir psikolojik altyapıya ulaşamadım. Ancak, ‘eve dönüş sancısı’, bizâtihî, üzerinde durulması gereken bir konu. Yaklaşık 1,5 yıl kadar önce, ‘Kirada Sürünüyoruz, Eve Dönelim’ adlı bir yazımızda da dünyadaki gelip geçiciliğimiz meselesi üzerinde durmuştum. Yeniden görüyorum ki, insanın, bir oyalanmadan ibaret olan bu dünyada, uzak akrabanın evinde, gece yarısı çok susadığı halde ev halkını rahatsız etmemek için için susuz kalan çocuğun bu rahatsızlığı ile yaşaması lazım. Yahudiler, kendi toprakları dışındaki topraklarda, her ne kadar paraya sahip olsalar da asla gayrimenkul satın almaz, kirada otururlarmış. Öyle düşünüyorum ki Yahudilerin ve İsveçli askerlerin bu davranışlarından çıkartabileceğimiz ciddi bir hayat dersi var. Zira, bu ev bizim ve bu dünya bizim değil. Bu eğreti oturuş, bu sürekli mağlubiyet, bu hüzünlü duruş ve bu uzaklara dalış da bundan.
1 Ömür Hanımla Güz Konuşmaları, Şükrü Erbaş.
2 Of Not Being A Jew, İsmet Özel.
3 Rüknettin’in Kalbi İçin Kehanetler, Kemal Sayar.
ÖNCEKİ YAZI
ÇETİN İMTİHAN: KUDÜS
SONRAKİ YAZI
HAYBER’İ HATIRLA EY İSRAİL
YORUMLAR
YORUM YAPIN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ