FİKRİYAT

Dinamikliği Kurmak: İslam Felsefesinde Yenilenme

Dinamikliği Kurmak: İslam Felsefesinde Yenilenme
İslam düşünce serüveninde, Antik Yunan’dan tevarüs edilen felsefe faaliyeti İbn Sînâ ile zirve bir başarıya ulaşmıştır. Bu başarıyı İbn Sînâ’nın mantık, metafizik ve doğa felsefesi üzerine yaptığı özgün çalışmaları kazandırmıştır. Böyle bir başarının gerek yayılım ve kuşatım gerekse felsefenin kolektif ve eklektik bir çalışma seyri izlemesinden kaynaklı düşünce tarihinde sonrakiler için bir etkileme ve/veya şekillendirme teşkil ettiği aşikârdır. Bu etkileme ve/veya şekillendirmenin sadece felsefe ile sınırlı kalmadığını, kelam ve tasavvuf içerisinde de izlerinin görüldüğünü belirtmek gerekir. İbn Sînâ ile gerçekleşen bu özgünleşme bir takım sorunsallıkları beraberinde getirmekten elbette kurtulamamıştır. Felsefe literatüründe varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün ayrımları bunlar arasında başlıca bilinenlerdir. 

İslam felsefesi bu oluşumlar sonrası on ikinci ve on altıncı asırlar arası bir yenilenme evresine girmiş ve kendi içerisinde dinamikliğini kurmuştur. Bu dinamiklik İbn Sînâ’nın el-İŞÂRÂT ve't-TENBÎHÂT adlı eseri çerçevesinde gelişen şerh ve tahkik üzere oluşmuştur. İbn Sînâ’nın eserlerinin bu kuşatıcı etkisi ile Yenilenme Dönemi içerisinde bir İbn Sînâcılık damarı teşekkül etmiştir. İbn Sînâcılığın en büyük temsilcisi Behmenyar b. Merzüban olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ikinci etkili önemli isim ise Ömer el-Hayyam’dır. Hayyam, Melikşah’ın çağrısıyla İsfahan’da bilimsel bir heyette başkanlık görevi yürütmüştür. İbn Sînâcılığın Bağdat-Buhara ölçekli bir yayılma gerçekleştirmesi açısından Bahmenyar’ın öğrencisi Levkeri büyük bir önem sahibidir. Levkeri’nin öğrencisi olan Ali Yusuf el-İlaki ise İbn Sînâcılığın yayılımında nokta bir isimdir. Görüldüğü gibi İbn Sînâcılığın gelişmesi ve derinleşmesi ilk üç kuşak öğrencilerinin kuvvetli çalışmaları ile gerçekleşmiştir. 

Bu dinamikliğin kurulduğu dönemin tarihsel ve sosyolojik durumuna baktığımızda ise on ikinci ve on üçüncü yüzyıllar arasında, Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar etkisiyle, Anadolu ve Azerbaycan dünya ilim dünyasının merkezi noktasını teşkil etmişlerdir. Aynı zamanda İstanbul ve Bursa ise yeni ilim merkezleri olarak önem kazanmıştır.

On ikinci asırdan sonra ise İbn Sînâcılık içerisinde Gazzâlî, Ebü’l Berekat el-Bağdadi, Sühreverdi ve Fahreddin er-Râzî tarafından eleştirel bir okumaya girerek yeni bir şekillenme geçirmiştir.  Bu eleştirel okumaya dayalı İbn Sînâcılık içerisinde en derinlikli okuma ise Razi’ye ait olan Şerhu’l-İşarat adlı eseridir. Râzî, İslam düşünce dünyasında kelam-felsefe bağlantılı ortaya koyduğu bu okuma çalışması, eleştirel okuma geleneğine eğilim ve yöntem açısından yeni bir özgünlük getirmiş ve sonrakileri şekillendiren, eleştirel okumayı başlatmıştır. 

Eleştirel okuma içerisinde en bilinen isim ise Tehâfütü’l-felâsife sahibi Gazzali’dir. Bu eseri ile Gazzali filozoflara karşı yer yer sert ithamlarla bulunmuştur. Tehâfüt eseri ile Gazzali, daha sonra oluşucak Tehâfüt geleneğine ana kaynaklık sağlayacaktır. Bu açıdan her ne kadar Tehâfüt ile Gazzali felsefe karşıtı bir kişilik çizimlese de kendisinin mantık üzerine eserleri ve felsefe eseri Makâsıdü’l-felâsife, batı ve doğu için ‘‘İbn Sînâcı Müfredat’’ kaynağı teşkil etmiştir. Gazzali hakikati bulmak açısından kelam ilmini, cedel yöntemli olmasıyla tutarsız bulmuş; felsefenin burhan yöntemini ise yetersiz görmüş ve tasavvufa eğilim göstermiştir. Bu eğilim serüvenini el-Munkız Mine’d-dalâl isimleri eserinde otobiyografik bir tarzda ele almaktadır.

Eleştirel okumada bir başka görünüm ile Bağdadi’de karşılaşmaktayız. Bağdadi’nin bu eleştirilerini; heyula-suret, mekan, zaman, nefsin mahiyeti ve Tanrı-bilgi ilişkisinde tikeller gibi konular oluşturmaktadır. Bağdadi’nin bu eleştirileri ise daha sonra öğrencileri için merkezi bir ilgi noktası teşkil edecektir. Bağdadi’nin etkisi sonucu Bağdat-Horasan arasında nitelikli takipçilerinin oluştuğunu görebiliriz. Nitekim örnek vermek gerekirse; Hayyam  ve Ferramurz b. Ali arasında gerçekleşen tartışma Hayyam’ın İbn Sînâ, Ferramurz’un ise Bağdadi tarafından olmasıyla vücut bulmuştur. 

İbn Sînâcılık içerisinde onun temel metafizik noktalarının gölgesini barındıran Hikmetü’l İşrak eseriyle ve İbn Sînâcı felsefeyi daha ilintisel boyuta çıkarma çalışmasıyla bilinen İşraki felsefenin kurucusu Sühreverdi’dir. Sühreverdi bu çalışması ile İbn Sînâcılık için ikinci bir şekillenmeyi oluşturmuştur. Bu ikinci dönem İbn Sînâcılık içerisinde önde gelen isimler; Ebheri, Tusi, Katibi ve Kutbiddin Razi olarak kendisini göstermektedir. Bu dönem Razi etkisini taşımakla beraber İbn Sînâcılığı dinamik ve özgün bir yapıya kavuşturmuştur. Ancak bu dönem içinde İbn Sînâcılık için eleştirel okumaların etkili şekilde devam ettiğini belirtmek gerekir.

İbn Sînâcı felsefenin son ve üçüncü şekillenimi, Fatih Sultan Mehmet tarafından yürütülen ‘‘muhakemat projesi’’ ve bununla beraber II. Bayezid döneminde teşekkül etmiş felsefi tartışmalar ile görülmektedir. Bu dönem İbn Sînâcılığı, daha çok İbn Sînâ’nın bir düşünce ufku teşkil etmesi ve gelen-ek içerisinde değer oluşturucu bir unsur olduğu kabulü ile ilgilidir. 

Eğer bu etkileşimler için evrensel ölçeğe değinmek gerekirse, İbn Sînâcılığın batı ekollerine ve düşünürlerine nitelikli etkilemeler gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Bu çerçevede; Auvergneli William, T. Aquinas, Albertus Magnus ve Roger Bacon için ‘‘Latin İbn Sînâcılık’’ şeklinde bir adlandırılma ile anılırlar. 

YAZAR HAKKINDA
Furkan Soylu
Furkan Soylu
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İhsan Alaca
10-06-2020 - 00:31
Furkan Bey neden İslâm düşüncesi diyince akla hep İbn-i Sîna, Gazzâlî, Fârâbî gibi İslâm düşünürleri geliyor?Mezhep imamlarımızıda bir İslâm düşünürü olarak değerlendiremez miyiz?
İhsan Alaca
10-06-2020 - 00:32
Furkan Bey neden İslâm düşüncesi diyince akla hep İbn-i Sîna, Gazzâlî, Fârâbî gibi İslâm düşünürleri geliyor?Mezhep imamlarımızıda bir İslâm düşünürü olarak değerlendiremez miyiz?
Mustafa Ertem
10-06-2020 - 00:54
Furkan Bey öncelikle merhabalar, yazılarınızı severek takip ediyoruz.Öncelikle sorum biraz konuyla bağlantılı değil ama neden hep İslâm düşünürü diyince aklımıza hep İbn-i Sîna, Gazzâlî, Fârâbî gibi isimler geliyor?İslam kültür ve medeniyetine bu düşünürlere nazaran ciddi katkıları olmuş mezhep imamlarımız olan İmam Ebu Hanife, İmam Şâfii , İmam Mâturîdi gibi isimlerin daha çok ön planda olması gerekmez mi?
YORUM YAPIN