GÜNDEM

Karıncayı Yaşat Ki Devlet Yaşasın

Karıncayı Yaşat Ki Devlet Yaşasın
Genel yayın yönetmenimiz Selam Yağmur Bey’e ait olan üstte ki cümleyi ilk gördüğüm an zihnime mıh gibi kazılı cümleler arasında yerini almıştı. İnsanın yaşaması karıncanın yaşamasına doğrudan bağlı mıydı bilemiyorum ama kurulan cümlenin barındırdığı anlam kâğıt üzerinde kapladığı alandan milyarlarca kez büyük bir alanı kapsamaktaydı. Karıncalar yaşamı ele alış bakımları açısından da doğru okuma yapabilecek insanlara çokça katkı sağlayabilecek canlılar. Milli Görüş teşkilatları kadar organize ve Milli Görüş fikriyatı kadar güçlüler. Karıncalar, gezegenimizdeki en yaygın canlı topluluklarından biri olarak her zaman her yerde hayatımızın içindeler. Kimi zaman mutfağımızda, kimi zaman bahçemizde, kimi zaman yolda... Gittiğimiz her yerde karşımızdalar. Hatta tarih bilincimize bile Kanuni Sultan Süleyman ile Ebussuud Efendi arasında geçen karınca içerikli diyalog ciddi katkılar sağlar. 

“İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.

Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.

Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca 

Günah var mı karıncayı kırınca?

Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:

Yarın Hakk’ın divanına varınca 

Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Konunun bir başka yönü ise tabiat kanunları ile alakalı ve bu döngüyü bir Afrika atasözü çok güzel ifade ediyor;  “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir, çünkü kimin kimi yiyeceğine; suyun akışı karar verir.” 

İnsan aklı sınırlıdır,  sınırlandırılmış bir aklın doğa kanunlarına kafa tutması akıllıca değildir. Deprem riski yüksek bir bölgede zemin etüdü yaptırmadan dikilecek bina doğa kanununa maruz kaldığı an yerle bir olacaktır. Yani insan kendine has dayatılarla doğaya şekil vermeye kalkarsa bunun faturasını ödemek zorunda kalır, nitekim tarih bu türden ibretlik kıssalarla doludur.  Yani doğa intikamını alır. Doğa, aslına dönerken âdemoğluna yüklü bir fatura bırakır. Bu faturanın bedelini kimin zaman milyonlarca insan öderken kimi zaman milyonlarca balık yahut kuş türü cansız bir şekilde uzanarak ödemek zorunda kalır. Mesele basittir bilinçlenmek. Zeytincilik yapan bir kimse bir bilene danışmadan yüksek verim almak düşüncesi ile aşırı ve yanlış ilaçlama/gübreleme yaptığında bu kimyasallar bir şekilde toprakla buluşacak, oradan yer altı suları ile derelere/nehirlere/göllere uzanarak sucul yaşamı tehdit edecektir. Çoğu zaman toplu balık ölümleri ilaçlama yahut gübreleme dönemi sonrası yağan aşırı yağmurlardan sonra görülmektedir. 

Sonuç olarak; insanı sevmek toprağı sevmekle, toprağı korumak insanı korumakla mümkündür. İnsan topraktan yaratılmıştır ve öldüğünde toprağa karışır, yani insan kirlenirse toprak kirlenir.



 

YAZAR HAKKINDA
Yavuz Selim Sürer
Yavuz Selim Sürer
1985'de Mersin'de dünyaya gözlerini açtı. Balık sevdasına tutulunca Sinop'a geçti. Sinop su ürünleri fakültesinde tükettiği günler karşılığında diploma almaya hak kazandı. Ticaret ehli olmak istedi ama hayat onu bir grup arkadaşı ile su ürünleri mühendisleri adına giriştiği hak, yetki, istihdam mücadelesiyle memuriyete sürükledi.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN