GÜNDEM

Büyüklenerek Küçülmek Küçülerek Büyümek

Büyüklenerek Küçülmek Küçülerek Büyümek
Eski dönem insanlarının en büyük özelliklerinden biri belli bir alanda uzmanlaşma ve görev paylaşımı gibi bir durumun hayatlarında yeri olmayışıdır. Öyle ki herkes her işi yapabilecek kabiliyette; örneğin, hayvan güdüleceği vakit en uzun yolları hayvanlarıyla aşabilen bir çoban, bir yapı inşa edileceği zaman güçlü bir inşaat ustası, ola ki sınırlara düşman dayandı, hemen elindeki işi bir kenara bırakıp zırhını kuşanarak koşturan bir savaşçı idi her biri. Herkes her işi yapabiliyor, üstelik bu işlerin büyük çoğunluğu birlik ve dayanışma içerisinde bitiriliyordu. Bu durum, o toplumu bir bütün kılıyor, bağlarını sürekli güçlü tutuyordu. Zira hayatta kalmak için diğerlerine muhtaç olduklarının idrakindeydiler. Böyle bir toplumda; nezaketin, inceliğin, hassas düşüncenin, saygının ve hoşgörünün de zirvede olduğunu söylemeye gerek yoktur sanıyorum. Öyle ya asabiyeyi güçlü tutan yegane unsur, hayatta kalmak için birbirine muhtaçlıktan ziyade bu değerlerdir esasen.

Şehirleşmeyle birlikte artan nüfus, ihtiyaçlar ve refah seviyesinin yükselişe geçmesi, insanları iş bölümüne sevk etmiş, bu durum işlerin daha seri ve sürekli yapılmasına olanak sağlamıştır. Fakat göçebe iken toplum üzerinde hakim olan birlik, dayanışma ve nezaket gibi hasletler de adım adım yok olmaya başlamıştır. Tüm bu hasletlerin yok olmasıyla ise başlangıçta güçlü gibi gözüken o toplum yahut devlet çöküşe geçmiş ve bir süre sonra dağılıp gitmiştir. Örneklerine tarihin çokça yerinde rastlayacağımız bu durum, özellikle günümüz toplumlarına da ışık tutmakta ve bizleri eksik yanlarımızla yüzleştirerek gelecek felaketin çok uzak olmadığını göstermektedir. Bir toplumu diri tutan, “kaliteli” yapan en büyük unsur, muhakkak ki nezakettir, kibarlıktır, hassas düşüncedir. “Kaliteli toplum” derken ne demek istiyorum, buyrun açıklayalım:

Kibar, “Kebir” kelimesinden gelmektedir. Kebir, “büyük ve yüce” gibi anlamlara tekabül etmektedir. Her ne kadar günümüzde “ensesine vur, lokmasını al” sözleriyle eş değer tutulsa da kibarlık; düşünce, duygu ve davranış yönlerinden nazik biri olmayı ifade etmekte ve bu nezaket, kişiye heybet katmaktadır. Batı’daki “centilmen” kelimesiyle anlamca aynı olan kibarlık ve nezaket sahibi olmak, ülkemizde dahi “centilmen” kelimesi kadar değerli görülmemektedir. Oysa bir toplumu ve devleti birlikte tutan, kişilerin birbirlerine karşı olan nezaketidir, duyarlı oluşudur. Üstelik kibarlık, zannedildiği gibi “sürekli alttan almak, suskun ve etkisiz olmak” demek değil; bilakis büyüklüktür, erdemdir. Dolayısıyla bir toplumun “kalitesini” belirleyen de o toplumda süregelen anlayış, empati, yardımlaşma; hülasa nezaket ve zerafettir.

Özellikle sosyal medyanın güçlenmesi ve kullanıcısının artması ile yeni bir dil meydana gelmiş, yeni alışkanlıklar türemiştir. Bazı kelimeler anlamını yitirmiş, bazısına yeni anlamlar yüklenmiştir. Bunlardan biri de muhakkak kibarlık ve nezakettir. Bilhassa gençler, nezaketi bir acziyet göstergesi olarak algılamakta, kaba ve kırıcı olmayı ise “olması gereken” addetmektedir. Oysa Peygamberimizin, bir babanın oğluna bırakacağı en değerli miras olarak nitelediği, kendisinin de “Sen yüce bir ahlak üzeresin.” ayetine muhatap kılındığı, düşmanların dahi onun ahlakı karşısında ezildiği üzere ahlaklı olmak, gerek bu dünyada gerekse ahirette alınabilecek en güzel sıfattır. Nezaket ve kibarlıktan yoksun bir ahlak ise düşünülemez. Dolayısıyla bir güzel tebessüm, içten bir bakış, içi dolu bir teşekkür, yeri dahi incitmeyen bir yürüyüş, samimi ve sıcak bir dokunuş, nefrete ve kine değil, her şeye rağmen affetmeye meyilli bir yürek, kişiyi ahlak ve maneviyata götüren büyük adımlardır. Tüm olumsuzluklara, değişen dünya ve ahlaki yozlaşmaya rağmen o adımları terk etmemek, hala bu yolun yürüyenlerinin ve temsilcilerinin olduğunu göstermek ise bir müslümanın başlıca görevlerindendir.

Her müslüman bu dinin birer temsilcisidir. Bu temsil sadece yolda yürürken değil, sosyal medyada, okulda, işte, evde de sürmeli ve müslüman bunun bilinciyle ömür sürmelidir. Tebliğin en güzel ve en kalıcı yolu, konuşarak değil, yaşayarak yapılanıdır. Bir müslümanın “dindar dili”nden çok dindar bir görünüme, oturuşa, kalkışa ihtiyacı vardır. Allah, Peygamberimize ayetinde şöyle buyurmuştur: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” Üstelik bu ayetin nüzul sebebi, Uhud Savaşı’nda Allah Rasulü’nün emrine muhalefet ederek İslâm ordusunun yenilmesine sebep olanlar ve müslümanları imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya getirmiş bulunanlardır. Böylesi hassas bir durumda dahi Peygamberimiz, affetmeyi ve nezaketi elden bırakmamış, ashabına güzellikle muamele etmiştir.

Evet, kibarlık; yüceliktir, büyüklüktür. Ancak kibarlık, kişiyi suskunlaştırmamalı, zalime ve zulmüne karşı boyun bükmesine sebep olmamalıdır. Müslümanın kibarlığı, zarifliği, merhameti; yine müslümana ve iyilere karşıdır. Kötüye karşı şiddetli ve sert olmak, karşılarında yılmamak, aciz gözükmemek, tüm bunları yaparken ahlakı da elden bırakmamak büyük öneme sahiptir. Zira Allah’ın ayeti açıktır: “O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.” Mühim olan düşmana karşı dahi kibarlık ve kibirli olmak arasındaki dengeyi sağlayabiliyor olmaktır. Öyle ya kibarlık, gerçek büyüklüktür; kibir ise sahte büyüklenme...

YAZAR HAKKINDA
Serdar Tezcan
Serdar Tezcan
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN