KÜLTÜR SANAT

Hadi Bir Türkü Daha Söyle

Hadi Bir Türkü Daha Söyle
Olması gerektiği gibi serin ve hüzünlü bir Eylül akşamında yine olması gerektiği gibi mutfakta cebelleşen ben ve yine olması gerektiği gibi sazıyla konuşan aziz dostum Selman. Beş sene evvel yurt edindiğimiz İstanbul’a bağlı Sultanbeyli ilçesinin Fatih mahallesindeki gecekondumuzda olağan işler yapıyoruz. Bir kaç akort ayarından sonra nihayet giriş yaptığı şarkının hangi şarkı olduğunu tahmin etmeme izin vermeden çatallaşmış sesiyle başlıyor şarkıya;

Bir anadan dünyaya gelen yolcu

Görünce dünyaya gönül verdin mi

Kimi böyük, kim böcek, kimi kul

Merak edip heçbirini sordun mu

Selman'ın dikili ağacım dediği iki şeyi var: Birincisi şu an elinde bulunan sazı, ikincisi de Beşiktaş’ın Ümraniye tesislerinde antrenman ziyaretine gittiğimizde Serdar Özkan'dan ısrarla istemesine rağmen alamadığı fakat sonra bir punduna getirip ikna edip koparttığı kramponları. Çok önemli halı saha maçları dışında giymediği bu kramponlarına gözü gibi bakar ve her daim sazını astığı duvarda yan yana dururlardı. İyi bir kanat oyuncusudur Selman, ben de iyi bir forvet olunca gayet uyumlu bir çift oluruz. Bu sebepten maçlara bizi paket halinde davet ederler. 

Hiç tanışma fırsatı bulamadığı annesini erken yaşta kaybeden Selman, babasının da vefatından sonra üvey annesi ve üvey kardeşine bakmak zorunda kaldığından birincilikle bitirdiği ticaret meslek lisesinden sonra İstanbul’a çalışmaya geldi. Ben ondan 1 sene evvel liseyi yarıda bırakıp İstanbul’da işe girdiğim için Selman'ın sadece bavulunu alıp gelmesi yeterliydi. Nihayet öyle veya böyle tekrar kavuşmuştuk. O günden sonra zaten ne yaptıysak beraber yaptık. Mayıs ayı geldiğinde her hafta sonu Burgazada'daki Madam Maharta koyuna çadır atar mutlaka bir geceyi orada ki dalgalar gel git yaparken çakıl taşlarının iç huzuru sağlayan sesini dinleyerek geçirirdik. Yüzlük Alman markası bir motosiklet alıp İstanbul’un trafik sorununu da kendi adımıza çözmüş, yetmemiş bir de o motosiklet ile 800 km uzaktaki memleketimize 23 saatte gitmiştik. Gece vardiyasından çıkıp sağlam bir kahvaltı yaptıktan sonra bir play-station dükkânına gidip beraberce oyun oynar ardından gece tekrar işe gideceğimiz aklımıza gelir ve 3-4 saat uyumak için eve koşardık. Evimiz müsait olduğundan mahalledeki çocuklarla da aramız epey iyiydi. Selman onlara derslerinde yardımcı olur özellikle matematik dersleriyle yakından ilgilenirdi. Ben de işin ikram boyutuyla. Hatta kemik bir kadro oluşturup kendimize bir takım bile yapmıştık: Hasan, Ahmet, Arif, Mithat, Yunus, ben ve Selman. Her fırsatta antrenman yapar, ders çalışır ve Selman'dan türküler dinlerdik. 

Yine bir gece vardiyasında sabaha karşı 4 sularında derin ve acı bir çiğlik sesiyle irkildik. Koşarak sese doğru gittim zira ses aziz dostum Selman'a aitti. Gittiğimde yerde sağ ayağını tutarak bağırıyordu. Beni görünce " gitti baba bacak gitti " diyerek ağlamaya başlayınca bir anda gözüm ayağına gitti ve ben de ağlamaya başladım. Forklift nasıl olduysa sağ bacağının üstünden geçmiş, bilekte ciddi hasara sebep olmuştu. Telaşla ambulans dahi beklemeden arabaya attığımız gibi hastaneye gittik. Yarım saat sonra üretim müdürü ve şirket ortaklarından biri geldiğinde ne yaptınız diye sordular. 

- Hallettik doktor bakıyor şimdi. 

- Yok onu sormuyorum, iş kazası mı dediniz ?

- Nasıl? 

O anda ancak "nasıl" diyebilmiştim. Çünkü bir insanın bu kadar vicdansız ve ahlaksız olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Tabi sonrasında yaşanan süreç zalimliğin herhangi bir sınırı olmadığını öğretti bana. O gün iş kazası dediğimiz için şirkete önce polis sonra bilirkişi heyeti gitmiş. Birçok eksik ve ihlalden dolayı ceza kesilmiş. Tabi bunun sonucunda da önce beni sonra rapor tarihinin bitmesini bekleyip Selman'ı çıkardılar işten. Mahkeme hala devam ediyor tabi ki de olan bize oluyor. 

Doktorlar ayağın düzelme şansının olmadığını proteze uygun bir şekilde kesilmesi gerektiğini anlattılar bana. Onlar anlattılar da ben bunu Selman'a nasıl anlatacağım. Hayatı futbol ve bağlama olan adama daha futbol oynayamayacaksın nasıl denir. Biraz toparladım kendimi ve girdim odasına hem gülümsüyor hem gözümden akan yaşları siliyordum. 

- Noldu oğlum ne tribe girdin yine?

- Kurtuldun kardeşim hadi gözün aydın.

- Hayırdır ya neyden kurtuldum?

- Doktorla konuştuk da şimdi, artık senin onca mücadele edip kalenin ağzına kadar getirdiğin topu ben tek vuruşla auta atamayacakmışım. 

Daha fazla dayanamayıp koy verdim, salya sümük ağlamaya başladım. Gittim sımsıkı sarıldım. Bir müddet sonra bana baktı “oh be” dedi titrek bir sesle. Ben de hem futbol hem bağlamayı bir arada nasıl götüreceğim diye dert ediyordum şimdi rahatladım...

İşte hayat böyle; ne zaman ne karşına çıkartacağı belli olmuyor. İyi ki yanımızda dostlarımız var. Neyse ben şu yemeği götüreyim artık içeriye,  yoksa söylenmeye başlar Selman. 

- Sustun! Hadi bir türkü daha söyle de yemek hazır sayılır. 

- Ne yemekmiş arkadaş iki saattir hazır olamadı sanki düğün yemeği yapıyorsun.

- Şeyi söylesene "Sizde şah diyeni öldürürlerse ben de bu yayladan şaha giderim”.

ÖNCEKİ YAZI İYİLİK GÜZELLİK
YAZAR HAKKINDA
Ersin Baş
Ersin Baş
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN