GÜNDEM

Doğruları Söyleyin

Doğruları Söyleyin
“Kitlelere, insanlara, birbirinize doğruları söyleyin. Bedeli ne olursa olsun…”

Dünyamız içinde bulunduğu durumdan sormak istiyoruz. Biliyorsunuz günümüz insanı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “Yeni Dünya Düzeni” adı verilen, aslında yeryüzüne zulüm, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen bir sistemin mağduru durumundalar. Sizce bu sistemin uygulayıcıları nasıl bir haleti ruhiye içerisindeler? Yani bir insan, diğer insanlara zulmetmeyi nasıl başarabiliyor? 

Yeni Dünya Düzeni, Soğuk Savaş denilen dönemin bitmesiyle, yani sosyalist sistemin çökmesi, başta SSCB olmak üzere kendini ‘işçi sınıfı iktidarı’ diye tanımlayan rejimlerin teslim bayrağını çekmesiyle gündeme geldi. ‘Pax Americana’ söylemleriyle tedavüle sokulan bu dünya düzeninin merkezinde Amerika var. Amerika dediğimiz zaman ifade eksik kalıyor ve anlaşılamıyor. Yeni Dünya Düzeni, Amerikan emperyalizminin dünyayı tek başına yönetme iddiasıdır.  Karşısında kendisiyle mücadele edecek, kendi dışında ideolojiler inşa edebilecek, farklı bir ekonomiyi sürdürebilecek bir dünya kalmayınca, Amerikan emperyalizmi, Soğuk Savaş döneminde sosyalist rejimlere karşı bir kuşak oluşturmak bağlamında desteklediği, ama artık tehdit olmaya başladığını düşündüğü Müslümanlara yöneldi. Dünyanın yoksulluğu üzerinde yükselen ve sadece kendilerine ait bir zenginlik peşindeler. Bunun karşısında durabilecek bütün bilinç hareketlerine de acımasız şekilde düşmanlar. Karl Marx’a atfedilen, ama aslında ona ait olmayan ünlü bir söz var: “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser”. Satabileceği her şeyi ele geçirip, satamayacakları ya da satın alamayacaklarını da kesiyorlar Özetle böyledir.

Soğuk Savaş dönemi, iki kutuplu bir dünyadan ve bu iki dünyanın bir biri ile mücadelesinden bahsedildi uzun süre. Sonra Rusya çöktü ve sistem tek kutba düşmeden kendine yeni bir düşman ilan etti, İslam coğrafyası. Bu hep böyle mi olmak zorunda? Yani dünyada hep iki kutup ve bu iki kutbun savaşı mı olmak zorundadır? 

Çöken Rusya değildir, SSCB’dir. Yani Karl Marx ve Friedrich Engels’in teorik altlığını kurdukları, Lenin ve yoldaşlarının pratiğe geçirdiği bir rejim. Marksizm’in paradigması, yani özü özgürlük ve eşitlik düşüncesidir. Bu da sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya hayali olarak özetlenebilir. Asr-ı Saadet İslam’ı da öz itibarıyla böyledir. Bu özü hatırlayan, tekrarlayan, sürdüren, yayan, ayakta tutan her Müslüman, kapitalizmin, emperyalizmin, Amerikan ve İsrail emperyalizminin düşmanıdır. Dünya tarihi, insanlık tarihi iyi ve kötünün, özgürlük ve zulmün, erdem ve ahlaksızlığın, ilericiliğin ve gericiliğin mücadelesidir. Özgürlük fikri insanın insan olma mücadelesinin bir ürünüdür ve bu mücadele sürdüğü sürece de genişleyecek, içeriği farklılaşacak, büyüyecektir. İnsanın özgürlüğü için mücadele edenlerin geride bıraktığı her alan ise, gericiliğin, sağcılığın, sermayenin dolduracağı alanlardır. Yani ilerici, özgürlükçü düşünceler ilerlerken, gericilik de olduğu gibi kalmaz, o da ilerinin geride bıraktığını alarak, kendi geçmişine göre bir miktar ilerler. Ama bu içeriksiz, insansız, imansız bir ilerlemedir. Çünkü ilerleme sadece teknolojiyle tarif edilemez. İnsan düşüncesinin, ahlakının, hayatının ilerlemesidir. Teknoloji şekildir. İslam’ın şekle indirgenmesi de bir teknoloji, egemenin varlığı sürdürmesinin tekniğidir.

Türkiye son yirmi yılda bu kutuplaşmanın içerisine girdi. Dünyada oynan oyun ülkemizde de “Ya bizdensin, ya onlardan” şekliyle tuttuğunu görüyoruz. Sizce dünya düzeni ile benzerlik gösteren bu yapıya nasıl geldik, niçin geldik? 

Kemalizm’e karşı örgütlenen İslamcı siyasetin büyük paydasının döne dolaşa geldiği yer Kemalizm ise, aslında bir kutuplaşmadan öte otoriter bir rejim yenilemesinden bahsedebiliriz. Özü itibarıyla Jakoben olan bu yeni durum da, kendini sandıktan çıkma kisvesi altında kökleştirmektedir. Bu bir rejim değişikliği değil, rejimin ‘tek adamlık’ üzerinden gözden geçirilmesi, tahkim edilmesi, muhalif bütün unsurların tasfiyesi, cezalandırılması, ezilmesidir. İslamcı çizginin kitlesel gücü yedeğe alınmış, muhalif özü de köşeye sıkıştırılmıştır. Sol muhalefet tamamen vatan haini, terörist ilan edilerek, söyleyeceği her şey otomatikman şaibeli, tehlikeli, bozguncu, bölücü olarak damgalanmıştır. Böylece 1920’lerdeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla birlikte buzluğa kaldırılan, ertelenen meselelerin, emperyalist paylaşımın yeniden yürürlüğe sokulması, karşısında duracak herkesin de yok edilmesi mümkün hale gelmiştir. Bir yurt parçası üzerindeki herkes aynı düşünmek zorunda değildir. Farklı düşünceler zenginliktir. Fakat emperyalist projeler düşünsel zenginliğin değil maddi zenginliğin, yani petrolün, kaynakların, insan emeğinin peşindedir. Büyük oyunu, Yeni Dünya Düzeni’ni anlarsanız, bu topraklarda gelinen noktayı da çözersiniz. Mesele ideolojik mücadele değil, sömürü düzenini tesis ve tahkim meselesidir. Bu düzenin karşısındaki herkes de aslında doğal müttefiktir. Fakat kendi bilinçlerine vurulan prangalar yüzünden, bilinç parçalanması yüzünden ezilmekte, kırılmakta, dökülmekte olan diğerini göremezler. Onu düşman olarak tarif etmeye devam ederler. Bu da emperyalizmin işine gelir. Emperyalizm iktidarını bu şekilde sürdürür.

Türkiye’de gazeteciliğin durumundan konuşalım istiyoruz. Gazetecilik de sanırım son yirmi yılda hem şekil, hem de içerik değiştirdi. İki kutuplu ülkede muhalif bir gazeteci olmak nasıl bir şeydir? 

Aslında ben muhalif bir gazeteci değilim. Gazeteciyim. Toplumun bilinciyle bu şekilde oynuyorlar. Anayasanın ne olduğu unutturuldu mesela. Kadına pozitif ayrımcılık diye bir kavram var. Dünyada kadın mücadelesinin ürettiği, savunduğu, hayata geçirmeye çalıştığı bir kavram bu. Fakat bu iktidar ‘kadına pozitif ayrımcılığı’ tesettür plajı, kadınlara özel plaj kurmaya indirgedi. İçini boşalttı ve kitleleri de cahilleştirdi. Oysa kadın mücadelesi, kadın hakları, plaj hakkı, güneşlenme, bronzlaşma hakkı değildir. Kadının siyaseten var olması, toplumsallaşması, iki ayağının üzerinde durabilmesi, yani bağımsızlaşabilmesi mücadelesidir. O nedenle kavramların ana içeriğini, tarihsel bağını, nereden geldiklerini, niçin var olduklarını ısrarla, inatla hatırlamak, hatırlatmak, unutturmamak ve savunmak zorundayız. Medya ‘dördüncü kuvvet’tir. Bunu unutturdular. Yani yasama, yürütme ve yargının dışında, yanında ve bu üç kuvveti kamu adına denetleyen bir kurumdur medya. Gazetecinin asli görevi de budur. Kamusal bir görevdir. Devletin halktan gizlediği, halka anlatmadığı uygulamaları, operasyonları ortaya çıkarmak, vatandaşı aydınlatmak ve onun adına söz söylemekle mükelleftir. Ben bunu yapıyorum.

Son olarak medya ve algı yönetimi üzerinde konuşalım. Algı yönetimi teknoloji gibi devamlı ilerleyen bir dal. Genelde insanlar, özelde ise gençlerimiz kendilerine uygulanan bu tür medyatik operasyonlardan, algı yönetim sistemlerinden kendilerini nasıl koruyabilirler?

Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in ünlü ‘Büyük Yalan Teorisi’ne göre büyük yıkımlar ancak halkların ‘büyük yalanlarla’ kandırılmasıyla mümkün olur. Büyük Yalan Teorisi, 17 ilke üzerinde şekillenmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: “Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser”. “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur”. “Halk, büyük yalanlara küçük yalanlara göre daha çabuk inanır”. “Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin”. “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır”. “Asla kabahat ve suç üstlenmeyin”. “Kendinizi savunmak yerine sürekli karşınızdakileri savunmada bırakın”. “Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyi onun üzerine yıkın”. “Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak kolaydır”. Bu ilkeler kafanızda ne canlandırıyor? Yalanlara inanmayın. Ama bu yetmez. Kitlelere, insanlara, birbirinize doğruları söyleyin. Bedeli ne olursa olsun… 

YAZAR HAKKINDA
Ömer Faruk Yıldız
Ömer Faruk Yıldız
Bir Temmuz günü doğmasına rağmen sıcak havaları bir türlü sevemedi, doğduğu yer olan İnegöl'ün düz ve yokşsuz sokaklarına alıştığından, Ankara, Dikmen'de yaşamasını bir imtihan olarak nitelendiriyor. Buna karşın asansör ve yürüyen merdivenlere hala mesafeli yaklaşıyor ve uçan filler gördüğünü iddia ediyor.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN