GELİŞİM

Hikmeti Aramak

Hikmeti Aramak
Allâh Rasulü, “Soru ilmin yarısıdır” der. Soru, bilgiye giden yolların belirli yöntemlerle denenmesi ve genişletilmesi içindir. İnsan temyiz sahibi olduğundan bu böyledir: Onun için doğru bir biçimde yaşamanın yolunu araştırmak, onu yanlış olan yollardan ayırt edebilmek ihtiyacı vardır. İnsan araştırmasına ancak soru aracılığıyla başlayabilir. Soru olmadığı takdirde, sürekli tekrar edilen ve doğruluğu kabul edilmiş bir takım kanaatlerin doğru oldukları varsayımı üzerine hareket edilir. İnsana verilen biricik ömür varsayımlara göre biçimlendirilirse, sermaye kediye yüklenmiş demektir.

En başından beri filozoflar için esas mesele; hangi bilginin doğru olduğunu, hangisinin kanaat olduğunu anlamakla ilgiliydi. Nihayetinde felsefenin amacı hakikati tanımaktır ve bunun için de hakikatin sırrı olan hikmeti aramaktır. Bir bilgi olarak hakikate yönelebilmek için kanaatlerin, yorumların, bakış açılarının haklarını vererek hakikati onlarla sınırlamadan ilerlemek ihtiyacı vardır. Nihayetinde her bilenin üstünde bir bilen vardır.

Şu hâlde anlaşılır ki hakikate yönelebilmek için bir aşk gerektir. Ancak âşığın katlanabileceği imtihanlarla doludur onun yolu. Çünkü hakikat biriciktir, onda bir ikinciye yer yoktur. O hâlde ona gidenin kendini unutması gerekir ki o biricik olan açığa çıksın. Bu ise ancak aşk demektir. Çünkü insan yalnızca aşk duyarsa kendini feda edebilir ve ancak sevgi varsa kendinden geçip ermesi gerekene erebilir.

Sevgi ya da aşk, felsefenin özüdür. Felsefe sözcüğü, sevmek (phileo) ve hikmet/bilgelik (sophia) sözcüklerinin birleşmesinden türetilmiş olup “hikmet sevgisi, hikmet-şinâslık” olarak çevrilebilecek bir ifadedir. Müslüman âleminde filozoflara hâkim, yani hikmet ehli denilmesi bu yüzdendir. Ama onlar aynı zamanda âşıktırlar da: Hikmeti sever ve onu ararlar.

“Hikmet nedir?” denilirse; o, özü itibariyle şeylerin hakikatini ifade eder. Hakikatle aynı kökten gelen hikmet sözcüğü, en sade ve açık anlamıyla olmaya gelmiş bir şeyin görünüşünün ardındaki esas sebeptir. Bir işin hikmetinden kasıt, o işin ortaya çıkmasına sebep olan şeylerdir. İnsan aklı olayların dış yüzüne, görünüşüne bakarak hüküm vermeye yatkındır. Ama her olay ve olgunun bir de göze gözükmeyen iç yüzü, derinliği vardır. Hikmet, esasen göze hemen görünmeyen iç sebepleri işâret eder. Hikmet ehli olarak filozoflar da olayların iç yüzünü, onları ortaya çıkaran sebepleri ararlar.

Modern dünyada bilgi, yüzeysel bir şekilde tanımlanmakta. Bir şeyin bilgisi, o şeyin zahirine ve çeşitli ölçümler neticesinde ortaya çıkan dışsal değerlerine ilişkin olarak belirlenmekte. Modern dünyanın bilimsellik ölçütü olan pozitivizme göre olgu ve olaylar, ancak insan algısıyla yapılabilen ölçümler tarafından belirlenir. Bunun sebebi, modern dünyada bilginin kaynağı olarak insan aklına müracaat edilmesidir.

Bilginin insan aklından kaynaklandığına ilişkin inanç, daha önceleri de mevcuttuysa da Rönesans döneminde yaygınlaşmaya ve genel bir kabule dönüşmeye başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan Hümanizm, “her şeyin ölçüsü insandır” düsturuna bağlanmıştır. Her şeyin ölçüsü insansa bilginin de biricik ölçüsü insandır ve tek geçerli ölçüt de akıldır, sonucuna ulaşılmıştır.

Gerçekte öyle midir? Yani her şeyin ölçüsü insan mıdır sahiden?

Hikmet ehli olarak filozof, “soru ilmin yarısıdır” diyerek gözünün gördükleriyle, aklının ölçtükleriyle yetinmez ve her şeyi sorgular. Her şeyin ölçüsü insan olsaydı, tüm bu âlem ancak insan için olurdu ve insan da onda dilediği gibi davranır ve yaşardı. Aynı durum her insan için geçerli olmuş olduğunda, yani her insan dilediğini yapmaya kalkıştığında ne olurdu? Hak ya da hukuk mümkün olur muydu?

Müslümanlar kendilerini bir hükme bağlamış ve ona teslim olmuş kişilerdir. O hükme göre de “insan başıboş bırakılmış değildir”. Yerçekimi kanunundan ahlâk kaidelerine kadar birçok sınırlamayla çevrelenmiş olan insan, salt akla değil, başka bir “ölçü”ye göre de yaşamak zorundadır. İşte bu ölçü, hikmet ile ifade edilmiş: Olayların hakiki nedenleri, onları ölçtüğümüz aklımızın erişemediği başka bir ölçüye göre meydana gelmektedir. Biz ancak görüşüne bakarak olayların sebep-sonuç ilişkisini görebildiğimize hükmetsek de onlar aklımızın sınırlarına ulaşamadığı bir hikmet ile tezahür etmektedir.

Şu hâlde evvela söylenmelidir ki felsefenin yegâne uğraşı da hikmeti aramak, ona aşk ile bağlanmaktır.

YAZAR HAKKINDA
Alper Gürkan
Alper Gürkan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN