FİKRİYAT

Onur, Erdem ve İhsan Ayrılmaz Dörtlü

Onur, Erdem ve İhsan Ayrılmaz Dörtlü
Kabarınca kulağında kuş cıvıltıları yavaşça açtı gözlerini gülümsemeye başladı. Hala sıcaktı yatağı. Kuş sesini seviyor, enerji verdiğine inanıyordu. Bir çırpıda dikildi ayağa, genleştikten sonra doğruca pencereye yöneldi ve hızlıca sıyırıverdi perdeyi. Daha belirgindi gülümsemesi.  Güneşli güzel günleri seviyordu Erdem. Pencerenin kolunu yukarı doğru zorlanarak da olsa çevirdi, başını pencereden çıkartarak derin nefes almaya başladı. Bir yandan da bahçelerinde bulunan irili ufaklı ağaçlara konuşlanmış serçeleri izlemekteydi. Mutluydu serçeler, bir dertleri yok gibiydi. Serçelerde yaşıyor bende yaşıyorum ama onların hiç ihtiyacı yok gibi diyerek düşünmeye başladı. Olur mu canım onlarında vardır ihtiyaçları diye cevapladı içindeki sesi. İyi ama bir serçe yavrusu anne babasından ağlayarak ne isteyebilirdi ki? Neyse dedi, lavaboya giderek elini yüzünü yıkadı salona yöneldi. Televizyonu açıp çizgi film izlemek düşüncesinde idi ki annesi seslendi; “erdemmm, hadi oğlum kahvaltın hazır.” Çayına dört şeker attı ve karıştırmaya başladı. O aptal sorular devam ediyordu zihninde, içinde ki ses habire bir şeyler fısıldıyordu kulağına. “Dört şeker fazla bir tane atsan kâfi”,  “iyi de dört şekerli daha güzel ama”, “erdem yapma Allah aşkına tek şeker neyine yetmiyor adet yerini bulsun sen kocaman adam oldun artık.” Garip sesler kafasında dolana dururken kahvaltı masasına takıldı bu kez gözleri. Her sabah masaya konan ancak hiç tüketilmeden buzdolabına kaldırılan reçeli ve peynir çeşitlerini gezdirmeye başladı zihninde. Artık iyice artmıştı kafasında ki sesler, dayanamadı.. “Bir insanın ihtiyaçları ne zaman biter babacım” diye seslendi ekmeğine tereyağı sürerken. Ne zaman ihtiyacı olmadığını düşünürse diye cevapladı babası. İhtiyaç nedir? diye tekrar sordu Erdem çayından hızlıca yudumlayarak. Bir miktar düşündü baba, sahi dedi neydi ihtiyaç? “Erdem yavrum, bu sana ödev olsun ne demekmiş “ihtiyaç” araştır öğren sonra bana ve annene anlat” diye ödev verdi. Babası tarafından görevlendirilmek onurlandırmıştı Erdem’i.

Aklı başında, iyi futbol oynayan, çevresi tarafından sevilen bir çocuktu Onur. Onur’a dair bilinen en önemli özellik kıtır kıtır kesilse dahi yalan söyleyemediği idi. Erdem’in en yakın arkadaşıydı. Zaman zaman aşırılıkları olsa da anne babasından azar işitir ama yalan konuşmazdı. Erdem, çoktan açmıştı konuyu Onur’a. Kararlaştırdıkları gün kütüphanenin yolunu tutarak “ihtiyaç” kavramının ne anlama geldiğini enine boyuna araştırıp ailelerine anlatacaklardı. Kütüphane çok yakın sayılmazdı. Zaten kütüphaneler hep uzakta olur ve tekel büfeleri kadar gündem olmazlardı.  Bir yandan yürüyorlar bir yandan da Onur, Erdem’in sorularına tek kelimelik cevaplar veriyordu. Her halinden belli idi kafasında başka bir şeyler olduğu. Son iki taksiti kalınca oturdukları evi satılığa çıkartmıştı babası. Amacı daha yeni ve güzel bir ev almaktı kredi çekerek. Onur borçtan ve krediden nefret ediyordu. Kısacık ömrünün kendini bildiği dönemi boyunca sofra başında yapılan borç muhabbetleri zihnine kazınmıştı neredeyse. Bu gerçekten ihtiyaç mıydı? Bir türlü cevaplayamadığı bu beyin yakıcı soru ile başa çıkabilecek kadar büyük değildi Onur. Bu kez soru sorma sırası Onur’a geçmişti; “sence bizim eski evimizin neyi var Erdem?”; Erdem, Onur’un gözlerinin taa içine bakarak gülümsedi “bizim eski koltuk takımını düşünüyorum, modası geçti diye diye yenisini aldırdı annem” diyebildi.  “Vay anasını la, hiç böyle düşünmemiştim, yeni olan her şey mutluluk verir sanıyordum ama borçlandıkça huzursuz oluyoruz biz” diye devam etti. İhtiyaçla alakalı birkaç kaynak bularak karıştırmaya başladılar. “Zorunlu ihtiyaç”,  “güçlü istek”,  “zorunlu olmayan ihtiyaç”, “tatmin”, “ihtiyaçlar sonsuzdur”,  “şehvet”,  “sürekli ihtiyaç” gibi kavramlarla karşılaştıkça bunları da araştırmak zorunda kaldılar ve hayli bilgiyi defterlerine not ederek evlerinin yolunu tuttular.  

Erdem, “insan ihtiyaçları sonsuzdur” cümlesine takılıp kalmışken, Onur “tatmin” kavramını masaya yatırmıştı kafasının içinde. Yaz tatilinde hocasından duymuştu Erdem; “Nefsin ihtiyaçları hiç bitmez! Hep ister, hep ister, hep ister”.  İyi ama burada isteyen biziz diye düşünecek oldu ama çürüttü tekrar düşüncesini kafasının içinde. “Biz nefsimizi direksiyona oturtmuşuz asıl isyeten o”. Birlikte yürümelerine rağmen on dakikadır birbirleri ile değil kendi kendilerine konuşmakta idiler. Cuma namazına gittiğinde duymuştu Onur; Nefis yanan bir ateş gibidir, istediğini aldıkça daha şiddetli yanmaya devam eder”. Tatmin olma arzusu ile ihtiyaç adı altında karşılanan bir çok şey nefsimizi daha fazla kabartıyor aslında diye geçirdi aklından. 

İhsan amca evinin alt katını neredeyse kütüphane olacak kadar kitapla doldurmuş genelde dostları ile çay içip sohbet ederken görülen, yalnızken de kitap dergi karıştıran askeriye emeklisi evliya gibi bir adam idi. Hemen ilerdeki okulun neredeyse tüm öğrencileri gelip geçerken ihsan amca ile selamlaşır onun ikram ettiği bisküvilerden afiyetle yerlerdi. Bisküvi yerken ihsan amca ile konuşmak onlar için büyük keyifti. Onur ve Erdem insanın içini ferahlatan bu mekâna gelip kafalarının karışık olduğunu dile getirince oralet içersiniz dimi gençler diyerek gülümsedi İhsan amca. Çaylar, bisküviler, oraletler gelip gittikçe şaşkınlıkları artmakta idi Onur ve Erdem’in. İhsan amca şiir gibi konuşan bir insandı. Her cümlesinde çok fazla manâ bulmak mümkündü. “Dünya genelinde zengin iş adamlarının çocukları genelde intihar ederek ölürler. Neden biliyor musunuz? Çünkü insanı mutlak manâda tatmin edecek olan madde değil manâdır. İnsan ne denli hükmetme gücüne sahip olursa o denli uzaklaşır yaratıcıdan. Her istediğini alabilen, her dilediğini yapabilen bir insan başına bir iş gelmedikçe neden Allah’ı hatırlasın ki? Bu yüzden peygamberler “yarabbi garipliğimizi arttır” kabilinden dualar etmişlerdir. Ve yine öğretileri ile insanlığa katkı sunan Konfüçyus da şöyle seslenmektedir çağlar ötesinden; Önemli olan; "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır." Madde imtihanın bir cilvesidir. Kiminde varlığı ile, kiminde yokluğu ile imtihanı teşkil eder. Önemli olan nefsi değil ruhu doyurabilmektir. Ruhu doymamış insan bütün dünyaya sahip olsa yine de açtır. Aklı başında olan insanlar şöyle yakarırlar mevlaya; “yarabbi garipliğimi arttır, beni  koru  adam olmaktan.’’

ÖNCEKİ YAZI DOST
YAZAR HAKKINDA
Yavuz Selim Sürer
Yavuz Selim Sürer
1985'de Mersin'de dünyaya gözlerini açtı. Balık sevdasına tutulunca Sinop'a geçti. Sinop su ürünleri fakültesinde tükettiği günler karşılığında diploma almaya hak kazandı. Ticaret ehli olmak istedi ama hayat onu bir grup arkadaşı ile su ürünleri mühendisleri adına giriştiği hak, yetki, istihdam mücadelesiyle memuriyete sürükledi.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN