GÜNDEM

Derde Deva’m(ı)?

Derde Deva’m(ı)?
Dünya’ya gelen her insanın doğduğu andan itibaren insan olmasının zaruri kıldığı birtakım haklar vardır. Bir insanın hayatı boyunca sahip olduğu en temel haklardan birisi de sağlıklı yaşam hakkıdır. Çünkü sağlık olmadan diğer haklar ya geçersiz olacaktır ya da çok kısıtlı bir şekilde sürdürülmeye çalışılacaktır. Bu yüzden insanlık tarihi boyunca insanların sağlıklı şekilde hayatlarını sürdürebilmesi için tıp ilmi de var olmuştur, kıyamete kadar da var olacaktır. Bu yazımızda birkaç asırdır dünyada tıp ilmine hâkim olan anlayıştaki muhtemel sorunları ve bu sorunlara karşı ortaya koymamız gereken çözümleri anlatmaya çalıştık.

Teknolojinin ilerlemesi ilaç üretiminin endüstriyelleşmesine sebep oldu. İlaç üretimi hususunda Amerika ve Avrupa menşeli büyük sermayeli şirketler hızla büyümeye ve sektörde söz sahibi olmaya başladılar.  Kapitalist düzenin paraya giden her yolu mubah gören anlayışı sektör üzerinde kendini göstermeye başladı.

Hastayı müşteri, hastaneleri ticarethane olarak gören bu firmalar, insan sağlığından çok kasalarına giren parayı düşünmektedirler. Bunun en bariz örneği; artık birçok ilaç firmasının bazı enfeksiyöz hastalıkların tedavisinde kullanılan antibiyotikler yerine kronik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaç gruplarını tercih etmeleridir. Çünkü antibiyotik üretildiğinde birkaç sene sonra mikroplar, antibiyotiklere karşı direnç gösterebilmekteyken kronik hastalıklar için üretilen ilaçlar ömür boyu kullanılmaktadır. Dolayısıyla üretilen ilaçlardan daha çok kar elde edilecektir. Bir diğer örnek; ilaç firmalarının düşük kâr marjlı bazı ilaçları üretmek istememeleridir. Bu husus ile alakalı devletler, firmaların yüksek kâr marjına sahip ilaçları alacağını taahhüt ediyor ve bunun yanında düşük kâr marjlı diğer ilaçların üretilmelerini istiyor. Bu yollardan elde ettiği kârlarla yetinmeyen ilaç firmaları sahte araştırmalarla, ürettikleri ilaçların endikasyon(amaç) dışı kullanılmasını istemekte, insan sağlığı üzerinden kâr etmeyi düşünmektedir. Bu sahtekârlıklar ortaya çıktığında ise ödedikleri ceza, kazandıkları paranın yanında devede kulak kalmaktadır.  

Genel hatları bu şekilde özetlenebilecek olan günümüz tıp sektöründe üzerinde durmamız gereken iki husus daha var:

Bunlardan ilki ilaçların muhtevalarının fıkhi kaidelere uygun olup olmadığı…

Hepimizin evinde, ecza depolarında bulunan ilaçlar üretilirken helalliğine ne kadar dikkat ediliyor?

Yukarıda profilini çizmeye çalıştığımız sektöre hakim olan ilaç firmaları ilaçlarını üretirken Müslümanları dikkate alıyor mu? Soruyu tersten soracak olursak bizler tükettiğimiz ilaçların helal olup olmadığını sorguluyor muyuz, bu konuda yeterli bilgimiz var mı, en önemlisi bu konuda bir derdimiz var mı? 

İlaçların içeriklerini etken maddesi(ilacın hastalığın tedavisinde esas etkili olan kısım) ve katkı maddesi(etken maddenin vücutta etkili olabilmesi için yardımcı olan kısım) olarak ikiye ayırabiliriz. Bugün üretilen ilaçların hem etken maddesi hem de katkı maddesi haram veya şüpheli maddelerden oluşabilmektedir. Bu hususta katkı maddesi olarak ilaç üretiminde kullanılan üç önemli örnek jelatin(E441), şellak(E904) ve karmin(E120)dir.

Resulüllah(s.a.v.) şöyle buyurdu: ”Şüphesiz Allah, derdi de dermanını da indirmiş, her derdin dermanını yaratmıştır. O halde tedavi olunuz fakat haram şeylerle tedavi olmayınız.” (Ebû Dâvûd)

Hadiste belirtildiği gibi hastalıkların tedavisinde olarak haram muhtevası olan şeyleri kullanmamamız gerekir. Fakat günümüzde hastalıklarımıza tedavi olmasını ümit ettiğimiz ilaçlarda maalesef haram olması muhtemel içerikli maddeler bulunabilmektedir. İçtiğimiz her ilacın içerisinde haram madde yok lakin jelatin, karmin ve şellak vb. içeren ilaçlar azımsanacak düzeyde değildir.

Jelatin(E441): Jelatin gıda maddelerinde stabilizatör olarak kullanılan hayvanların deri veya kemiklerinden elde edilen bir katkı maddesidir. İlaçlarda ise kapsüllü ilaçların kapsül yapımında kullanılıyor. Jelatin üretiminde en çok tercih edilen hayvanlar ise domuz ve sığırdır. Yani ilaçlarda kullanılan jelatin maddesi hususi olarak haram değildir. Hangi hayvandan üretildiğine göre hükmü değişebilmektedir. Ama ilaç firmalarının azımsanamayacak bir kısmının Avrupa ve ABD menşeli olması, bu firmaların her şeyden önce parayı düşünmeleri, domuzun diğer hayvanlara göre çok daha ucuza mal edilmesi gibi nedenlerle domuz jelatininin kullanımda daha ağırlıklı olduğunu tahmin ediyoruz. Ayrıca sığırdan üretilen ürünlerde, sığırın helal yollardan kesilip kesilmediği meselesi kafamıza takılıyor ve bir şüphe gündeme geliyor. 

Diğer katkı maddeleri şellak(E904) ve karmin(E120) ise içinde bulunduğu preparatı kırmızı renge boyamak için kullanılan, böceklerden üretilen katkı maddeleridir. Bu iki ürün hususi olarak haramdır. İlaçlar da ise ilaç tabletlerini kırmızı renkte boyamak için kullanılmaktadırlar.

İkinci husus ise koruyucu hekimlik uygulamalarının yetersiz kalmasıdır. Kentleşmenin, modern yaşama tarzının benimsenmesinin, gıda sektöründeki endüstriyelleşmenin etkisiyle hastalıkların görülme sıklığının giderek artmaktadır. Koruyucu hekimlik; bir hastalığın oluşmaması için alınan önlemlerin genel adıdır. Koruyucu hekimlik dediğimiz uygulama sadece sistemin uygulamaları ile olabilecek bir şey değildir. Bu noktada mutlaka insanların kendi iradeleri de devreye girecektir. Hipertansiyon hastalığını ele alacak olursak; koruyucu hekimlik bireyin diyetine, egzersizlerine özen göstererek hipertansiyon hastalığına yakalanmaması için elinden geleni yapmasıdır. Fakat sektör, hastalıkları oluşmadan önlemektense, ortaya çıktıktan sonra tedavi etme yoluna daha çok önem vermektedir.

Yazımızın bu kısmına kadar sağlık sektöründe gördüğümüz sorunlardan bahsettik. Peki, bu sorunlar nasıl çözülebilir? 

Bizim bir kötülük gördüğümüzde ne yapmamız gerektiği ile alakalı kendimize şiar edindiğimiz bir hadisi şerif vardır: “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78) Bu hadisten yola çıkarak yukarıda saydığımız mevcut sorunları ilk başta eli ile düzeltme yetkisi bulunan kişilerin düzeltmesi gerekir. Kimdir bunlar? Ülkemiz için hükümet yetkilileri, Sağlık Bakanlığı yetkilileri, Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumu, bazı konularda doktor ve eczacılar hatta hasta olsun veya olmasın vatandaşımız. 

Sağlık Bakanlığı’nın ilaçların yerli, milli ve helal olması için en kısa zamanda çalışmalar başlatması gerekmektedir. Ülkemizde sadece katkı maddesi üretimi değil aynı zamanda etken maddelerin de üretildiği fabrikalar kurulmalı, ileriye dönük olarak yeni ilaçların araştırılması için laboratuarların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu konularda diğer İslam ülkeleri ile hem bilimsel olarak hem de ilaç üretimi hususunda ilişkiler geliştirilmelidir. Bakanlığın yapması gereken ikinci husus Müslümanların sadece müşteri, hasta vs. rollerini oynadığı, üretim noktasında herhangi bir rol oynamadığı mevcut sisteme kuvveti değil hakkı üstün tutan bir anlayış ile bakıp yanlışlarını düzeltmektir. Zira sadece ilaçların yerli ve helal olmasını gaye edinip sisteme hakkaniyetle bakmazsak görevimizi tam anlamıyla yerine getirmemiş oluruz.

Doktor veya vatandaş eli ile neleri düzeltebilir? Öncelikle belirtmemiz gerekir ki mevcut durumda, içinde haram veya şüpheli madde bulunan ilaçların içilmesine âlimlerimiz, eğer aynı ilacın haram veya şüpheli madde içermeyen muadili yoksa zaruret çerçevesinde değerlendirmişler, caiz olduğunu söylemişlerdir. Bir doktorun hastasına ilaç yazacağı zaman o ilacın içeriğini bilip ona göre ilaç yazması gerekmektedir. Bir hasta da kendisine ilaç yazılacağı zaman o ilacın içerisindeki katkı maddelerini doktoruna sormalı, gerekliyse muadilini yazmasını istemelidir.

Evlerimizde en çok tükettiğimiz ilaç gruplarından birisi eczanelerden reçetesiz alabildiğimiz soğuk algınlığı ilaçlarıdır. Herkesin evinde soğuk algınlığı ilacı vardır. Peki, soğuk algınlığı ilaçları ne işe yarar? Grip, nezle gibi etkenini virüslerin oluşturduğu hastalıklarda, tıp dilinde semptomatik tedavi olarak adlandırdığımız hastalığın kişide oluşturduğu rahatsızlıkları azaltır. Yani öksürüğünüz varsa azaltır, ağrınız varsa hafifletir. Peki, bu ilacı kullanmazsak ne olur? İlaç kullanmasak da hastalık kendiliğinden geçecektir. Bir tabir vardır; grip ilaçla bir haftada, ilaçsız yedi günde geçer diye. Hastalık göstergelerini azaltmak istiyorsak ilaç kullanmak yerine dinlenmeyi, bol bol sıvı gıda almayı önerebiliriz. Ama halkımızda bu tür haplar çok sık bir şekilde kullanılıyor. Peki, bu ilaçların içerisinde de haram veya şüpheli maddeler bulunabiliyor. Bu ilaçların kullanımı da zaruret kapsamına mı giriyor?  Bu hususta uyanık olmamız gerekiyor.

Geçen sene katıldığım bir konferansta konuşmacı “Müslüman’ın olduğu yerde zaruretin olmaması gerekir.” diye bir cümle kurmuştu. Ama şu an tecrübe ediyoruz ki %99’u Müslüman olan bir devletin, 1.5 milyarı aşan nüfusu olan ümmetin bir ferdiyiz. Lakin hala İslami usullere uygun ilaç ürettirmiyoruz, üretmiyoruz, daha kötüsü bu konuları dert edinmiyoruz. Tembelliğimizi zaruret fetvasının gölgesinde gizlemeye çalışıyoruz. Enerjimizi nasıl üretiriz sorusuna çözüm üretmek yerine, niçin üretemiyoruz sorusuna cevap vererek harcıyoruz.

Dilimiz ile düzeltebileceğimiz şeyler ise eğer sistem, helal ve yerli ilaç ile alakalı yetkililerden veya diğer doktor, eczacılardan yeterli çalışmayı görmezsek bu konularla alakalı sorunları ve muhtemel çözüm yollarını gücümüz yettiği kadarıyla diğer vatandaşlara, eczacılara, doktorlara ve devlet yetkililerine anlatmamız gerekmektedir. Bu şekilde bu konularda fikir veya dert sahibi olmayan insanları sorunlara karşı buğz etmeye davet ederiz. Buğz edenlerin sayısını arttırırız, onları dilleri ile düzeltmeye davet ederiz. Böylece dilleri ile düzeltenlerin sayısını arttırırız. Son olarak da daha teşkilatlı bir şekilde ya biz sorunları elimiz ile düzeltmeye başlarız ya da eli ile düzeltenleri bu konularda çalışma yapmaya mecbur kılarız.

Toparlayacak olursak anlatmak istediğimiz bir şey var: Ortada bir sağlık sistemi var(biz bu sistemi tamamen işe yaramaz, hiçbir şekilde kale alınmaması gereken bir sistem olarak görmüyoruz) ve bu sistemin herhangi bir yerinde(tüketim hariç) Müslümanlar- Hakkı üstün tutarak sistemi dizayn eden anlayışı kast ediyoruz- yok. Onun yerine parayı, gücü deyim yerindeyse put haline getirmiş kapitalist bir anlayış var. O halde bu sisteme el atmamız gerekiyor. İşte bu da dertli ve şuurlu gençlerin samimiyetleri, gayretleri, fedakârlıkları ve özverili çalışmalarıyla olacak İnşallah.

YAZAR HAKKINDA
Muhammed Fatih Akdemir
Muhammed Fatih Akdemir
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN