KÜLTÜR SANAT

Sahilin Ücra Bir Kayası Var

Sahilin Ücra Bir Kayası Var
Sonradan anlamıştım çapsız birisi olduğumu; kravatın efendi yaptığı dünyada ben ve ben gibiler ceket savurarak aldığımız maaşın esiri olduğumuzda değişen hiçbir şey olmadığını...

Ölümün gerçekliği işlerken bedenime, suya vuran kayalar vardı dalga dalga.  Güneşin denizi okşadığı vakitlerde tutsak olmuştum bir hışırtının sesine. Korkaktım.  Yazmak için...  Elim varmadı gerçekleri satırlara saplamaya.  O yüzden çiviledi beni bu eski sahilin kayalarına, bir avuç gerçek…

Uzay varmış derler, kaçmak için müsait.  Fakat param yetmez oraya.  Hayallerim de.  Bir çaycı geçer yanımdan.  Termosun dibindeki çayı vermesini istedim.  Az sonra düşecek karanlık.  Ve gırtlağıma değecek birkaç damla arayışım olacak.  Neyden bahsediyordum ben? Hakikatten.  Saatimin sesi kayaları yalayan dalgalar kadar hissedilir kulaklarımda.  Kasvetli kesimler gecekondu kurdu mu dilinize, sadece küçük körpe yavruların merhamet rüzgârları esti mi benliğinizde ya da doktorlar kanın hangi renkten aktığına bakıp müdahale ettiğini görünce gözler, işte o zaman dersiniz ki bu adam ne anlatıyor?

Kalktım elimdeki bardak ile.  Çoğunun huzur bulmak için, çoğunun ise sevgilisi ile denize bakıp mide bulandıran romantik cümleler israf etmek için geldiği bu sahile, bense kayalara yaslanmak için gelirim.  Deniz ya da batan güneş umurumda değil. Ya da yazarlık yaptığım dönemlerde özlem duyduğum o deniz tutkusu değil beni buraya getiren.  Hele ki adında deniz olup kendisinde denizden eser olmayan bir beldede yaşıyorsam neden denizi seveyim ki? Bendeki türlü türlü duygular yazmak ya da bir heves kaçağı olsun diye değil de sanki beğeni toplasın diye dökülmüş dudaklarımdan.

Yürümeye başladım.  Alçak bir sıcaklık, esinti yapan rüzgârın kucaklaştığı geceye meylediyordu. Yanımdan geçen ve koşarak uzaklaşan duygularıma, spor yaparak eşlik eden insanlar da vardı.  Ama en önemlisi şu kayalar…  Sağlam ve mert.  Milyon dalga gelse de, yosun tutsa da onlar hep ayakta.  Birkaç adım daha atıyorum sahilin girilmez yerlerinde.  Az ötede kalabalık var.  Denk gelmemek için tanıdık birkaç yüz ile uzaklaşıyorum oradan.  Tekrar kayaların oraya geliyorum. Üç defadır boş bardağı ağzıma götürüyorum.  Huysuz ve aksi bir amca küfrederek geçiyor yanımdan.  Bir genç çakmak soruyor.  Bir teyze oturacak yer bakınıyor.  Birisi bir balık sevdasından dönüyor.  Bir grup gitar çalmak için hazırlık yapıyor.  Azrail başucumuzda.  Ağızlarımızın tadı kaçıyor.  Çöktüm bunca gerçekten uzağa.  Bir el gelse de okşasa kalbimi.  Yalnızlık için yazılmış onca cümle varken, ben yarın işe giderek nasıl bir kayboluşa ev sahipliği yapıyorum milyonluk şehirde, siz bir de onu görün.

Fotokopi, yazıcı, bilgisayar, ofis elemanları, sahte gülümsemeler, yalancı dostluklar,  merhaba kapitalizm.  Merhaba Siyonizm...

Sahilin şu koca yürekli şekercisi.  İş yapmaması bir yana her gün azimle satamadığı şekerleri satmaya çalışması. Bu cümleyi ben de anlamadım.  Ne demek istediğimi siz anladınız ama.

Jesse James'in silahını kullanmak için beline taktığında artık sonun geldiğini anlamıştık ama başını yılkı atlarına dayayacağı hiç aklımıza gelmezdi.

Şu çocuk Ömer Faruk.  Bizim öğrenci evimizde bir gün kalmıştı.  Çocuğa ağır gelen neydi bilmiyorum ama gitmesi bize daha ağır geldi.  Şimdi yanımdan geçip gidiyor. Ya tanımıyor ya da tanımaz bir tavır ile elleri ceplerinde geçiyor yanımdan.  Ben de tanıyamadığım birileri biriktirdim cüzdanımda.  Yeri geldiğinde hepsini harcamak için.

Süreli yürüyüş zamanı doldu.  Artık sahilin kayalarına veda vakti geliyor.  Yarın yine geleceğim. Kalmak istesem de kendimi ikna etmem zor. Israrlı olmak için de çok yaşlıyım.  Yazdıklarımı okumak içinse gencim.  Kulağımda Failin çalıyor.

ÖNCEKİ YAZI DENGEYİ BOZMAYIN!
YAZAR HAKKINDA
Ahmetcan Yılmaz
Ahmetcan Yılmaz
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN