KÜLTÜR SANAT

Konuşamamak Öldürüyor

Konuşamamak Öldürüyor
Gözlerini ümitsizlik sofrasına açmak, ihanet midir zeytini yarım ısırmak zorunda kalanlara? Yirmi yıldır bıraktığı yerde, sorgulamaya devam ettiği yazıydı bu. Bu sabaha da bir klasikle başlamıştı, kutsallığı kalmamış bütün sabahlara başladığı gibi. Oysa bir zamanlar güneşe gözlerini açmakla dünyada bir seyahate çıkar, ekmek aldığı bakkaldan indiği yokuşta, gördüğü dağlar onu gökyüzüne taşırdı. İşte bilmeden mutluydu. En büyük utancı eve götürdüğü somunun fazlalığı olsa da gizlemezdi utancını. Çünkü temiz olmak böyle bir şeydi. Mesela pazarları bir başkaydı. Başlamak ile bitmek sadece o güne mahsustu. Biz kızı mutlaka pazarları sevebilirdi. Peki ya neydi Reha için değişen? Yaklaşık yirmi yıl olmuştu herhangi bir güne bir kelime bırakmayalı. Çocukluğunun tanıkları ruhlarını böylece teslim etmiş, birkaç simadan başka bir şey kalmamıştı. Reha düşünürken bütün bunları, annesinin hoyrat mutfak sesleri odaya doluyor istemsiz her anı tekrar tekrar soğuk bir yemek gibi önüne sunuyordu. Bu sesler istemsiz tekrarlanmıyor, susmanın bir bedeli olarak odasının duvarlarında yankılanıyordu. Bir sitemdi, savunma sunmak yerine suçlu olmaya razı olmuş olmasına bir sitem. Aynı zamanda artık kalk ve kahvaltını yap demekti. Reha yatağından her ne kadar kalmak istemese de yavaşça doğruldu. Üzerindeki küf kokan battaniyeyi hafifçe yatağın diğer köşesinde attı. Adımları, istemsiz onu her sabah ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgiyi dengede tutmaya doğru götürüyordu. Her adımda gıçır gıçır ses çıkaran o tahta parçalarını geçerek varlığı ile yokluğu pekte belli olmayan, mazisi belki de Reha'dan daha eski olan ahşap oda kapısına geldi. Kapı kolu sürekli çıkıyor kendi tarafında olan kısım, sürekli düşüyordu. Reha hangi sebepten düştüğünü bilmediği kapı kolunu yine yerde bulmuş ve eğilerek alıp tekrar kapıya takmıştı. Kapıyı açtığında mutfaktaki annesini ile göz göze gelmiş bunca yıldır tekrarladığı sessizliğini bozmadan masanın bir ucuna oturmuştu. Önünde bütün sabahlara sunulan yarım somun, on adet zeytin ve bir bardak çay vardı. Fakat çay çok demli gelmişti gözüne. Belli ki bu, gün doğumunda da birkaç laf kalabalığı olacaktı kulaklarında. Çay bunun habercisiydi, ne zaman böyle çay demli olsa sadece annesinden birtakım sesler duyardı, karşılığı olmayan birtakım sesler. Annesi bu tür günlerde az miktarlara çokça emeğin kutsallığından bahseder, boğazdan geçecek olan lokma için başkalarının kıyasına giderdi. Reha, işte bugünde böyle olacak demek ki diye düşünmeye başladı. Bu sırada annesi:

- Reha, hiç gamın kederin yok mu senin? Bir insan az da olsa hırslı olmalı, sen nasıl bir çocuksun? Kaç yaşına geldin ne iş var ne aş ... Ancak ben bir şeyler ortaya koyarsam yersin. Sen zaten çalışma olur mu? 

Reha, yine birtakım seslere tanıklık ediyordu, bir takım yabancı sesler fakat ne ifade ediyor anlamıyordu. Bu sesler dünyadan olmalı diye düşünüyor, eskiden çiçeğe, böceğe inandığı günler geliyordu aklına. Deniz görmek kuşlarla seyahat etmek istediği eski günler. Reha dalgınlıkları bir kenara bıraktı derin bir soluk aldı göğüslerini hava ile doldurduktan annesinin yüzüne baktı. Bunca yıl sonra belki de birkaç kelime ortaya koymalıydı. Fakat annesinin ne kadar solduğunu yaşlandığını bunca yıl sonra fark edebilmişti. Bunca yıl sonra gözleri bakmakların ötesine geçmiş görmek eylemi Reha'da yeni bahşedilmişti. Bu arada annesi hala çok sinirli halini koruyor Reha'ya ağzında ne varsa fırlatıyordu kadının gözleri büyümüş alnını boncuk boncuk ter kaplamıştı. Sürekli bağırdığını dahi fark etmiyordu. Aslında hiçbir şeyin bir değişimi, bir dönüşümü başlatmayacağını bildiği halde Reha'ya bağırıyordu. Bu arada Reha birkaç kelime edecek gibi oldu fakat bunca yıldan sonra herhangi bir ses çıkaramamıştı. Bu durum birkaç tekrardan sonra yerini boş vermişliğe bırakmış Reha da kahvaltısına devam etme kararı almıştı. Annesi:

- Bu nasıl bir sakinliktir anlamıyorum, acaba senle taş arasında da bir fark var mıdır Reha?

Diye bağırmaya devam ettiği sırada bir gürültü, birkaç tabak çanakla beraber yere düştü. Reha, annesini düşerken görmüş bunca yıldan sonra içinde kesin öldüğüne kanaat getirdiği korku ve heyecan yeniden payda olmuştu. Önce bir telaşla masayı terk etmiş annesinin yanına koşmuş onu birkaç defa uyanması için şiddetli bir şekilde dürtmüştü. Ne vakit sonra aklına annesinin telefonu gelmiş aramakla yardım çağırmak istemişti. Karşısından bir ses, buyurun acil servis dedi. Reha'da bir şeyler söylüyordu anlatıyor anlatıyor ve anlatıyordu... Telefonun ucundaki ses efendim lütfen hattı boş yere rahatsız etmeyiniz diyerek kapattı. Reha birçok şey söylemişti lakin birtakım sesler dışında hiçbir şey ifade edememişti, konuşmaya başladığı yıllardaki gibi ve tekrar susmaya karar verdi hiçbir şey yapmadan tekrar susmak... Doğruca dış kapanın merdivenlerini gitti öylece oturdu ve sessiz sessiz her şeyin fark edileceği güne kadar beklemeye karar verdi...

YAZAR HAKKINDA
Esad Erbil Yiğit
Esad Erbil Yiğit
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN