KÜLTÜR SANAT

Osmanlı'da Ramazan Kültürü

Osmanlı'da Ramazan Kültürü
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ

“(O sayılı günler, Ramazan ayı), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin.”

İşte içerisine gireceğimiz bu mübarek ayda “Nerede o eski ramazanlar?” sorusunu kendimize sorduk ve cevabını ecdadımızda yani Osmanlı’da bulduk. Devlet-i Aliyye-i ʿOsmâniyye sadece cihad vasfıyla değil aynı zamanda kültür ve medeniyetiyle de dünyaya damgasını vurmuş bir cihan devletiydi. Evet, büyüklerimizin bahsettiği o eski ramazan anlayışı, Osmanlı’nın yaşamış olduğu ramazan geleneklerindeydi. Peki bugün unutulmuş olan bu gelenekler nelerdi?

Ramazan Tembihnâmeleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda Ramazan ayının yaklaşması ile birlikte devlet nezdinde başta saray olmak üzere devlet erkânı ve devlet dairelerinde heyecanlı ve özel bir koşuşturma yaşanırdı. Ramazan ayının huzurlu ve sıkıntısız bir şekilde geçmesi için gereken bütün tedbirler düşünülür ve tembihler yapılırdı. Başta padişah olmak üzere sadrazam ve diğer devlet erkânı yazdıkları hattı hümayunlar olmak üzere emirler verirlerdi. Bu tembihnameler II. Mahmud döneminden itibaren Takvim-i Vekayi gazetesinde yayınlanmaya başlanmış ve halka kitapçık olarak da dağıtılmıştır. Tenbihnameler sokakta halka okunur, camilerde vaizler tarafından cemaate, mahallelerde bekçiler tarafından sakinlere ve hanlarda ise işletmeciler tarafından çalışanlara ilan edilirdi.                           

Bu tembihnamelerde halka;

Yemekler israf edilmesin,

Yemekler dikkatle yapılsın,

Kılık kıyafete dikkat edilsin,

Din-i mübin-i islâm’a daha da bir kuvvetli bağlanılsın,

Mesai saatleri iftara ve namaz vakitleri gözönünde bulundurularak ayarlansın,

Gayr-i müslim teba rahatsız olmasın diye davulcular onların köylerinde davullar çalmasın

vs. gibi uyarılarda bulunulurdu.

Zimem Defteri

Ramazan ayında varlıklı zengin kimseler esnaf dükkanlarına girerek “zimem” yani günümüzde ki anlamıyla veresiye defterini isterlerdi. Defterin baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfalarını açar ve “Silin borçlarını, Allah kabul etsin.” diyerek sevap işlerlerdi. Ne borç sahibi ne de borcu kimin kapattığı belli olmazdı. Böylece iyilik gizli kalmış olurdu.

Huzur Dersleri

Ramazan-ı Şerif’te padişahın huzurunda yapılan tefsir derslerine “Huzur Dersleri” denirdi. Ramazan ayına ve Osmanlı sarayına has olan bu dersler bir mukarrir, sayıları 7 ile 15 arasında değişen muhataplardan oluşurdu. Mukarrir ders anlatır, muhataplarsa ders konularını usulünce dinleyerek tartışmaya açardı. Bu tartışmalar genelde Kadı Beyzâvî Tefsiri üzerinde olurdu. Önceki dönemlerde de yapılan Huzur dersleri, Sultan III. Mustafa döneminde mutad hale getirilmişti. 1759’dan itibaren mütemadiyen gerçekleştirilen bu dersler, Ramazan ayında pazartesiden perşembeye, öğle namazından ikindi namazına kadar yapılır, ikindi namazından sonra padişahın hareme çekilmesiyle son bulurdu. Huzur dersleri son Halife Abdülmecid dönemine kadar devam etmiştir.

Diş Kirası

Osmanlılar öyle naif, öyle düşünceli bir toplumdu ki iftar saatinde evlerin sokak kapısı açık kalır ve evlerine sokaktan geçen herhangi bir kimsenin misafir olarak iftar yapmalarına vesile olunurdu. Yemekler yenir, meşhur Osmanlı Şerbetleri ikram edilir ve en sonunda, ev sahibi, misafire “diş kirası” denilen bir miktar para verirdi. İlk olarak Fatih döneminde sadrazam Mahmut Paşa tarafından başlatılan bu gelenek, asırlar boyunca devam etmiştir. Anlamı ise “Evimize geldin, soframızı bereketlendirerek yemeklerimizden yedin ve bize sevap kazandırdın.” demekti.

Mahyacılık

Ramazan deyince akla gelenlerden biri de mahyalardır. Mahyaların tarihi 16. yüzyıla kadar dayanmaktadır. İstanbul’da yaygın olan bu gelenek, daha sonra Anadolu şehirlerin de yayıldı. İki minareli camilerde asılan mahyalar, ilk olarak Fatih Camii ve Beyazıt Camii’ne yapıldı. Ramazan ayında insanları ibadete çağıran hadisler ve güzel sözler yazılırdı. Mahyaların akşam ışığında, teravih namazlarına gidilirken, bir yıldız gibi gökyüzünde görülmesi, insanları çok heyecanlandırmaktaydı. Osmanlı Dönemi’nde, mahyacılık zor bir meslekti, günümüzdeki gibi elektronik ortamlarda yazılmayan mahyaların, hazırlanması ve asılması, bayağı uğraş veren bir işti. Mahyaların ışık saçması için içlerine dökülen kandiller, yaklaşık olarak, iftar ve teravih arası kadar bir vakitte yanmaktaydı. Bu kısa vakit içerisinde halk sokaklara çıkarak, bu güzelliği görmeye çalışmaktaydı. O dönemden bazı mahya örnekleri;

“Ya Gâni, Ya Mabut, Ya Kâfî”, “Ya Şehr-i Ramazan”, “Ya Kerim”, “Allah”, “Bismillah”, “Elhamdülillah”, “Merhaba”, “Merhaba Ya Şehr-i Ramazan”, “Gufran Ayı”, “Safa geldin”, “Elveda”

Ramazan Eğlenceleri

Osmanlı döneminde Ramazan ayı genel olarak resmi bir festival gibi geçiyordu. İnsan gece yaşarken, gündüzleri dinleniyordu. Sahur vaktine kadar Karagöz, meddah, ortaoyunu gibi programlar yapılıyor, yetenekli insanlar hünerlerini sergiliyordu. Sahura doğru ortaya çıkan davul ve mâni geleneği Ramazan boyunca devam ediyordu.

Ramazan ayını ecdadımız gibi; onun, bizden razı olacağı şekilde ağırlamamız, onun hakkını vererek yaşamamız, ondan kazançlar elde ederek bizden razı olmuş bir şekilde ondan ayrılmamız ve bayrama ulaşmamız duasıyla...

ÖNCEKİ YAZI POPÜLİZM NEDİR?
YAZAR HAKKINDA
Muhammed Talha Gülaçar
Muhammed Talha Gülaçar
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN