FİKRİYAT

Köleliğe Dair

Köleliğe Dair
İnsanoğlu olarak atları hakimiyet altına alıp hem ulaşım hem de yük taşıma işlerini yaptırdık, savaşlarda kullandık, köpeklere boyun eğdirip avlarda kullandık, dostumuz yaptık, sığır ve koyunları alıp etinden, sütünden ve yününden faydalandık. Boyunduruk altına alınabilmeleri için onların bizden çok daha güçlü veya keskin dişlere sahip olmasının bir önemi yoktu, çünkü beden gücünün çok ötesinde bir gücümüz vardı bizim: ‘Akıl’. Sadece hayvanları boyunduruk altına alıp kullanmakla kalmadık, başka insanların da başka insanları kölesi haline getirmesine şahit olduk tarih boyunca. Efendi-köle diyalektiği, insan-insan etkileşimi söz konusu olduğunda ahlâkî olmayan bir durum gibi görünmekte ve onun getirdiği bir durum olarak günümüz dünyasında geçerliliğini kâğıt üzerinde yitirmiş görünmektedir. Fakat kölelik, dünya üzerinde hiçbir zaman ve zeminde kalkmamıştır. Buradaki sorun, köleleştirilen insanların mı sorumlu olduğu, yoksa efendi statüsünde olanların mı hadlerini aştıkları konusudur.

İnsan, fıtratı gereği nefse sahiptir. Bu nefs dediğimiz arzular dünyasının insana yaptığı kötülükler, sadece kendisine değil, tüm dünyaya ve tüm insanlığa mâl olabilecek felaketlerdir. Dini söylevlerin nefs karşıtı oluşunun sebebi de gerek insanın kendi kurtuluşunu gerekse de bütün insanlığın kurtuluşunu amaçlamasından dolayıdır. Nefsin en büyük arzusu da büyüklenme, kibir ve iktidar arzusudur. Güçlünün güçsüzü ezdiği vahşi doğa yaşamından insana geçen bir heves olan bu arzuların, başka insanlar üzerinde tahakküm kurma, onlara karşı galip gelme içgüdüsü, bir yönüyle yeryüzünde mutlak güç sahibi olma arzusunu taşırken, diğer yönüyle de içindeki tanrı fikrinin dışavurumu olarak zuhur etmektedir. Tarih boyunca hayvanlara karşı üstünlük sağlayan insanoğlu, sonrasında birbiriyle yarışa girişmiş, savaşlar çıkarmış, kölelik müessesesini insanlık gerçeği haline getirmişti. Üst insan-alt insan sınıflaması şeklinde insanlar arası adaletsizlik ve tutsaklık sorunları baş göstermişti. Bunların meydana gelmesinin birinci sorunsalı olarak ele aldığımız efendi konumundaki insanlar, köleler edinmekle yetinmemiş, tanrılık iddiasına girişmişlerdir. 

Köle-efendi diyalektiğindeki köle statüsü ise, ortaya çıkış sebebi itibariyle, bir korku imparatorluğu, çıkar ilişkisi, aç kalma korkusu, genetik ve çevresel etkenler neticesinde meydana gelebilmektedir. Köleliğin ahlâkî yönü ise, karşılıklı menfaat ilişkisinin istikrarlı bir şekilde devam etmesidir. Bunun sayesinde hem efendi hem de köle halinden memnun bir şekilde hayatlarına devam eder, kendi dünyalarında yaşar. Özgürlük arayışı olmayan, sadece ekmeğine bakan bir köleden, efendisine başkaldırma ve özgürlüğü talep etme tepkisini bekleyemeyiz. Kendi iradesini bir insanın, efendisinin iradesine bağlayan halinden memnun kölelerin, manevi olarak hayatlarındaki en büyük motivasyonu, efendisine itaat etmek, en iyi şekilde kölelik vazifesini yerine getirmek olmuştur. Akıl nimetine, tıpkı efendisi gibi sahip olmuş olsa da düşünme ve cesaret adımlarını atma hususunda çekingen davranması, hürriyetinin kısıtlanmasının doğal bir getirisi olmuştur.

İnsan, düşünebilen, hissedebilen, sevebilen, inanabilen bir varlıktır. Kölelik, bir his, duygusal bağlanma ve kabullenme durumudur. İnsanoğlu, kendi eliyle oluşturduğu ideolojilerin de kendi eliyle aldığı malların da kölesi olabilmektedir. Bunun temel motivasyonu düşünmek değil, inanma içgüdüsüdür. Ahlâkî olan nedir diye soracak olursak, insanın kendisi gibi insanlara, maddiyata, ideolojilere değil; aşkın, mutlak güç sahibi bir iradeye teslim olup köle olması, ahlâkî bir sığınma ve inanmasıdır. İnandığı o aşkın gücün insanı yeryüzünde özgür kılan kulluğuna girip, diğer tüm efendileri, varlıkları reddetmek, insanın nefsindeki o büyüklenme ve kibir arzularını törpüler ve kölelik arayışında en yüce varlığa itaat edip diğer tüm otoriteleri reddetmesi sayesinde özgür olur.

YAZAR HAKKINDA
Mehmet Emin Mertoğlu
Mehmet Emin Mertoğlu
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN