GÜNDEM

Önüm Arkam Sağım Solum

Önüm Arkam Sağım Solum
Duvarlar gelir aklıma. Kalın, soğuk, ardını göstermeyen, geçit vermeyen. Sonra düşmanlar gelir, kardeşlerinle arana bu duvarlardan örer. Onlara ulaşmanı istemez. Onların da sana ulaşmasını istemez. Fitne salar, böler seni, kolay lokma haline getirir. Mesela Filistin'deki duvar gibi. Yeryüzündeki bütün topraklara sınır çizme hadsizliğini gösterebilenlerin üzerinde bu iş garip durmuyor tabii ki. Lakin ben o duvarların aynısından, bazı insanların arasında da yükseldiğini gördüğümde şaşırıyorum. Kendileri görmüyorlar ama. Hem aralarındaki duvarı göremiyorlar hem birbirlerini. Bu görünmeyen duvara 'ön yargı duvarı' diyorum. Fakat bu ön yargı duvarını kardeşleriyle arasına ören, insanın kendisinden başkası değil. Kendi ördüğü duvarı göremeyince insan, daha da şaşırıyorum.

Düşman, insanın kardeşleriyle arasına duvarlar örer demiştik. Bu durumda insanın en büyük düşmanı kendisidir de diyebiliriz. Zaten insan ne yaparsa kendine yapar. Başkasına yaptım sanır. Mevzu, döner dolaşır boynuna dolanır. Omzuna yüklenir. Bu, her zaman böyledir. Bu duvarların öyle yıkılmaz, sarsılmaz gibi göründüğüne bakmayın. Aslında bir selamla, iki kelamla yıkılabilecek duvarlar. Lakin söylemesi kolay, yapması zor. Bir insanı hiç tanımadan yargılama hakkına sahip olduğunu zanneden kimse, ilk selamı verebilir mi? Veremez. Gel kardeşim, iki lafın belini kıralım diyebilir mi? Diyemez.

Bir de şu var ki; ön yargı dediğimiz illet sadece iki insan arasında değil bir insanla bir görüş, bir insanla bir kurum, bir insanla bir yer, bir insanla bir grup, bir insanla bir türkü, bir insanla bir şiir, bir insanla bir dergi, bir insanla aklınıza gelen her şey arasında olabilir. Ama o bir insan hep vardır. Bütün insanlar birleşip kötülük ateşini söndürseler, gidip külüne üfleyecek bir insan yine çıkar değil mi? Çünkü burası dünya. Eskilerin 'dönya' dediği dünya. İmtihan bitince dönmeyi bırakacak olan dünya. 

Bir gruba gireceksindir; tutar kolundan: 'Nereye gidiyorsun? Onlar için böyle böyle diyorlar.' der. Bir görüş ilgini çeker. Yapışır yakana: 'Gerçekçi ol biraz. Kaçıncı yüzyıldayız haberin var mı? Bugün bunların olması mümkün mü? Şükret ki; biraz faiz, biraz adaletsizlik, biraz savaş, biraz da ölümlerle yaşayıp gidiyoruz rahat rahat. Sen bizi bitirmek mi istiyorsun?' der. Sen de ona: 'Ne konuşuyorsun lan köpek. İslam'ın dünü, bugünü mü olur?' diyerekten iki tokat aşk ettiremeyip, hem kazanacak olduklarını kaybetmenin hem de nefsinin telkinlerine itibar etmenin hüznünü yüklenir dönersin gerisin geriye. Su-i zan bu aslında. Bildiğin. Dümdüz su-i zan. Ön yargıdan bahsediyorum. Adamın haberi yok, onu mahkemeye çıkarmışsın. Hâkim de sensin. Sonra onu, delil yetersiz olmasına rağmen suçlu bulmuşsun, hakkında kötü düşünme kararı almışsın. Zarar kime? Zarar yine sana hakim bey. 

HâlbukiMüslümanhüsn-ü zanla memurdur. Şeytana atılan bir tokat bilip, saftiriklik çizgisine varmadan, inadına, her seferinde kardeşlerimiz için iyi düşünmemiz gerek. 'Su-i zanda bulunup haklı çıkacağına, hüsn-ü zanda bulunup yanıl.' buyurmuş Efendimiz(sav). Bu, şeytana atılan bir tokat olduğu gibi ön yargı duvarını yıkacak balyozdur da aynı zamanda. 

İnsanları, kendi sığ bakışına göre bazı kefelere koyup, tavrını ona göre belirleme hastalığı. Bazen bakıyorum. Önüm, arkam, sağım, solum hep yargı. Önlüsünden mi istersin, önsüzünden mi? Abartmıyorum. İnsan, karşısındakini neden sadece bir insan olarak değerlendirmeyi yeterli bulmaz da, daha başka kalıplar içerisinde görmek ister? Bilmiyorum. Belki birçok sebebi var, belki hiçbir sebebi yok. Biz ise aynayız. İnsanlara insan olduklarını hatırlatıcılarız. İnsanların aralarındaki karanlık perdeleri yırtıcılarız. Biz adalet dağıtıcılarız. İyiliği, deste deste dağıtıp, ayıpları kapatıcılarız. Doğruluk çoğu zaman sakınmaktır. Kendimizi sakınacağız. Günahlardan sakınacağız. Yaşatmak için de yaşayacağız. Ufkumuzu, hayalimizi, duamızı geniş tutacağız. Zira okyanuslara talip olma irade ve kabiliyetine sahip olan bir genci bir kaşık suda boğulurken görmek kimin içini acıtmaz..?!

YAZAR HAKKINDA
Nurullah Yağcı
Nurullah Yağcı
17 Temmuz 1993'te İstanbul'un Fatih ilçesinde, müftü bir baba ile ev hanımı bir annenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Karadeniz'in muhtelif şehirlerinde -sırasıyla Borçka, Hemşin, Ardeşen'de- ilk ve orta öğretimini tamamladı. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Şu an aynı üniversitede Hadis alanında yüksek lisans yapmakta. İnsanları, şiirleri, dergileri ve türküleri seviyor ..
YORUMLAR
Aliye
26-12-2016 - 21:18
Yazılarınız gerçekten çok başarılı.Tespitleriniz çok yerinde.Gönlünüze,kaleminize,ilminize sağlık olsun.
YORUM YAPIN