KÜLTÜR SANAT

Papatya Çayı

Papatya Çayı
Beton siteler arasında kayboluyoruz. Bunu demiştim değil mi daha önce? Defalarca... Kalabalıklar içinde her geçen gün daha çok yalnızlığa kucak açıyoruz. Perdeyi aralayıp dışarıya bakıyorum usulca, yağmur çarpıyor yüreğime. Cadde, soğuk insan yüzleriyle dolu, kimse gülümsemiyor. Az evvel kaynattığım papatya çayı kokusu odamı sardı ya da sarmış. Farkında değilim.

Çevremdeki insanlara bakıyorum, bir de dönüp kendime. Paylaşılması yasak olan yalnızlık mı güzel yoksa sosyal çevrenin şatafatlı muhabbetlerine dâhil olmak mı diye muhasebe ediyorum kendimce.

"Şu günlerde tükenmişlik sendromu denilen hastalığa yakalandım." Cidden böyle mi demeliyim dışarıya karşı. Saçma... Hem de bunu söyleyen ilk kişinin bir tarih dizisinde bozuk dil bilgisi ile tarihi karakteri canlandıran birisi olunca, daha da saçma geliyor.

Tüm uyuyanları uyandırmaya kendini adamış biri olarak, biraz mazota ihtiyacım var. Mazot demişken uzun zamandır arabama binmiyorum.

Nerde kalmıştık?  Ha diyordum ki o yüzden sarsıyorum kendimi ve çağın hastalığını yenmeye çalışırken papatya çayı eşlik ediyor ayaklanmama... İnsan düşünüyor; zaman nasıl geçiyor, ömür nasıl bitiyor, insanlık nasıl elimizden kayıyor ve biz nasıl seyirci kalabiliyoruz... Geçmişe dönüp baktığımda o zamanın insanları kendini her manada geliştirmiş olup Kanuni Sultan Süleymanlar, Fatih Sultan Mehmetler olabiliyorlar da, biz 25 yaşa kadar daha eğitimi tam anlamıyla tamamlayamıyorken, daha bir konuda bile uzmanlaşamıyorken onlar on, on beş alanda uzman olabiliyorlar. Onlar neresinde ben neresindeyim dünyanın diye sormadan edemiyorum. Papatya çayımdan yudumluyorum ara ara. Ama çay yetmiyor, bitmiş bardak.

Şafak alacalığını korurken; ödünç geceye dağların ardından sökülüp lacivert karışacak olan gökyüzünün yağmur damlaları, sanki benim içime kor olarak düşecek gibi oluyor.

İnsanlar neden böyle diye geçiriyorum içimden. Rengârenk çiçeklerin kapladığı bahar mevsimi falan filan her neyse… Çiçek böcek şairlerin işi.

Saat... İlçe arabası... Kalkıp Siyer-i Nebi kitaplarını alıp en ücra okullara gitmeli. Şehrin henüz kirletmediği gençlere ulaşmak için... Bir de şube, şu ilçeye bir temsilci atasa iyi olacak. Uzattım.

Bu arada zaman kavramını düşünmeli ve tefekkürle baş başa kalmalı, bir şeyler yapmalı kardeşler. Zamanın kıymetini bilip, imanın lezzetini bu kısa ömürde tatmalı...

Ne diyor Efendiler Efendisi, Bir günü bir gününe eşit olan ziyandadır!..

YAZAR HAKKINDA
Ahmetcan Yılmaz
Ahmetcan Yılmaz
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN