ROPÖRTAJ

Eğitim ve Gençlik

Eğitim ve Gençlik
Öncelikle okurlarımıza kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Bendeniz Halit Bekiroğlu. Elazığ doğumluyum. Hayatım Elazığ’ın Karakoçan ilçesi, Bingöl ve Malatya illerinde geçti. Daha sonra üniversite ile birlikte İstanbul’a geldim ve 1993’ten bu yana da İstanbul’da yaşamıma devam ediyorum. 1993’te Marmara Tarih Öğretmenliği bölümünü kazandım. Akabinde yine Marmara İlahiyat’ta master yaptım. Derken, ticarete atılmak durumunda kaldık, öğretmenlik yapamayacağımız için. Yine ticaret vesilesiyle Orta Asya’da çeşitli ülkelerde yaşadım. 2011’de Türkiye’ye döndüm. Daha önce farklı STK’larda görevlerim olmuştu, tecrübemiz vardı. MGV, İlim Yayma Vakfı ve İHH gibi kurumlarda tecrübemiz olmuştu. 2011’den bu yana da ÖNDER’de destek olmaya çalışıyoruz. 2015’te de başkanlık görevi tevdi edildi. Doktoram da Tarih ve Medeniyet üzerine devam ediyor. 

Peki, ÖNDER’in misyonundan bahsedebilir misiniz?

13 Ekim tarihi İmam-Hatiplerin kuruluş tarihi. İmam-Hatipler kurulduktan sonra ilk başta İlim Yayma Cemiyeti kuruluyor. Hemen akabinde, İstanbul İmam-Hatip’in ilk mezunları İstanbul İmam-Hatip Mezunları Derneği’ni kuruyorlar. Amaçları, ‘biz okulda bazı sıkıntılar yaşadık, arkadaşlarımız bu sıkıntıları yaşamasın.’ diye böyle bir dernek kuruyorlar. Dernek, zaman içinde sadece İstanbul İmam-Hatip ile sınırlı kalmayıp diğer İmam-Hatip liseleriyle de ilgilenmeye başlıyor. 12 Eylül’den itibaren de isim değişikliğine gidilip, sadece İstanbul İHL ile sınırlı kalmasın diye ‘imam’ kelimesinin Türkçe karşılığı olan ‘önder’ ismi tercih ediliyor ve ÖNDER olarak devam ediyor. Bugün Türkiye genelinde 500’ü aşkın mezun derneğimiz ile birlikte, İmam-Hatiplilere hizmet ediyoruz. 

Okul kurumu ile ilgili yanlış kabuller var. Bizler, Türkiye’deki öğrenciler ve veliler olarak bilhassa, öğrenimi sadece okulda olabilecek bir olguymuş gibi görüyoruz. Sizce de eğitim okuldan mı ibarettir?

Çok güzel bir soru. Günümüzde tam da müfredat tartışmalarının olduğu, eğitim sistemimizin yeniden müzakere edilmeye başlandığı bir dönemde, ben bunu önemsiyorum ve bunu daha çok tartışmamız gerektiğine inanıyorum. Bir defa, bizim hayata bakışımız burada çok önemlidir diye düşünüyorum. Biz hayata bütüncül olarak bakması gereken bir inanca sahibiz. Yani doğmaktan ölüme kadar ve ölümden ebedi hayat dediğimiz yaşama kadar hepsini göz önünde bulundurarak bakmak durumundayız. Ama Türkiye’de eğitim sistemi, ya da daha genel olarak modern eğitim sistemi hayatı parçalamak üzere kurgulanmış bir anlayışa sahip. Böyle olunca, çocuğun ilkokul dönemi ortaokuldan, ortaokul dönemi liseden, lisesi üniversiteden, üniversitesi hayattan kopuk hale geliyor.  Bizim anlayışıma göre, Peygamber aleyhisselamın söylediği gibi, beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. Dolayısıyla, ilimin, bilginin, öğrenmenin yaşı yok. Son nefese kadar ilimle uğraşması gereken insanlarız. 

Eğitimin bahsettiğiniz gibi tasnif edilmesi, ileride de bir takım sorunlara yol açabiliyor. Örneğin, sadece kitap okuyan veya 2+2 işlemini yapan ancak hayata dair tecrübesi olmayan gençler yetişiyor. 

Bir örnek anlatayım. Bu eğitim sezonu başlarken, bir arkadaşımız şahit olmuştu. Gerçekten de üzüldüm. Türkiye’de ilk bine giren bir çocuk, bir tıp fakültemizde kayıt için sıraya giriyor, arkadaşım da gözlem yapıyor. O da kendi yakınını kayıt için götürmüş. Çocuk ilk bine girmiş, muhtemelen müthiş derecede test çözüyor, sınavda büyük başarı elde etmiş. Yani nereden bakarsanız bugünkü eğitim anlayışına göre çok makbul bir tip. Ancak o çocuk yanlış sıraya giriyor, iki saat yanlış sırada bekliyor, daha sonra bunu fark ediyor ama hangi sıraya gireceğini bilmiyor. Sonra, formu nasıl dolduracağını tam bilmiyor. Ve çocuk, epeyce sıkıntı çekiyor. Bu abimiz ona yardımcı oluyor. Yani, bizim bu kadar ‘başarılı’ gördüğümüz bir çocuk, daha kendi kayıt işlemlerini yapamıyorsa, bakkala gidemiyorsa, günlük yaşamdaki ufacık bir problemi çözemiyorsa, bizim bunu sorgulamamız lazım. Biz bu çocuklara ne yaptık? Neden bu hale geldik? 10 dakika içinde 20 soruyu makine gibi çözmeyi biz başarı olarak görür olduk. Bu eğitim sistemi, hepimizi istisnasız buna sevk ediyor. Biz şu anda farklı düşünüyoruz ama günün sonunda bizim çocuklarımızın hayata atılması lazım. Biz de bilerek/bilmeyerek, isteyerek/istemeyerek bu daraltılmış eğitim mantığına haps oluyoruz. 

Kendim de yaşadığım için sormakta yarar görüyorum. Gençler, kendilerine bir sınır çiziyor ve bu sınırın içine kimseyi kabul etmiyorlar. Bu bencillik, bilhassa toplu taşıma araçlarında yaşlılara yer vermemek olarak kendisini gösteriyor. Siz, bu davranışın altında neleri görüyorsunuz?

Benim şöyle bir ön kabulüm var, öncelikle onu paylaşayım: Bizler nasılsak, gençler de öyledir. Yani, biz büyükler, bizim dönemlerimizin, şimdiki dönemden daha iyi olduğunu söyleriz. Bu durum tarih boyunca da böyledir. Eski metinlerde de ‘zamane gençleri çok değişti, çok terbiyesiz oldu’ gibi ifadelere satır aralarında rastlarsınız. Bizim inancımızda da bunun bir karşılığı var. ‘Bir toplum, kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.’ ayeti, ‘biz neysek, gençlerimiz o; biz neysek, yöneticilerimiz o’ sonucunu doğuruyor. Dönem dönem biz bazı suçları topluyoruz, bir yere bocalıyoruz. Bazen gençlik oluyor bu, son dönemde öğretmenler oluyor… Ama bu öğretmen bu toplumda yetişiyor… Bizlerdeki yozlaşmalar, bencillikler, hastalıklar çocuklarımıza yansıyor. Bizzat yaşadım. Ben eve gittiğimde eğer televizyonun karşısına geçersem, çocuk kendine farklı bir alan seçiyor. Ben elime gazete, kitap alıp okursam; çocuk buna benzer bir şey yapıyor. Hemen yapmıyor ama bir süre sonra o da bu moda geçiyor. Ben oturup sohbet edersem, çocuk bir süre sonra bu sohbete dâhil oluyor. Aslında biz neysek, gençler o. Bu ülkenin dindar insanlarının, dini konularda hassas insanlarının, bazı imkânlara kavuşmasından kaynaklı hastalıkları; para olabilir, mevki-makam olabilir; bunlardan kaynaklı hastalıkları çocuklara ve gençlere yansıyor diye düşünüyorum. 

Son olarak, sizler uzun yıllardır gençlerle hemhalsiniz. Gençlere neler tavsiye edersiniz?

Ben birkaç hususun hep altını çiziyorum, onları hatırlatayım. Türkiye’nin eğitim sitemini konuştuk, modern eğitim sistemini konuştuk. Modern eğitim sistemi aslında kişinin neredeyse düşünmemesi üzerine kurgu yapar ve kişi zaman içerisinde makineleştirilir. Bireyselleştiğini, özgürleştiğini zanneden kişi aslında büyün çarkın bir parçası haline gelir. Ben o yüzden gençlerin düşünmesini isterim. Ama düşünün demekle düşünülmüyor. Düşünebilmek için, olmazsa olmaz bir şart okumaktır. Okumadan düşünme olmuyor. Okumanın da bir şartı var, o da dertli olmaktır. Dertli olduğunuz zaman, okuma ihtiyacı hissediyorsunuz. Sadece okumak için okumuyorsunuz. Bir derdinizin olması lazım. Bir aşk romanını, bir gencin okuması için aşkla bir tanışıklığının olması lazım, âşık olması lazım ki o şiiri, romanı, edebiyatı okuyabilsin. İki asırlık yaşadığımız sıkıntıları gidermek için, Müslümanların yeniden kendine gelmesi için, dünyanın yaşadığı büyük krizin çözülmesi için bir derde, bir ideale ihtiyacınız var. Bu ideali, hisseden bir genç mutlaka okur, okuyan mutlaka düşünür ve düşünen de mutlaka bir çözüm bulmaya çalışır. O düşünme, sorgulama bir süre sonra insanı çözüme zorlar. Genç yaşlarımızda biz bu STK’ların içinde olduk. Bazen gençlerle konuştuğumuzda bu hizmetleri birer angarya gibi görenler olabiliyor. Oysa hayatımın en büyük tecrübelerini ben sivil toplumda yaşadım. 

Erbakan Hocamız da ‘Bu teşkilatlarda yetişen 4 fakülte mezunu gibidir.’ sözüyle de bu durumdan bahsediyor. Genç, eğitim için sadece okula gittiği zaman bu eğitimler alamayabiliyor. Ancak, böyle kurumlarda sorumluluk aldığı zaman hem kendini aşıyor hem de inandığı yolda mesafe kat etmiş oluyor. Bu açıdan da öyle zannediyorum ki bu durum önemli.

Biz bunları yaşadık. Rahmetli Erbakan Hoca’nın bazı kamplarına, özel sohbetlerine katıldık. Ve gerçekten bu tecrübenin, eğitim-öğretim ayrımı yaparsak, öğretim ile elde edilemeyeceğini gördük. Hatta, Hocamızın yine benzetmesiydi: Birisine yüzmenin her türlü kuralını öğretisiniz ama o kişi gelip yüzmediği sürece yüzmeyi öğrenmemiştir. Bu işlerin içerisine girip hizmet etmek anlamında bunu söylerdi. Günün sonunda, öğretimi vermek yetmiyor. Çok iyi tarih, edebiyat, matematik bilebilir. Bunu eğitim ile desteklemek gerekiyor. Eğitim de hayatın içinde, yapa yapa, yaşaya yaşaya olur. Bunu yaşatmadan, gerçek anlamda eğitim olmaz. Öğretim yapabiliriz. Bugün okul bunu yapıyor. Bolca bilgi yığıyor çocuklara ama eğitimi yapmıyor. Eğitim ve öğretim aslında birbirini tamamlayan iki husustur.

YAZAR HAKKINDA
Enes Malik Yılmaz
Enes Malik Yılmaz
İstanbul'da doğdu. Doğduğu şehrin karmaşası içinde büyüdü. İlk ve orta öğrenimini hala tamamlamadığını düşünüyor. Liseyi İstanbul, Eyüp'te bitirdi. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrencisi. Arkadaşı vasıtası ile tanıştığı ve Necmettin Erbakan'ın cenazesinde idrak etmeye başladığı Mili Görüş'te mücadele etmeye çalışıyor.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN