FİKRİYAT

Fatih Tekke, Leblebi ve Ben

Fatih Tekke, Leblebi ve Ben
2000’li yılların başlarıydı sanırım. Daha zihnimde ‘takım’ olgusu yeni yeni oturmaya başlamıştı. Ailenin Trabzon’lu olmasından Trabzonspor’lu olmayanlara ‘hain’ gözüyle bakılmıyordu bizim ailede genelin aksine. Sanırım babamın da İstanbul’da büyümüş olması bu duruma ciddi etkide bulunmuştu. Yoksa akraba ziyaretlerinde ablamın Fenerbahçe’li olduğunu duyanlar, şakayla da karışık olsa bir ayıplamada bulunurlardı. Radyoya dair ilk zihnime yerleşen iki husus vardı, birincisi Trabzonspor, ikincisi de Arkası Yarın. Dolayısıyla ‘aileden gelme’ bir geleneksel Trabzonsporluluk başgösterdi bendenizde de. Malum futbol, gol atmaya dayalı bir oyun. Ne kadar gol atarsan o kadar iyisindir. Bu sebeple de her ne kadar takımın diğer oyuncuları iyi oynasa da golü atan futbolcu yıldızlaşır, beğeni toplar.

O dönemde de Trabzonspor’un yıldız ismi Fatih Tekke. Adam her açıdan gol atıyor. Boyu uzun olmamasına rağmen neredeyse ceza sahası dışında kafa golleri atıyor. Bende de bu adama karşı başladı bir hayranlık. Aslında bu hayranlıktan da çok öte bir durumdu, resmen bağlanmıştım. Fatih Tekke’nin yıldızı sadece benim dünyamda parlamadı. ‘Parayı veren düdüğü çalar.’ mantığı da futbolun her bölümünde yaşanıyordu. ‘Düdüğü çalar’ derken burada kinaye var. Hakemin düdüğü de çoğu zaman paraya doğru çalıyor ama sanırım bu konuya girmemeliyim. Fatih Tekke ligde gol kralı olunca, yerli zengin kulüplerden de teklifler gelmeye başladı. Hatta bir defasında ‘fotoşop’ programının güzide ülkemizde yeni yeni kullanılmaya başlandığı zamanlarda son derece zeki bir gazeteci bu futbolcuya bir başka takımın formasını giydirmiş, benim de gecelerce uykusuz kalmama sebep olmuştu. Yalan haber de böyle birşey işte, sadece haberi yapan ve haberi yapılan kişileri etkilemiyor. Durum daha da ileri gidip, Fatih Tekke’nin transferi kesinleşmeye başlayınca, televizyonun karşısında dakikalarca ağladığımı daha dün gibi hatılıyorum. Ağladım, gözyaşlarım kurudu, Fatih Tekke suyun karşı yakasına gitti. Sonra ben ağlayacak daha esaslı sebepler de buldum. Ancak yıllar sonra, ‘aileden gelme’ Trabzonsporluluğuma son vermem gerektiğini düşünerek futbolla arama mesafe koydum.

Yaklaşık 3 yıl kadar da futboldan uzak durdum. İlerleyen zamanlarda Trabzon, Trabzonspor ve Fatih Tekke üzerine fazlaca düşünme fırsatım da oldu.  Sonraları anladım ki, Trabzonspor’lu olmak, sadece bir şehrin futbol takımını alelade bir şekilde desteklemek değildir. Trabzonsporlu olmak, güç ittifakına karşı, bahanelere rağmen birşeyler yapılabileceğine de inanmak aynı zamanda. Fatih Tekke de yeni yüzyılda harabeye dönen Trabzonspor’da ortaya çıkan bir umut ışığı aynı zamanda. Neyse efendim, gelelim Fatih Tekke’nin akıbetine.

Fatih Tekke suyun karşı yakasına gitti, kupalar kaldırdı, goller attı. Ancak gel gelelim bir türlü birilerinin ‘ego barajını aşıp’ Milli Takım’a giremedi. Yıllar sonra Türkiye’ye döndüğünde başka takımda forma giymesine rağmen Trabzonsporlu olduğunu da dile getirdi. Fatih Tekke her ne kadar başarılı olsa da kendi ülkesinde rağbet görmedi. Birçok kimseler onun başarılı olduğunu takdir ediyordu ancak falanca Avrupa takımında yedek olarak da olsa kadroya giren falanca kişi kadar dahi haber olmuyordu. Tüm bunlara rağmen, Fatih Tekke orta yollu duruşunu hiç bozmadı. Futboldaki göbekli ve enseli beylere hep karşı durdu. Bu topraklardan, bu insanlardan biri olduğu duygusunu tam olarak hissettirdi insanlara. Ne gelip geçici bir rüzgar oldu, ne de o rüzgarda sürüklenen bir çöp. Zaten mühim olan da bu üçüncü seçenek olabilmek değil mi? Ne rüzgar ol, ne de rüzgarda sürüklenen çöp. Ben Fatih Tekke’nin bu durumunu fazlasıyla leblebiye benzetirim. Çerez tabağında ne badem ya da fındık gibi seçilen ve erkenden biten; ne de tuzlu fıstık gibi en sona kalan ve hatta kimi zaman çöpe dökülen. Yani fazlasıyla bu topraklardan, fazlasıyla mutedil.  Mesela leblebi tozu diye bir şey var, kime söylesen bir tebessüm kaplıyor çehresini. Bir Fatih Tekke de aynı öyle mutlu kılıyor beni, bir Emin’in Vefa’dan getirdiği leblebi tozu. Üçü de vâr olsun. Emin de, leblebi tozu da, Fatih Tekke de.

 

ÖNCEKİ YAZI BU NESİL KİMİN ESERİ
YAZAR HAKKINDA
Enes Malik Yılmaz
Enes Malik Yılmaz
İstanbul'da doğdu. Doğduğu şehrin karmaşası içinde büyüdü. İlk ve orta öğrenimini hala tamamlamadığını düşünüyor. Liseyi İstanbul, Eyüp'te bitirdi. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrencisi. Arkadaşı vasıtası ile tanıştığı ve Necmettin Erbakan'ın cenazesinde idrak etmeye başladığı Mili Görüş'te mücadele etmeye çalışıyor.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN