GÜNDEM

Postmodern Yağmalama Sektörü: Turizm

Postmodern Yağmalama Sektörü: Turizm
Birinci sanayi devriminden önce insanların farklı coğrafya, kültür ve medeniyetleri keşfetme arzusu onları uzun ve gizemlerle dolu yolculuklara sürüklemiş, kültürler ve medeniyetler arası etkileşimlerde köprü vazifesi görmelerine vesile olmuştur. Gezginler, kaşifler ve seyyahlar Rönesans gibi aydınlanma dönemlerinde önemli rol oynamışlar ve ilmi, felsefi ve sanatsal alanlardaki bir çok gelişmeye katkı sağlamışlardır.

İkinci sanayi devrimiyle beraber ulaşım ve iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla gelişmesi neticesinde sömürgeciliğin post modern kolu “Turizm” ortaya çıkmış ve “Seyahat” kavramının yerini gasp etmeye başlamıştır.

Turizm, bize özellikle okullarda turizm haftası etkinliklerinde “Bacasız Fabrika” olarak öğretildiyse de son yüzyıl göstermiştir ki turizm aslında barbar, vahşi ve hazcı bir zihniyetle doğamızı, denizlerimizi, ormanlarımızı ve nehirlerimizi yağmalayan bir sömürge aracıdır.

Oysaki “Seyahat” insanoğlunun farklı medeniyetleri, kültürleri ve coğrafyaları keşfetme çabasıydı. İnsanlar hem farklı kültürleri keşfediyor, hem de kendi kültür ve medeniyetini kıyaslama ve sorgulama fırsatı yakalıyordu. İngiliz toplum bilimci John Urry, seyahatin yerini turizmin almasıyla birlikte “keşfin, hatıranın, gizemin ve sürprizin ortadan kalktığını, insanların, kültürlerin ve mekanların istila edilerek yağmalandığını” söyler(Mekanları Tüketmek, Ayrıntı,1999).

Peki, turizm sektörü tabiatı nasıl yağmalıyor? Mekânları ve kültürleri nasıl tüketiyor? Bunu anlayabilmek için önce turizm işletmeciliğini ele almamız gerekiyor. Zira turizm işletmeciliği için daha fazla orman ve kırsal alan tıraşlanmakta, koylar ve yaylalar adeta betonlaştırılmaktadır. Nehir, göl ve şelale kenarları istila edilmektedir. Bu işletmelere ulaşım amacıyla açılan yollar yaban hayatını, göç yollarını ve ekolojik yaşamı tahrip etmektedir. Hayvanlar için yaşam alanları gitgide daraltılmakta, hayvanat bahçesinin biraz büyüğü olan “Milli Parklar” ile sınırlandırılmaktadır. Açılan her işletme bir canlı türünün yaşam alanını gasp etmekte, onları göçe zorlamakta veya tamamen yok etmektedir. Sözde çevreci geçinen arkadaşların geliştirdiği bungalow tarzı evler, resmi olarak bina yapılması yasak olan yerlere hukukun arkasından dolanarak yapılmış farklı işgal yerleşim biçiminden başka bir şey değildir. Neticede bu ahşap tarzı işletmeler de yaban hayatını taciz etmektedir.

Yukarıda değindiklerimiz turizmin fiziki ve biyolojik tahribatlarından sadece belirgin bir kısmı. Bir de manevi, sosyal ve kültürel anlamda tahribatı var ki, galiba en trajik olanı da bu.. Vahşi kapitalizm, turizm aracılığıyla yalnızca parası olanlara sahte ve geçici mutluklar dağıtmakta, evsizler veya mülteciler için gösterilmeyen misafirperverlik yapmacık da olsa paralı insanlara kısa süreliğine gösterilmektedir. Eski zamanlardaki seyahatlerle kıyaslayacak olursak misalen kervansaraylarda parasız ya da parasını eşkıyaya kaptırmış insanlar belli bir süreliğine misafir edilir ve ücret de alınmazdı. Yine köylerimizde misafirhaneler olur, dışarıdan gelen konuklara karşılıksız ikramlarda bulunulurdu. Nerden gelir, nereye gidersin diye hal hatır sorulur, memnun ayrılması için her türlü ortam sağlanırdı. Günümüzde ise bir tatil beldesinde bırakın ücretsiz olarak kalmayı paranız varken bile önceden rezervasyon yaptırmadıysanız otele adımınızı dahi atamazsınız. Bizim inancımız yolda kalmışa infak etmeyi emrederken, neo-paganist turizm anlayışı yolda kalma durumları için sigorta yapmayı teklif eder.

Turizm insanları kendi bencil arzularını kutsamaya, hazlarının peşinde koşturmaya ve bunların kölesi olmaya itmiştir. John Urry’nin de dediği gibi “gezginin eleştiri yetilerini ve faaliyetlerini iptal ederek” ruhsuz, robotik ve zevk peşinde koşan hayvani bir nesneye dönüştürmüştür. Seyyahlar aktif, etken, kıyaslayabilen, ikramlar karşısında kadir kıymet bilen, dostluklar kurup hatıralarla ayrılabilen insanlarken, turistler pasif, edilgen, tur şirketlerinin programına sıkı sıkıya bağlı bir insan türüne dönüşmüş androidlerdir.

Gözümüze çarpan başka bir çarpıklık ise Doğu-Batı arasındaki turizm anlayışının farklılık göstermesidir. Doğu’nun turizm anlayışı kültür ağırlıklıyken, Batı’nın turizm anlayışında deniz, kum ve güneşten ibaret bir kıyı turizmi anlayışı hâkimdir. Misalen, biz Avrupa’yı dolaşırken tarihi katedral, amfi tiyatro, kale, saray ve köprü gibi yerleri gezeriz. Batılılar Doğu ülkelerine geldiklerindeyse ağırlıklı olarak kıyı turizmini tercih edip güneşlenmeyi yeğlerler. Gerçi bu çarpık anlayış bize de sirayet etmiş durumda maalesef. Medeniyetlerin başkentleri Diyarbakır, Mardin, Şanlı Urfa gibi kadim şehirlerimiz Bodrum, Kemer, Marmaris gibi ilçelerin önünde anılması gerekirken yeteri kadar tanıtma ihtiyacı dahi duymamaktayız.

Meseleyi kısaca özetlememiz gerekirse vahşi kapitalizm insanoğlunun birçok değerini ifsad ettiği gibi seyahat kavramını da ifsad edip sekülerleştirmiştir. Bu kavramın içini boşaltmanın yanında insana hayvana ve doğaya dair her ne varsa işgal edip yağmalamakta ve ifsadına her geçen gün yenilerini eklemektedir. 

Bu vahşi sömürge sektörü bilinçli insanlarımız ve vicdan sahibi yöneticilerimiz tarafından yok edilmelidir. Kıyılarımız, ormanlarımız ve sularımız anayasa ile koruma altına alınıp etkili bir şekilde denetlenmelidir. Doğal güzelliklerimizi kapitalizme peşkeş çeken çıkarcı anlayış en ağır cezalar ile cezalandırılmalıdır. Seyahat kültürü canlandırılmalı, kültür gezileri teşvik edilmeli, devlet konuk evleri açılıp, maddi durumu olmayanların da sosyal devlet anlayışı gereği seyahat edebilmeleri ve konaklamaları sağlanmalıdır. Seyahat, parası olan insanların yapabildiği bir etkinlik olmaktan çıkarılmalıdır. Doğaya ve tarihi dokuya zarar vermeyen işletmeler desteklenmelidir.

Tabi ki bunları yapabilmek için yaratan ve yaratılan merkezli düşünebilmeli, antikapitalist bir anlayışa ve merhamet dolu bir kalbe sahip olmalıyız.

Kahrolsun seküler turizm!

Yaşasın medeni seyahat…

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Karaca
Ahmet Karaca
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN