KÜLTÜR SANAT

Karar

Karar
Abdest aldı, balkona oturdu. Namaz vaktine henüz zaman vardı. Temmuz ayının sıcağından olsa gerek bunalmıştı. Evinin karşısındaki yeni yapılmış siteye bakıyordu. Hani şu alış veriş merkezi, yüzme havuzu, fitness salonu, çocuk parkı vesaire içinde olan anne babaların oğullarının evlerine çat kapı girmesini önleyen giriş kapısında güvenlik görevlileri olan siteler var ya, onlardan işte. Artık bu sitelerden her yerde var. Anadolu’nun bozkır şehirlerinde bile ya bir gecekondunun ya da kırk elli senelik eski usul apartmanların karşısına iki senede dikiveriyor zengin müteahhitler. Şehrin sonradan görme zenginleri bu sitelerden hemen bir daire alıyorlar. Hısıma akrabaya hava olsun diye. Bizim ihtiyarın dairesi de biraz önce bahsettiğimiz kırk elli senelik eski usul apartman dairelerinden biri. Salonundan balkona açılan bir kapısı var. 

Oğlu ortaokulu zar zor bitirince önce tutturdu, ‘Ben okumam.’ diye. Bir iki sene tarlada, bağda, bahçede çalıştı köyünde. Baktı çiftçilik zor iş; gözü yemedi. Açıktan liseyi bitirdi. Askerden geldikten sonra da yine açıktan iki yıllık bir üniversite diploması aldı. İmtihanla devlet kapısında iyi kötü bir memuriyet alınca bizim ihtiyar köyde tarla, bağ, bahçe neyi varsa sattı, bu küçük daireyi aldı. Köyden münasip bir kızla evlendirdi. Yirmi beş senedir beraber yaşıyorlar. Oğluna erkek evlat bahşetmedi Yüce Mevla; iki kızı oldu. 

Büyük torun üniversiteyi bitirdi, edebiyat öğretmeni oldu. Kendisi gibi bir öğretmen oğlan buldu, evlendi üç ay önce. Fakat damatla araları bozuk galiba, baba ocağına geri döndü. Küçük torunu lise sonda, aklı bir karış havada bir kız. Laf aramızda ‘Her hafta ayrı bir oğlanla geziyor.’ diyenler var. Gözümüzle görmedik günahı boynuna. İhtiyarın hanımı kendi tabiriyle Köroğlu, üç sene önce vefat etti. 

Oğlu yanında gölge gibi kaldı, varlığı yokluğu belli değil. Evden camiye camiden eve işte... Yemek verirlerse yer, vermezlerse istemez. Hem kendinin hem oğlunun huzuru kaçmasın diye hiçbir şeye karışmaz. Gelini Nebahat, salonda yirmi senelik divana oturmuş büyük torunuyla konuşuyordu. Balkonun kapısı açık, ihtiyar merak etti ve kulak kesildi. Kızın iki gözü iki çeşme kaç gündür ağlıyor. 

‘Kızım ağlama, senin ne suçun var? Kaynanan olacak avratta hep kabahat, sürünesice. Ben seni ona hizmetçi olasın diye mi yetiştirdim? Bunca sene dişimizden tırnağımızdan arttırıp okuttuk, niye? Meslek sahibi ol, kendi paran olsun, kaynana koca elinde ezilme diye. Kaynanan da o boyu posu devrilesice kocan da seni hizmetçi bellediler. Hem dışarda çalış hem evde çalış, bu haktan reva mı? Yok, yok olmayacak. Böyle ömür çekilmez. Boşan gitsin. Gül gibi devlet kapısında memuriyetin var, paran var, pulun var, gençliğin var, güzelliğin var. Hem senin yiyeceğin iki kaşık aş babanın tahinini kurutmaz. Sen bizim kıymetlimizsin, el âleme ezdirmeyiz.’

Küçük torun hemen atladı lafa. Eşşek sıpası iş bilmez, söz bilir. ‘Ablacığım artık bir karar vermelisin; ama bence annem haklı. Ne o öyle üç ay olmadan tartışma falan? Belli ki enişte bey annesinin sözünden çıkamıyor. Kadın sizin evinizde on gün kalıyor, emirler yağdırıyor. Seni hizmetçi gibi kullanıyor. Bir de seninle tartışıyor. Bu devirde böyle şey, pes doğrusu! Üzülme, toparlan artık! Bence büyük hata yapıyorsun. Şu an hemen boşanma davasını açmalısın.’ 

Bizim ihtiyar kendi kendine söylenmeye başladı. ‘Ah ülen ah, neredesin gençlik? Şimdi şunların hepsinin haddini bildirmek vardı ya neyse. Şu gelinin dediklerine bir bak hele! Kızını memlekete hayırlı evlat olsun diye değil de evinin barkının işini yapmasın, kaynanasına kocasına karşı gelsin diye okutmuş. Biz senelerdir aynı çatının altında beraber çalışıp beraber yaşıyoruz, kötü mü? Yirmi beş senedir gelinimiz; iyisin dedik kötüsün demedik. Bizden ne kötülük gördü de bu kızları böyle yetiştirdi bilmem ki? Karı koca arasında elbet olur böyle şeyler. Hemen boşanmak da neymiş? Anlamadım gitti. Biz rahmetli Köroğlu'yla elli sene evli kaldık, kavga eder dururduk. Bir gün olsun boşanalım demedik. Evlilik dediğin şey kolay mı? İyi günü var, kötü günü var, çokluğu var, yokluğu var. Aslında bunlarda çok kabahat yok. Asıl kabahat benim sümsük oğlumda. Avrat ağzına baktı, çocukları şöyle bir terbiye edemedi. Çocuklar bir zorlu gün görmediler, Yaradan da göstermesin ya. Fakat iyi günün de kıymetini bilemediler. Bizler zor günler gördük. Yokluk vardı, açlık vardı. Çok çalıştık, az kazandık. Fakat her şeyin tadı tuzu vardı. Koyun kuzu, süt peynir, yoğurt kaymak vardı. Bahçede domates, biber, salatalık, dimrit üzüm, mürdüm erik, şekerpare kayısı vardı. Sıcacık tandır ekmeği arasında eriyen tereyağıyla çökelek vardı. Mercimekli bulgur pilavı, sarımsaklı ayran aşı vardı. Salkım söğüt, ulu çınar, ardıç, gül, bülbül vardı. Büyük küçük, saygı sevgi vardı. Şimdi hiçbir şeyin safisi kalmadı. İnsanın bile büyüğüne saygısı gitti, yerine horlanma azarlanma geldi. İyilik, güzellik, vatan, millet, din, iman konuşulmaz; para pul, mal mülk, mevkii makam konuşulur oldu. Küçükler emreder; büyükler yapar oldu.’ 

Ezan sesiyle irkildi. Beyaz sakallarına inmiş gözyaşlarını şöyle elinin tersiyle sildi. Bastonuna dayanarak doğruldu. Yavaş adımlarla camiye doğru yürümeye başladı. Kalbinde bin bir sıkıntı dilinde dua…

YAZAR HAKKINDA
Veli Dönmez
Veli Dönmez
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN