FİKRİYAT
Kravatlı Tarih
Bazı entelektüeller “geçmişin üstüne bugünü inşa etmek” gibi afili sözler söyleyebilir. Oysaki bugün, geçmişin üstüne inşa edilemez. Bugün, geçmişin önüne inşa edilmelidir. Kutsadığın bir mabede çivi bile çakamazken, kutsadığın bir geçmişin üstüne ne inşa edebilirsin ki? Tarihe eleştirel gözle bakmadığımız için tekerrürden ibaret hep. Kahramanlıklar sürekli anlatılırken hatta biraz da abartılırken, hatalar bir hokus pokus çabukluğunda kaybedilir göz önünden. İşte bu yüzden mehteranın iki ileri bir geri gitmesi fantastik bir obje olarak çok sevildi ama Osmanlı söz konusu olunca hep "iki ileriler" görüldü. "bir geriyi" kimse görmek istemedi. Eğer yeni bir medeniyet inşa etmek istiyorsak, tarihimizin "bir gerilerini" görmek mecburiyetindeyiz.
Neden ilk dönem mehteranında eski Türklere atıf yoktur da, İttihat Terakki sonrasında “Tarihi Çevir” gibi marşlarla sürekli geçmiş Türk topluluklarına atıfta bulunulur? Milliyetçilik akımının kutsallaştırıldığı yıllarda yazılmış olması sebebiyle elbette. Neden bazı Kürt kökenli insanlar: “Tarihte bizim de devletimiz var” diyerek kendilerini Med’lere dayandırmaya çalışır? Cevap basit: Tarihin kutsandığı bir çağda her ırk, sırtını geçmişe dayamak ister çünkü. Germen olmamasına rağmen Hitler’in, geçmişteki görkemli saf Aryan ırkını yaratma çabası da yine bu çağda yaşamasından dolayıdır.
Kutsanmış başkadır kutsal başka. Tek kutsal, mukaddes tek varlık Allah’tır. Tuvâ Vadisi özü itibariyle kutsal değildir; Allah tarafından kutsanmıştır. Yani edilgendir, kutsanmaya maruz kalmıştır. Yani kutsanma aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağı doğru bir yol izlemiştir. Peki Allah katında kutsanmış bir tarih var mıdır? Bilakis geçmişlerini kutsayan Mekke müşriklerine, Salih’in, Şuayb’in, Musa’nın, İbrahim’in kavmine azar ayetleri inmiş, “Ya atalarınız hiçbir şey bilmiyorsa” denmiştir. Geçmiş dönem insanlarının hayatları birer ibret vesikası olarak durur Kur’an sayfalarında. Ne oldu da ibretlik geçmişimiz bir anda eleştiriden uzak binbir gece masallarına döndü? Çünkü bütün bu kutsallıklar insanlar tarafından verildi ve kutsallık hiç olmaması gerekirken yeryüzüne ait bir mesele oldu.
Saygı için takılan kravatlar birer zırh olur çıkar tarih karşısına. “Senin ataların benim atalarımın ayağına basmış.” gibi saçma bir bahane ile yüz yıla yakın süren Ficar Savaşları hep bu geçmişi kutsama zihninin tezahürleridir. Bugün de tarih kutsandığı için devletler arası kan davası devam ediyor. Yunanlar Megali İdea diyerek Bizans’ın, Cemal Abdül Nasır Kadim Mısır’ın, İsrail Musa’nın kutsal topraklarının ruhunu çağırıyor. Bugün bütün zulümler “Tarihe saygı” denilerek işleniyor.
“Saygı” kavramı kontrol mekanizması olarak kullanılıyor insanlar üzerinde. Bugün saygı, anlamını yitirip mutlak sadakate dönüşmüş durumdadır. “Abdülhamid Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı” basit felsefi bir tartışma değildir. Herkesin kendi kutsalını karşısındakine dikte etme çabasıdır. Yani iki farklı kutsalın çarpışmasıdır bu. Bugün de Anadolu, tıpkı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi: “Sen Osmanlı’nın torunusun.” diyerek, Neo Osmanlıcılık fikrini dile getiriyor. Millet olarak aşmamız gereken o kadar büyük sorun var ama “saygı” diyerek bizi manevi köleler haline getirdiler. Sorgulamanın olmadığı bir yerde sloganların hiçbir işe yaramadığını, Koçi Bey Risaleleri’nden bugüne kadar geçen zaman içerisinde görmemiz gerekirdi. Ama biz hep kravat takıp çıktık tarih karşısına. Kravatlı insan toza toprağa girmez halbuki. İşte budur tarihin tozlu sayfalar arasında kalmasına sebep.
ÖNCEKİ YAZI
ÇAĞDAŞ MİMİKLER EMOJİLER
SONRAKİ YAZI
KÜRESEL SİNEMANIN SOĞUK SAVAŞI
YORUMLAR
YORUM YAPIN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ