KÜLTÜR SANAT

Köprüler Kurmak

Köprüler Kurmak
Yazının sonunda söyleyeceğim “Demek ki kurulacak köprüler önce gönülleri bağlayacak” sözü, buraya yani yazının ilk paragrafına nasıl geldi? Bir yazı yazacaksın son söyleyeceğini baştan söyleyeceksin. Bir yere varmak için yola ihtiyaç olmadan, direk ulaşabilirsek gerçekten oraya gitmiş olur muyuz? Bu soru, iletişim yani konuşmak ve yazmak için de geçerli olur mu? Harfler neden hecelere, heceler kelimelere, kelimeler cümlelere dönüşür ki? Yetmez mi bir bakış, bir işaret. Sadece baksak meramımızı anlatamaz mıyız? Konuşuyoruz çünkü içimizle dış dünya arasında köprüler kuruyoruz. Bazen dış dünya içimize akıyor bazen içimiz taşıyor dış dünyaya mesaj veriyoruz. İyi ki konuşabiliyoruz.  Acaba çok mu konuşuyor ve yazıyoruz. Derdim konuşmanın uzunluğu değil aslında ama konuşabilmek bizi başkaları hakkında önyargılara mı götürüyor? Hele de yargı cümlelerini peş peşe sıralamakta neden bu kadar ısrarcıyız.  Galiba bağlaç bulundu mertlik bozuldu. Paragraflar, sayfalarca metinler sıralar olduk. Sade kalsaydı ifadeler. Abartmasaydık. Yanlış anlaşılma korkusu mu uzun yazmaya, uzun konuşmaya iten sebep?  Yazılanı okumak, konuşanı dinlemek bir terapi aslında, ilaç niyetine sadra şifa olsun diye dinlemeli, okumalı insan, bir annenin ninnisine kulak kabartmalı,  ilahı hitabın muhatabı olmalı insan. 

Yazılabilme cesaretini göstermiş her yazı bir yolculuktur. Okuyucusunu bir yerden bir yere götürür. Yazarın yazma nedeninin dışında başka menzillere bile ulaşılabilir. Yazılardaki her bağlaç birer köprüdür. Köprüler ne kadar başarılı kurulabilirse o kadar anlaşılabilir metinler çıkar ortaya. Cesur olmak ne kadar kendimize yakıştırdığımız bir kavram değil mi? Öyle ya yazabilmek veya bir yazıyı okumayabilmek için biraz cesur olmak gerek. Cesaretini takındı isen; gel. Şu soruya cevap arayalım. İstanbul boğazından kim karşıya geçmek ister ki? Diyelim ki İstanbul’dasın. Karşı yakayı gördüğün bir açıdan bakabiliyorsun İstanbul’a. Bu güzelliği bırakıp başka bir İstanbul manzarası görmeye nasıl cesaret edebilirsin ki?   Belki karşı yakayı izlemeye doyamayan bir bakış, bulunduğu yakanın güzelliğini merak edip boğazın karşısından içinde bulunduğu semti görme cesaretini gösterebilir. Bu cesaret vapurlarla teknelerle yapıldığında doyum olmaz bir lezzete dönüşür. Bu lezzeti terk edip köprülerle veya tünellerle İstanbul’un öteki yakasına geçmeyi, en hafif tabirle talihsizlik olarak niteleyebiliriz. İşi acele olanlara tünellerle seyahati tavsiye edip, biz hayatın tadını çıkaranlara odaklanabiliriz. Deniz üzerinden veya köprü üzerinden baktığında gördüğün her manzara, hem insanın içindeki güzellikleri hem dışarıdaki manzarayı aynı anda sunmakta. İnsanı cümle içinde nesnesi olduğu kavrayıştan öznesi olduğu özüne bağlamakta. Tıpkı Cümleleri, kelimeleri birbirine bağladığımız bağlaç gibi köprülerde bizi doğuya ve batıya bağlıyor. Kendiyle, insanlarla, yaratıcı ile bağlantı kurmak için gerekli. Köprülerin yansıması bu şehirde üç köprü olarak tanımlanmış zaten. 

Milattan önce beş yüzlerde pers kralı Dareios batıya doğru yaptığı seferde İstanbul’u büyük bir askeri birlikle geçmek için boğaza ilk köprüyü inşa ettirdi. Mimar Samoslu Mandrokles'in, gemileri ve salları yan yana dizip birbirine bağlayarak oluşturduğu bu ilk köprü üzerinden yüzbinlerce askerin geçtiği bir mühendislik harikasıydı. Anadoluhisarı ve Rumelihisarı’nın bulunduğu nokta boğazın 698 metre ile en dar bölümüdür. Kale inşa etmek hatta bu iki kale arasına zincir çekerek boğazı kontrol etmek için en ideal bölgeye, persler sadece geçici bir köprü yapayı düşündüler.  Perslerin yaptığı bilinen köprünün burada olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Ancak güçlü akıntısına rağmen bu nokta boğazın üzerine köprü yapılacak en uygun yer olduğunu, bugün burada yer alan Fatih Sultan Mehmet köprüsü göstermektedir. Ayrıca köprü yapımı için gerekli malzemeyi yani ağaçları iki dere; Küçüksu ve Göksu dereleri ile geniş Ümraniye ormanlık bölgesinden elde edip taşıma zorluğu olmadan buraya ulaştırmış olmak köprünün burada yapılmasının akli bir sonucudur. Bu ilk köprünün nasıl yapıldığı veya ne tür bir köprü olduğu konusunda net bir bilgi bulunmamaktadır. Bir tahmin olarak ifade edelim;  üstten birbirine bağlanan gemiler akıntıya dayanabilmeleri için boğazın iki yönlü yani Karadeniz’den Marmara’ya doğru olan üst akıntı ile yoğunluk farkından kaynaklanan Karadeniz’e doğru olan alt akıntının itme gücü kullanılarak su üstünde sabit kalabilecek bir sistem kullanılmış olmalı.  Yüzer platformlar şeklide hazırlanan üst yapı, su akışını sağlayan boşluklarla konumlandırılmış, iki akıntının birbirini dengelediği alt desteklerle boğazın üstündeki ilk köprü başarı ile iki kıtayı bağlayabilmiştir.  Yüzbinlerce askerin ve onların tüm ekipmanlarının karşıya geçmesini sağlayacak kadar başarılı bir mühendislik çalışması olduğu anlaşılan bu köprü, aynı ordunun üç ay sonra tekrar Asya kıtasına dönerken de kullandığı ulaşım yolu olarak görevini yerine getirmiş olmalıdır. Ancak, tarihten ne zaman silindiği hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. 

İki kıtayı birbirine bağlama ideali tarihin her döneminde her medeniyet tarafından dile getirilen bir temel algıdır. Bu algının birde ekonomik, siyasi ve askeri açıdan zorunluluk olduğu gerçeğine rağmen, İstanbul boğazına köprü yapma fikri, bu ilk köprüden sonra uzun yıllar uygulamaya geçmemiştir.  Böyle bir fikrin gündeme gelmesi ancak 16. yy ‘da söz konusu oldu. ''Ünlü sanatçı ve mühendis Leonardo da Vinci 1503'te dönemin Osmanlı padişahı II. Bayezid'e bir mektupla başvurarak Haliç üzerinde bir köprü yapmayı, eğer istenirse bu köprüyü Anadolu’ya da uzatmayı önerdi1.''  Ve arkasından çeşitli dönemler padişaha sunulan teklifler, sunulan projeler oldu. 1900'lerde bir Fransız’ın,  Boğaz köprüsü projesi buna örnek verilebilir. Üzerinden demiryolu geçmesine uygun çizilen planları,  Sarayburnu-Üsküdar arası bölgenin seçilmiş olması ciddi çalışılmış bir proje olduğunu göstermektedir. 

Bosphorus Railroad Company adlı bir şirket, Boğaz'da hisarlar arasında yapmayı teklif ettiği köprüde boğaz üç tane büyük ayakla geçilecekti. ''Ayakların her birinin üstüne, dört minareyle çevrili bir kubbeden oluşan bir süs elemanı oturtulmuştu ve sunuş yazısında bu elemanların Kuzeybatı Afrika mimarlığından esinlenerek biçimlendirildiği söyleniyordu. "Gayet heybetli bir manzara alacak olan" köprüye "Hamidiye" adı uygun görülmüştü, ama dönemin padişahı II. Abdülhamid bu projeyi kabul etmedi.''

''Boğaziçi’ne yapılmış ilk köprü olan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nün yapımına 1970 yılanda başlanmış ve 29 Ekim 1973 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır3 .'' ''Maliyeti 21.774.283,49 dolar olan köprünün yapıldığı dönemde dünyanın en uzun dördüncü asma köprüsü olarak kayıtlara geçti.  Toplam uzunluğu 1560 metre, iki kule arası uzunluğu 1073 metre olan köprünün deniz yüzeyinden yüksekliği ise 64 metredir .''4 Ortaköy’deki kule temelleri için deniz seviyesinden 24 ve 17 m Beylerbeyi’ndeki kule temelleri için 5 ve 12 metre aşağıya inilmiştir. Ana kabloları taşıyan kuleler 165 metre yüksekliğinde, Ana kablolar 58 cm çapında olup, 19 bükümlüdür. 

Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün yapımına 1986'da başlanılmış 1988 tarihinde hizmete açılmıştır. 125 milyon dolar mal olan köprünün uzunluğu 1.510 metre, orta açıklığı 1.090 m, genişliği 39 m, denizden yüksekliği 64 m'dir. Birinci köprü ile birçok yönden benzer özellikler gösteren FSM köprüsünün tek farkı taşıyıcı kule temellerinin boğazın iki yakasındaki yamaçlar üzerine inşa edilmiş olmasıdır.  

Dünyanın en yüksek kulelerine sahip asma köprüsü olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü 322 metre uzunluğu ile Eyfel kulesinden daha yüksektir.  59 metre genişliği ile Dünyanın en geniş asma köprüsü olan yavuz sultan selim,  1.408 metre uzunluğu ile Üzerinde raylı sistem olan dünyanın en uzun asma köprüsü olarak da dünya sıralamasında birinciliğini korumaktadır.  

Not: Yazının sonuçsuz bir şeklide bittiğini düşüyorsan ve buraya kadar okuma lütfunu göstermişsen ilk paragrafı son niyetine bir kez daha okur musun? Bağlaçların önemini anlattığımız bu yazıda başlangıçla son arasında köprü kurmaya çalışırken umarım hiçbir gönlü kırmamışızdır.  :) 

İstanbul Ansiklopedisi,  cilt: 2, sayfa: 186

İstanbul Ansiklopedisi,  cilt: 2, sayfa: 186

İstanbul’un Tekleri, sayfa: 38

http://www.degisti.com/index.php/archives/4219

YAZAR HAKKINDA
Zafer Söğüt
Zafer Söğüt
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN