GÜNDEM

Edep ve Mahremiyet

Edep ve Mahremiyet
Mahremiyet, Arapça “haram” kelimesinden gelir ve “haram olma hali” demektir.

Yasaklılık haline ise “mahremiyet” denir. Bir anlamda dokunulmazlık da diyebiliriz.

Mahremiyet kelimesi insan vücudu için, özellikle cinsel arzulara konu olması açısından kullanıldığında, cinsel dokunulmazlık anlamına gelir. Bu durumda mahremiyet, insan vücudundan bakılması, dokunulması ve hakkında konuşulması haram olan bölgeleriyle ilgili dokunulmazlık halidir.

Mahremiyet insanın yaratılışına dayanır. Hz. Adem ile, Hz. Havva’nın avret yerleri cennet elbiseleri ile örtülüydü. Yasak meyveden yediklerinde avret yerleri açılmış ve bu durumdan utanmışlardı. Allah onları, onların soyundan gelenleri uyarmıştı. Şeytanın ilk hilesi olan avret yerlerini soyup, açığa çıkarması arzusunun hiç sona ermeyeceğini bize bildirerek, buna karşı çok dikkatli olmamız gerektiğini Yüce Mevla’mız tekrar tekrar ifade buyurmuştur.

Mahremiyetin muhafazası, insandaki ar ve hayâ duygusunun korunmasının bir tecellisidir. Mahrem güzeldir, özeldir, saygıya şayandır.

Büyükler, “Mahremiyeti olmayana ihtiram (saygı) da olmaz” kaidesine sıkıca yapışarak bizler için örnek olmuşlardır. Eskiden Anadolu’daki evlerin kapılarına iki tokmak takılırdı. Bunlardan yabancı erkek misafirler için olanı üstte bulunur ve kalın seslidir. İkincisini ev halkı ve kadın misafirler kullanır. Bu tokmak altta bulunur ve ince ses verir. Böylece ev halkı hazırlıksız yakalanmamış olurdu. Son zamanlarda bazı çevrelerde özellikle büyük şehirlerde ev mahremiyetinin ihmal edilmesi, İslam edebinden uzaklaşmanın ve gayr-i müslimleri taklit etmenin bir sonucudur.

Evde mahremiyet var da, internette yok mu?

Ebu Zer’den: Allah Resûlü (s.a.v) buyurdu ki: Kim, izinsiz birinin evindeki perdeyi aralar (yahut kapalı bir yeri açar) bakarsa, haddi aşmış, yanlış yapmış olur. Bu davranış câiz değildir. Hatta bu esnada ev sahibi, (evin mahremiyetini tecessüs eden) bu adamın gözünü çıkarsa, diyet ödemesi gerekmez. Ancak, bir adam, açık kapıdan (veya pencereden) içeri bakar da evdekilerin mahrem yerlerini görürse, bu yüzden günaha girmez. Hata ve günah, kapısını (veya penceresini) açık bırakan, mahremiyete dikkat etmeyen ev sahibine aittir.”

İslam’ın yüksek edeplerinden biri de aile fertlerinden kim olursa olsun, odasına izin isteyerek girmektir. Sahabilerden biri, “Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v) “Evet” dedi. Aynı adam, “Benden başka anneme hizmet edecek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?” dedi. Rasulullah (s.a.v), “Sen anneni çıplak görmek ister misin?” buyurdu. Adam, “Hayır, annemi çıplak görmek istemem” deyince, “O zaman her girdiğinde izin iste” buyurdu.

Ancak, kapı ve pencerelerini örtmeyen, gelen–geçenin bakmasına açık hale getiren kimsenin ise, evime bakılıyor diye mahremiyetten dem vurmaya, herhangi birini suçlamaya hakkı yoktur.

İnternette aynı ölçü geçerlidir. İnternetin keşfi bize şöyle bir şey getirdi: Sadece bir klavyenin tuşlarına dokunarak başka başka insanlara evimizin kapılarını açtık. Aynı şekilde biz de başka insanların evlerine girdik. İnternet komşuyu perde arasından dikizlemek yerine başka bir araçla gözetlemeyi öğretti.

Bu sanal âlemde insanlar, sohbet odaları vasıtasıyla tanışıyor, konuşuyor, tartışıyor. Bir sosyal çevre (!) sahibi olabiliyorlar. Biz Müslümanların yeni teknolojileri sorgulamadan kullanması zamanımızın en çelişkili durumu. "İletişim ve gözetim teknolojileri geliştikçe mahremiyetler parçalanıyor"

Özellikle sosyal medya kullanımının yaygınlaşması ve sayısal iletişim teknolojilerinin küçülmesi ve cebe girecek boyutlara ulaşmasıyla birlikte bireylerin birbirlerini sürekli gözetlemesi arttı. Yüz yüze dedikodunun yerini elektronik ortamda dedikodu alıyor, elektronik sosyal ağlar bir tür “mahalle” kültürü yaratıyor, internet kullanıcıları birer “röntgenci ve teşhirci” ye dönüşüyor.

Sosyal medya kullanıcıları, çeşitli bilgisayar uygulamaları aracılığıyla eşzamanlı olarak birbirilerinin nerede, ne yaptığından kolaylıkla haberdar oluyor ve bu durum özellikle mahrem ilişkilerde önemli değişimlere ve birtakım toplumsal sorunlara yol açıyor. 

Kimsenin canı istemesin belki alamıyorlardır diye gizlice yiyen bir nesilden, yediğimi herkes görsün diye fotoğrafını paylaşan bir nesil olduk…

Sanal bir ortamda değerlerimize ters düşerek, gayr-ı meşru ilişkiler kuruyoruz. Belki bizim amacımız; yıllar öncesinden izini kaybettiğimiz ilkokul arkadaşımızı bulmak. Yani çok masumane bir niyetle, herkesin sözünü ettiği bir ortama adım atıyoruz. Yanı başımızdaki arkadaşlarımıza, ailemize, eşimize daha çok zaman ayırmak yerine, böyle bir yolu tercih ediyoruz. Bu sitelerde yayınlanan fotoğraflarımıza binlerce, milyonlarca insanın gözü değiyor. Peki, her bilgisayar sahibinin girebildiği bu sitelerde kimlerin dans ettiğini biliyor muyuz? Bu fotoğraflara hangi gözle bakıldığını ve şahsi fotoğraflarımızın hangi amaçlarla kullanıldığını biliyor muyuz? Hayır, bunu bilmemiz mümkün değil.

Chatleşme de öyle. İnsanlar “yüzüne maske takarak” farklı bir kimliğe bürünüyor. Kurt ile koyun bir birine karışıyor. Koyun dediğin karşına kurt çıkabiliyor. Kız dediğin erkek, Bekâr dediğin evli…

Normal koşullarda ulaşamayacağınız insanlara ulaşıyorsunuz. Dünyanın her yanından birilerine ulaşma şansınız var. Sınırları daraltan bir şey aynı zamanda korunmasız bir alan... Tehlikeleri riskleri bilip doğru kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.

İnternet ortamında chat yoluyla tanışan, sonra ilişkisini yüz yüze devam ettiren insanlar oldu çevremizde. Samimiyet artınca kameranın karşısında uygunsuz durumlara varan chat arkadaşlıkları duyuyoruz. Öyle çirkin durumlara maruz kaldılar ki; burada açıkça izah etmek oldukça zor. 

Haberlerde duyuyoruz. Karı-koca, baba-kız birbirinden habersiz birbirleriyle chat yapıyor. Birbirleriyle randevulaşıyorlar… ve vahim olaylar…

Nefsin, insanı her daim yanlışa düşürme ihtimalini göz önünde bulundurmak lazım. “Ben kendimi biliyorum” demek yerine, dinimizde meşru olmayan ilişkilerden, sanal da olsa uzak durmak en doğrusu. 

Üzerinde durulması gereken husus, mümin bir kadının özel resimlerinin topluma neşredilmesi konusu. Bazı fotoğraflar rahatsız edici ve ahlaki açıdan paylaşımı yanlış. Yine diğer insanların ona nasıl bakacakları. Bu da ilk olarak tesettür ve mahremiyet alanıyla ilgilidir. İkinci olarak edep ve haya duygusuyla alakalıdır. 

Hâlbuki Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) “Hayâ imandandır.” buyuruyor. İffet ve hayâ, en çok da gençlere yakışır.

Aile hayatı deyince aile ile ilgili bilgiler bilinmemeli. Aile en mahrem yer ancak; sosyal medya ile bunlar dışa yansıtılıyor. Yeri geliyor eşler, yeri geliyor arkadaşlar bir zamanlar çektikleri uygunsuz görüntüleri ihtiyaç duydukları anda kitlelerin önüne seriyor.

Ne yazık ki bazı tesettürlü kızlar da bu hassasiyetini yitirmiş durumda. “Tesettürün içini boşaltıyorlar.”  En mahrem elbise olan gelinliklerini boy boy sayfasında paylaşanlar kiminle özelini paylaşacak.

15 yaşınızda söylediğiniz veya paylaştığımız bir şey bize 20’li yaşlarda utanç verici gelebilir. İnternete konulan bir şeyi tamamıyla silmekte mümkün değil. İleride pişmanlık duymamak için tuşlarımıza aman ha sakın…çok dikkat!!!”

“Sosyal medya, modern insanın sabah ibadeti haline geldi” uykudan uyanır uyanmaz bilgisayar açılıyor.  Açılmazsa büyük bir eksiklik. Huşu ve hudu sağlanamaz oluyor…!

Facebook'u en çok kullanan ülkeler sıralamasında Türkiye dördüncü durumda. 23 milyona yakın kişi Facebook kullanıcı. Bazı gençler günün 5 saati Facebook başında geçirebiliyor. 

Bu bize ne söylüyor? Vaktinin çoğunu sohbet odalarında ya da Facebook'ta geçiren insanlar var. Sosyal medyaya kayıtsız da kalınamıyor. Burada olmanın bir ölçüsü olmalı? 

Sağlıklı olan, sanal ortamlarda mümkün olduğunca az bulunmak. Daha gerekli koşullarda kullanmak ve mümkün olduğunca gerçek hayatın içinde olmak.

Kendimizi korumak için dikkatli olmamız gerekiyor. Aslında hep kafa yorulur ya, çocukları internetten nasıl koruyalım diye. Bunun küçüğü büyüğü yok. Her yaşa açık tehlike mevcut. Gazetelerin üçüncü sayfalarında internetten tanıştı diye başlayan cinayet, tecavüz, şantaj haberlerini okuyoruz. Yeni suçlar türedi. Benim başıma gelmez diye bir şey yok. Sizin başınıza da gelir. Varlığımız sadece sanal ortamda ise varlığımızı sorgulamamız gerekiyor.

5 boşanma davasının 4'ünün nedeni sosyal medya…

Facebook ya da Twitter gibi ortamlarda sizi kaç kişinin izlediği önemli. Neredeyse bir yarış var diyebiliriz... 

Medya bizim için, çocuklarımız için, bütün toplumlar ve insanlık için değerli olan her şeyi değersizleştiriyor, bütün değerleri yerle bir ediyor”

Giyim tarzından, dinlediği müziğe, davranış biçimlerinden alışkanlıklarına kadar kişiliklerine nüfuz eden medyanın gençlerin hayatında artık ebeveynlerden daha etkili rol oynadığını söyleyebilir miyiz?

İnsanların gerçekle olan bağı gittikçe kopuyor ve ikonlar, idoller, starlar, imajlar toplumu oluyor. İnsanlar özendikleri hayatları yaşarlar. İnsanlar, onaylamadıkları şeyleri de zamanla yapmaya başlıyorlar.

Ben merkezli bir hayatı meşrulaştıran medya, gençlere bu amaç uğruna yapılan her şeyin mübah olacağı yolunda mesajlar veriyor ve gençler uçlardaki yaşam biçimlerine savruluyor. Bu yaklaşımın sonuçlarını da ebeveynlerini öldüren gençlerin cinayet haberleri olarak okuyoruz.

Bugün asıl savaş, her yerde, önce medyada veriliyor; zihinler teslim alınıyor; sonra meydanlara iniliyor, işgaller, bombardımanlar meşrulaştırılmış oluyor. O yüzden medya, nükleer silahlardan da tehlikelidir. 

 

 

 

YAZAR HAKKINDA
Batuhan Çetin
Batuhan Çetin
91 yılının karlı bir Aralık günü memur şehri nam-I diğer gri şehir Ankara’da âleme gözlerini açtı. Biraz çalkantılı bir lise döneminden sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne başladı. Eğitimi halen devam ediyor… Fikir sancıları da… Şiir okur ama bu zalime taş atmayacağı anlamına gelmez.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN