GÜNDEM

Düşmanım Sen Çok Yaşa!

Düşmanım Sen Çok Yaşa!
Kafam çok karışık bu aralar. Bir mesele var, işin içinden bir türlü çıkamıyorum. Kimseye de açamıyorum derdimi, yiyorum kendi kendimi. Sorun şu ki, şimdi biz Almanya kaybedince kaybetmiş oluyoruz ya, Almanya kıskanınca da kıskanmış oluyor muyuz? Almanya bizi kıskanınca, biz de mi bizi kıskanmış oluyoruz? Biz, bizi kimden kıskanıyoruz? Niçin kıskanıyoruz? Bunu izaha gerek yok! Kıskanır geçeriz. Hem kimi nasıl kıskanacağımızı da sizden öğrenecek değiliz…

Ülkeyi bir kıskançlık furyası sardı ki sormayın gitsin. Cümle âlemin ağzında aynı cümle “herkes bizi kıskanıyor.” Üçüncü köprümüzü kıskanıyorlar, üçüncü havalimanımızın temellerini kıskanıyorlar, Avrasya tünelimizi kıskanıyorlar, Yenikapı – Mudanya feribot seferlerimizi kıskanıyorlar. Sevgili Adnan Oktar’ın dediği gibi düşmanlarımız ve münafıklar çatır çatır çatlıyor. Peki bu kıskançlığın sebebi nedir? Çünkü Türkiye artık eski Türkiye değil, Yeni Türkiye. Daha güçlü bir Türkiye. Yolları duble bir Türkiye. Her şehirde birbirinden güzel akıllı stadyumları olan bir Türkiye. TOKİ’lerin insanları alt alta üst üste istiflediği ama herkesi 80 metrekare ev sahibi yaptığı bir Türkiye. Kırsalda kimsesi kalmayan, insanlarını metropollerde yaşatan bir Türkiye. Küçük mahalle bakkallarından kurtulan, devasa market zincirleri olan, ışıl ışıl AVM’lerinde çılgınlar gibi tüketen bir Türkiye. Şimdi soruyorum size, düşmanlarımız bizi bitirmek için ellerinden geleni ardına koymasınlar da ne yapsınlar Allah aşkına?

Hakk merkezli olmayan tüm düşünce ve ideolojilerin ortak paydası düşmansız yaşayamamalarıdır. Ülke siyasetinde etkin olan politik düşünceler için de aynı şey söz konusudur. İnsanların huzur ve saadetine yönelik sahici çözüm üretemeyen politik kurumlar, daha çok çatışma ve gerginlik ortamından beslenirler. Bu yüzden de varlıklarını devam ettirmek için kendisine her daim bir düşman üretmek zorundadırlar. Çünkü düşman edinimi, kontrolü altındaki kitleyi düşünce dünyasında diri tutmak için en iyi yoldur. Bu sayede hedef kitle her zaman düşmanın tehlikesini ensesinde hissetmekte, ideolojiden veya politik düşünceden vazgeçtiği anda varlığının devam etmeyeceğini sanmaktadır. Hareketimiz böylelikle tabanın desteğini her daim muhafaza etmekte, olumsuz icraatlara bile eleştirinin önüne geçmektedir.

Mevzu ile alakalı en güzel örneği 1990 yılında İskoçya'daki NATO toplantısında konuşan Margaret Thatcher vermişti. Thatcher “Arkadaşlar biz NATO’yu Rusya’ya karşı kurmuştuk. Rusya çöktü, şimdi NATO’yu dağıtacak mıyız? Hayır, neden? Çünkü düşmanı olmayan ideoloji yaşamaz. Düşmanımız olmazsa biz de yaşayamayız" demişti...

Ülkemiz siyasetinde de konu ile alakalı birçok örnekler vardır. Sağ partiler yıllarca seçmenlerini hep sol siyasetin temsilcileri ile korkutmuşlardır. Demokrat Partiden tutun da, Adalet Partisi, Doğruyol Partisi, Anavatan Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisinin söylemlerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Özellikle Adalet Partisinin, o dönemdeki siyasal rakibi Milli Selamet Partisine yönelik “Eğer oylarınızı MSP’ye verirseniz CHP’nin iktidarına zemin hazırlarsınız” şeklindeki tehdit afişleri meseleyi özetlemektedir. Yine bugün CHP’nin iktidarının üzerinden çeyrek asırdan fazla geçmiş olmasına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisinin hala CHP üzerinden korkutucu bir dil kullanması, konumuzun güncel örnekleri olarak verilebilir.

Referandum sürecinde Avrupa ülkeleri ile tırmandırılan gerginliğin sebebi de seçime yönelik haklılığın düşman şehadeti üzerinden sağlanmak istenmesidir. Malum sürecin ana karakterinin yıllar öncesinden düşmanın şehadetine verdiği önemi hepimiz biliyoruz. Hükümet cephesi gerçekleştireceği anayasa değişikliğinin haklılığını düşmanlar edinmek suretiyle ve “bakın düşmanlarımız bu değişikliği istemiyor, o halde biz doğru bir iş yapıyoruz” ana fikri ile piyasaya sürmektedir. Çünkü bu yol çok daha fazla prim yapacak bir yoldur. Özellikle milliyetçi tabanın oylarını almak için de ince hesaplanmış bu politika, kararsız oyların bir kısmının rengini hükümet cephesine çevirmeye yetmiştir.

Hâlbuki mevcut hükümetin ta en başından beri Avrupa ülkelerine ve Avrupa Birliğine yönelik tavrı herkesin malumudur. Müzakere sürecinin Papa II. Urban’ın heykeli altında atılan imza ile başlamasının ardından Ankara’nın göbeğinde havai fişek patlattıklarını biliyoruz. Uyum süreci kapsamında gecenin bir saatinde kimsenin haberi olmadan çıkarılan onlarca yasanın varlığı hafızlarımızda hala tazeliğini korumaktadır. Ayrıca Avrupa birliğine girmek için yeni bir bakanlık icat edilmesi hakeza aynı şekildedir. Tüm bu gelişmelere rağmen, şimdi Avrupa’yı düşman olarak konumlandırmak ve mevcut anayasa değişikliğine karşı bu durumdan oy devşirmeye çalışmak tam anlamıyla hileciliktir, düzenbazlıktır.

Referandum sürecinde karşılaştığımız durumlar aslında birçok şeyi daha iyi anlamımıza yardımcı olmaktadır. İstenilen değişikliklerin neler olduğunu, bu değişikliği isteyenler dâhil ciddi bir kesim hala bilmemektedir. Ülkenin kaderi ile alakalı esaslı bir değişikliğe gidilirken halkına bu işin gerekçelerini anlatmak yerine basit politik ayaklar çevirmek, ülkede siyasal düzenin geldiği noktanın ne kadar içler acısı bir yer olduğunu göstermektedir. Halkımızın büyük bir kısmının ülke meselelerine yönelik sorgusuz sualsiz teslimiyeti, gelecek adına endişe verici boyutlardadır. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın akıl almaz noktalara gelmesi, yine istikbalimiz adına üzüntü vericidir.

Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Etrafımızdaki ateş çemberi her geçen gün daha da daralıyor. Ülke insanları olarak her zamankinden daha fazla aklıselime ihtiyaç duyduğumuz günler içerisindeyiz. Sakin olmalı, duygularımız ile değil düşüncelerimiz ile hareket etmeliyiz. Bu ülke bizim, bu topraklar bizim. Ve biz bütün kesimleri ile birlikte bu topraklarda özgürleşerek birlikte yaşayabiliriz. Yeryüzünde hakkın temsilcisi olmuş bir ecdadın torunlarıyız. Huzur, barış ve adaletin öncelendiği bir medeniyetin mensuplarıyız. Yeni bir dünyayı kuracak yegâne topluluğuz. O halde lütfen kendimize gelelim ve sadece biraz düşünelim. Hep beraber düşünelim. Biliyor ve inanıyoruz ki, düşünürsek hepimiz için hayırlı olacak. Ves’selam…

 

ÖNCEKİ YAZI HİKMETİ ARAMAK
YAZAR HAKKINDA
Fatih Tutkun
Fatih Tutkun
1981 Karabük, Safranbolu doğumlu. Ortaöğretimi Safranbolu İHL, liseyi Karabük İHL'de okudu. 1999'dan beridir Antalya'da yaşıyor ve bu şehri çok seviyor. AGD Antalya Şubesinde Tanıtım ve Medya Komisyon Başkanlığı vazifesidir. Özel bir şirkette muhasebe ve finans müdürü olarak iş hayatına devam ederken evli ve üç evlada babalık görevini ifa etmektedir.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN