GÜNDEM

Mahremiyet Çıkmazı

Mahremiyet Çıkmazı
Birçok defalar duymuşsunuzdur şu sözü: “Modern zamanlar, hayatımızdan çoğu şeyi aldı götürdü.” Nereye götürüp bıraktığını bilmiyoruz. Ya da gerçekten alıp götüren modern çağ mıdır yoksa biz bahane mi arıyoruz bazı şeylere... Ama bir gerçek var ki, önceden bizi diri tutan dinamiklerimiz, fikriyatımız, hassasiyetlerimiz şuan çoğu kişi tarafından bırakın benimsenip yaşanmayı; konuşulamaz hale geldi, bizi bir bir terk edip gitti bilinmez diyârlara.. Konuşanlar ise ya çağ dışı ilan edildi ya da görmezden gelindi. “Gericisin sen, bu söylediklerin orta çağdan kalma düşünceler” denerek hakaretler peşi sıra sıralandı. Peki bizi biz yapan asıl değerlerimizi konuşmak, müdafaa etmek, yaşamaya çalışmak, şu kör çağın bağrına bağrına bağırmak; çağ dışılık mıdır gerçekten ? Ya da Allah için bazen “çağ dışı” olmayı da göze almamız mı gerekir, ne dersiniz? Çağ, Allah’a isyan çağı ise “Çağ Dışı” olmakla itham edilmek, şeref değilse nedir ki bizim için…

Hadi başta aktardığımız cümleyi biz de kullanalım. Modern zamanlar birçok şeyi götürmüş olsun. Maalesef ki Müslümanlar olarak bugün modernizme feda ettiğimiz en önemli değerlerimizden ve hassasiyetlerimizden birisi  “mahremiyet” anlayışımızdır arkadaşlar. 

Mahremiyetin çokça tanımı vardır da biz mahremiyeti, özel olan ve özel kalması gereken şeylerin tümünün ifadesi şeklinde tanımlayabiliriz kısaca. Ayrıca zannedildiğinin aksine sadece aile/akraba içerisindeki ilişkilerle de sınırlı değildir mahremiyet... Yüce dinimiz insanın bu çok geniş yönlü mahremiyeti ile ilgili olarak oldukça detaylı düzenlemeler getirmiştir. Özel olan ve özel kalması gereken ne varsa mahremiyetin kapsamı alanındadır. İnsanın özel hayatı, karşı cinsle olan münasebeti, insanların arkasından kullandığımız ifadeler ki biz buna ‘gıybet’ diyoruz, ev hayatımız, erkeğin ve kadının tesettürü ve benzeri ne varsa hepsi mahremiyet ile alakalıdır. “Erkeğin tesettürü mü?” dediğinizi duyar gibiyim. Nur Suresi 30. Ayeti kerimeyi işaret edip araştırmasını size bırakarak konumuza devam edelim.

Evet, mahremiyet cephesinde ağır yenilgiler alıyoruz. Sosyal medya ve teknolojinin sunmuş olduğu zehirli haplar bu cephedeki yenilgimizi pekiştiriyor.  Bir bebeğin doğumundan bir insanın ölümüne kadar her anını, ceplerimizdeki telefonlardan an be an takip edebiliyoruz. Bir kişinin kendine özel alanı yok denecek kadar az hatta belki de hiç yok. Son zamanlarda bir mesajlaşma uygulamasının bize sunmuş olduğu “Mahremiyet ihlali sözleşmesi” aslında mahremiyet ihlalinin ne boyutta olduğunu görmemiz açısından iyi oldu. Hayat elbette müşterek, topluluk halinde yaşıyoruz fakat topluluk ile yaşıyor olmamız, kendimizi toplumun ortak malı haline getirmemiz anlamına gelmez ki…

Her insan özeldir, mukaddestir, kıymetlidir. Bu değerinden dolayı olsa gerek, Kur’an-ı Kerim’de mahremiyet ile ilgili birçok ayeti kerime vardır.  Bu ayetleri incelediğinizde göreceksiniz ki “mahremiyet”; kişinin kendini her türlü maddi manevi dış etkiden koruması için Allah tarafından güvenceye alınmış, dokunulmaz kılınmış kendine özel alanı olarak sınırları muhafaza edilmiş bir kavramdır. 

Misalen bizler günlük hayat içerisinde karşı cins ile bir iletişim kuracaksak veya kurmamız gerektiyse, Rabbimiz’in koymuş olduğu mahremiyet ilkeleri çerçevesinde bir iletişim kurma mecburiyetimiz vardır. Ne demiştik, mahremiyet, Rabbimizin bizi her türlü dış etki ve zarardan korunmamız için bir güvencedir. Dinimiz, karşı cins ile münasebetlerden oluşabilecek zararları, sakıncaları kaldırabilmek için sınırları muhafaza edebilme adına bazı ilkelere uymamızı emreder. Örneğin karşı cins ile aynı ortamda yalnız başına kalmamız kesin olarak yasaklanmıştır. Yine mahremin olmayan karşı cinse dokunmayı, el sıkışmayı ve benzeri hareketleri de dinimiz haram kılmıştır. Bu ölçülere riayet ederek karşı cinsle olan münasebetimizi sınırlı ve mecburiyet çerçevesinde sürdürmemiz gerekir. Toplumun/arkadaşlarınızın/akrabalarınızın ne diyeceği değil Rabbimiz’in ne diyeceği ve nasıl dediği bizim için önemlidir. Toplumun rızasını kazanıp Allah’ın rızasından mahrum olmaktansa Allah’ın rızasını kazanmayı diğer tüm rızalara feda edebilecek bir duruş ve anlayış sahibi olmamız gerekmektedir.

İnsanı kendisinden daha iyi ve daha yakından tanıyan Yaratıcımız, güvence altına almışsa bir değeri, bizim de o ilkelerden sapmamamız, buyurduğu gibi davranmamız icap eder. Aksi takdirde güvenceden mahrum kalacağımız gibi Allah’ın sınırlarını da gözetmemiş olacağımızdan Rıza-i İlahi’den de uzaklaşmış oluruz. Rabbim belirlemiş olduğu sınırlara riayet ederek rızasını kazanabilen kullarından eylesin bizleri. 

Selâm eder, tüm esenliklerin üzerinize olmasını dilerim.

YAZAR HAKKINDA
Bilal Furkan Şimşek
Bilal Furkan Şimşek
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN