GELİŞİM
Geleceği Kaygılardan Kurtarmak
Geleceğe yönelik oluşan bu kaygı, dışımızdaki dünyanın koşulları ile birlikte geleceğe yönelik algımız ile de yakından ilişkilidir. Herhangi bir risk, endişe alanından uzak; zahmetsiz, rutin, … bir geleceğin tek/en makul seçenek olarak önümüze koyulan algısının sosyal gerçeklikler ile uyuşmaması kaygının temel nedenlerindendir. Elbette kişinin hak ettiğini düşündüğü hayatı istemesinde, konforlu ve stressiz bir gelecek hayal etmesinde herhangi bir beis yoktur, bilhassa gayet tabiidir. Ancak, tüketim odaklı lüks bir yaşantının başarı ve itibar göstergesi olarak tüm medya, sinema vb. kanallar aracılığıyla topluma dayatıldığı ve toplumsal algının arzu edilen yönde manipüle edildiği küresel bir dünyada olumlu anlam taşıyan “gelecek” anlayışı bu samimi beklentilerin çok ötesine işaret etmektedir. Lüks ve konforun ‘özenti’ haline getirildiği bir kültürel yapıda bireyler refahı değil, tüketimi öncelemektedir.
Bu gelecek algısı değişimden korkmayı, bu korku ise kaygıyı beslemektedir. Mevcut düzeni korumak uğruna yeniliklerden/değişimlerden kaçmak kişiyi (etrafındaki dünya hızla değişirken) kendi ördüğü kafese hapsetmektedir. Kişi, bu konfor alanın dışarısına çıkmayı büyük bir tehlike olarak gördüğünden her türlü değişime karşı olacak, hayatın kendisine sunduğu fırsatları daima ıskalayacaktır. Hâlbuki yeniliklere karşı cesur bir tavır takınmanın insana sunacağı imkânlar eşsiz olabilir. Yaşadığı semti, çalıştığı sektörü, hoşnut duymadığı mesleği, körü körüne bağlandığı dünya görüşünü terk etme/değiştirme cesareti pek az insanın başarabildiği bir girişimdir. Çünkü toplumsal hafızanın, bireylerin zihinlerinde inşa ettiği gelecek algısından yola çıkarak böyle bir değişim/dönüşüm sürecini göze almak pek ihtimal dâhilinde gözükmemektedir.
Her türlü riskten uzak, konfor içerisinde yüzülen bir gelecek arzusu her ne kadar tabii gözüküyor olsa da insanın imtihan edildiği gerçeğini ıskalamaktadır. Hayatımızın her an bir imtihan olduğu gerçeği; riskin, değişimin, yeniliğin aslında hayatın bir kanunu olduğunu hatırlatmaktadır. Kuran’daki pek çok ayette bu dünyada imtihansız bırakılmayacağımız ifade edilmekte, hayatın anlamının merkezinde iman ve imtihan olduğu vurgulanmaktadır. Mallardan, kazançlardan, çocuklardan eksilme, vb. gibi sahip olduğumuz nimetlerden uzaklaştırılma ile imtihan vereceğimiz olgusu sürekli anlatılmaktadır. Şüphesiz ki zenginlik, mülkiyet, bolluk da bir imtihan olarak karşımıza çıkabilir. Fakat bilinmelidir ki İslam’ın zenginlik anlayışı, günümüzdeki doymak bilmez lüks ve tüketim tutkunu, daima daha çok kazanmak odaklı insanı yetiştiren kültürel anlayışı içerisinde barındırmamaktadır. Kendisine yıkılmaz bir konfor alanı inşa etmeye çalışarak sürekli kazancını çoğaltma peşinde koşan, etrafındaki sosyal gerçekliğe karşı umursamaz tavır takınarak elde ettiklerinin kalıcı olduğu yanılgısına düşen insan, bir imtihan dünyasında yaşıyor olduğunu unutmuştur.
Bir diğer taraftan fark edilmelidir ki; Yaratıcıya gerçek bir teslimiyet, geleceğe dönük her türlü kaygıyı düşüncelerden uzaklaştırmaya yetecektir. Zira Rabbimiz bu konuda kuşların durumunu bizlere misal getirmektedir. Onların sabahları gagaları boş çıkmasına karşın akşam dolu bir şekilde dönmeleri gibi bizlerin rızkının da unutulmadığını, bu konuda endişelenmenin şeytanın bir oyunu olduğu gerçeği Kuran’da belirtilmektedir. Bu durumun bilincinde olan bir insana henüz ne kadarını görebileceğini dahi bilemediği bir gelecek için kaygı duymak yersiz gelmelidir. Kısaca, geleceğe yönelik tasavvurlar modernist bir algı yerine Rahmani bir bilinçle şekillendiğinde, kaygı kendiliğinden kaybolacaktır.
ÖNCEKİ YAZI
DEFTER KABUĞU & İSTANBUL’U KAPLAMAK
SONRAKİ YAZI
30 GÜN TEKNOLOJİ ORUCU
YORUMLAR
YORUM YAPIN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ