GELİŞİM

Okumaktan Soğumak

Okumaktan Soğumak
Bir akşam öğrenci arkadaşlarımın evinden çıkmış Meydan’dan Gaybiefendi’ye doğru yürüyordum. Bu esnada yaşlı bir amcanın, yanındaki teyzeyle -yaklaşık on beş saniyelik- konuşmalarına şahit oldum.

Hani bazen paragraf sorularında sanatçının, edebiyatçının kimliği hakkında poetik bilgilerle karşılaşırız: Sanatçının her şeyden evvel iyi bir gözlemci olması gerektiği, toplumun nabzını tutmada diğerlerinden daha aktif ve tutkulu olduğu, özellikle edebiyatçının günlük yaşamı derinden kavramak adına caddelerde, kıraathanelerde ve alışveriş merkezlerinde mesai yapması gerektiğine dair pasajlardır bunlar.

Her ne kadar çaylak bir edebiyatçı olsam da -liseli yılların başından itibaren- benim de böyle temayüllerim olagelmiştir. İki gün evvel, akşam vakti şahit olduğum konuşmaya olan ilgim de “gözlemci” bir meraktan neşet etti. Bu taraklarda hiç bezi olmayan biri de buna şahit olabilir hatta ilgi çekici bulabilirdi. Ama bunu yazıya dökme ve ibret-i âlem vesikası olarak sunma arzusunu herkes taşımaz. Bu anlamda kendimi bahtiyar addediyorum.

Yaşlı amcamız Kütahya ağzıyla -kelime sonlarındaki “r”leri yutarak- şöyle konuşuyor: “(Nazan “n” ile ) He şeyi duymacen, he şeyi bilmecen. Bobam rametli (“r”yi ince telaffuz ederek) öle derdi: ‘Evladım he şeyi duymacen, he şeyi bilmecen. Yoğsa başın ağrır.’”

Bu, spesifik bir olay gibi görünebilir. Belki gidip sorsak kendisine bu söylediklerinin müspet bir anlamı olduğunu “insanın müşkil vaziyetlerden bu yöntemle kurtulabileceğini” m’akûl (!) bir dille izah edecektir. Ancak yine de bu sözlere kulak kabarttıktan sonra aklıma ilk gelen düşünceler; insanımızın bir süredir “üç maymunu oynamak” konusunda maharetini arttırmasına (!) ve bu eğilimin oldukça yaygınlaşmasına ilişkindi. Yani amcanın sözlerinden muradı ne olursa olsun bendeki karşılığı, geniş bir coğrafyaya dair derin mülahazalara dalmak oldu.

* * *

Vakit öğlen... Evimizin içi yazın -bilmediğim bir sebepten ötürü- buzdolabına dönüşüyor. Odam küçük... İçinde yatağım, çalışma masam, kahve-krem kitaplığım; yerde kahverengi desenli, krem rengin yoğun olduğu bir yolluk, duvarda Enfal Sûresi 39. âyet-i kerimenin meali: “Fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” Onun yanında Allah’ın doksan dokuz ismi ve bu isimlerin belli sayılarda okunmasıyla erişilecek maddi ve manevi nimetlerin yazılı olduğu kahverengi çerçeveli bir duvar dekoru... Buna dekor demek içime sinmedi ama başka türlü yazmayı başaramadım. Çalışma masamda üst üste ajandalar, kitaplar, Genç İstikbal ve Geçerken dergileri…

Kitaplığma bakıyorum. Onlarca kitabım var. Çoğu arka odada ve bir kısmı da İstanbul’da duruyor. Kitaplarımı seviyorum efendim. Ama son yıllarda bana soğuk davranmaya başladılar. Onlara kaba mı davrandım acaba? Aslında gün aşırı tozlarını alır, sayfalarını çevirirken incinmemeleri için oldukça hassas davranmaya çalışırım. Ama şimdi sayfalarını çevirmeye başlayınca sanki “Bırak beni! Dokunma bana!” dediklerini duyar gibi oluyorum. Gereken özeni göstermeme rağmen aramıza giren soğukluğun sebebi ne ola ki?

Evet, doğru tahmin ettiniz: Onlar bizden kapak ve sayfalarının kıvrılmamasından, temziliklerine özen göstermemizden ziyade varlıklarının asıl sebebi olan yazıya yani içeriğe muvafık bir hayat yaşamamızı bekliyorlar. Bakıyorum kitaplarıma; çoğu yabancı... İlkokulda tanışıp da şimdi hayal meyal hatırladığımız arkadaşlar gibi... Sanki hiç okunmamışlar. Birisi bir gece biz uyurken eve girmiş de istifleyip kaçmış gibi.

Bir kısmınızı tenzih eder söyleyebilirim ki, kitapların çoğunu da okumamışızdır ha... Buna Japonca’da “Tsundoku hastalığı” diyorlar; kişinin okuyabileceğinden fazla sayıda kitap satın alarak biriktirmesi anlamına geliyor.

Velhasıl, bir yanda okunmuş ama tatbik edilmediği için yüzümüze bakmayan kitaplar; diğer yanda ağır bir yük olarak yığılmış, istiflenmiş kitaplar… Evet, insan; yükünü hafifletmek için okur ama “okumak” denen şey bizim “kitap yüklü merkepler” olarak tavsif edilmemize sebep olarak anlam kaymasına uğramışsa, orada hiç kitap okumamış olmaktan çok daha ağır bir yükün altındayız demektir. Anlıyoruz ki kitabı kalbimizde taşımaz, bir yaşam biçimine tahavvül etmezsek; kütüphaneler dolusu kitaplarımız olsa da bunun bize faydası olmaz bilakis ezilip telef oluruz, çürürüz günden güne.

* * *

Bizimin vazifemiz: her şeyi duymak, her şeyi görmektir; hayatı, başkasını, öbürünü, berikini ciddiye almak, senden olmayanın müşkülatıyla hemdert olmaktır. İnadına görmek, inadına duymak, zihindeki üç maymunu kovmaktır; gözleri bilemek, kulakları kabartmak, dili zulme karşı keskinleştirmektir.

Kur’an-ı Kerîm okuyoruz, kitaplar okuyoruz, konferanslara katılıyoruz, hadis halkalarına ve tefsir sohbetlerine iştirak ediyoruz ama sanki buradan edinilen bilgeler sadece malûmatfüruşluk için, nutuk atmak, edebiyat parçalamak için öğreniliyor. Hayatın içinde yer alması gereken malumat, hafızanın dışına taşmıyor. Dolayısıyla faaliyet sahasını, bâtıl olan davranışlar işgal ediyor.

“Her şeyi duymak ve her şeyi bilmek” eylemleri, aleyhimize de olsa vuku bulmuyorsa, ince frekansları duymamızı ve alengirli oyunları bilmemizi mümkün kılan sahih bilginin hakkını vermiyoruz demektir. Buna bağlı olarak bilgi konusunda adil olmadığımız yani bilgiyi yerli yerinde kullanmadığımız için bu bilgilenme ve olaylara şahit olma sürecindeki tüm unsurlara; kitaplara, hafızamıza ve mazlumlara zulmetmiş oluruz. Zulmü duymazlıktan gelen, zulümden bîhabermiş gibi yaşayan da ortaktır zalimin zulmüne. Akabinde kitaplar bizden soğumaya başlarlar. Eski samimi ilişkilerimiz dumura uğrayarak bizi sonsuz ve siyah bir sis bulutuna gark eyler. “Neden?” diye sorarız. Çünkü var olan ilimle âmil olmadan yenisine talip olmaktayız. Bunun sonucunda akıl değirmeni bilgi yerine kendini öğütüyor. Hiçbir şey yapmadan; tatsız, tuzsuz bir hayata gömülüyoruz.

* * *

Kusura bakmayın bu kafayla cennet bir hayal. Çünkü bu tür hayatlar ağır fâsıklık içeriyor. Peki kimdi fâsık? Fısk-u fücur sahibi, şeriat hükümlerine uymayan günahkâr kimse... “Allah fâsık toplumu doğruya iletmez.” (Mâide/ 108)

ÖNCEKİ YAZI FRESK
YAZAR HAKKINDA
Ahmet Mücahit Yıldız
Ahmet Mücahit Yıldız
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN