GÜNDEM

Şark’ın Dokunaklı Sesi: Halil Cibran

Şark’ın Dokunaklı Sesi: Halil Cibran
1883 yılında Bsharri’de doğdu. On iki yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika’ya göç etti. Orta ve lise öğrenimini Boston’da tamamladı. Daha sonra ailesinin ısrarı üzerine Beyrut’taki El Hikmet Medresesi’ne gönderildi. Yükseköğrenimini burada bitiren Cibran, 1902’de bir daha dönmemek üzere ayrıldı anayurdundan. 1902-1908 yılları arasında resim yaparak geçimini sağladı. 1908’de Paris’e gitti ve Güzel Sanatlar Akademisine yazıldı. Üç yıl süreyle çağının en büyük heykeltıraşı Auguste Rodin’den ders aldı. 1911’de yeniden Amerika'ya döndü. 1918’de ilk kitabı The Madman – Deli yayınlandı. 1923’de The Prophet – Ermiş basıldı. Bu kitabıyla adı bütün dünyaya yayıldı.

Böylelikle yirminci asrın ikinci yarısında Batı dünyasının en çok sözünü ettiği Yakın Doğulu şair ve düşünür olmuştur. İngilizce ve Arapça yazdığı eserleri, Japonca ve Sanskritçe de içlerinde olmak üzere yirmi kadar dile çevrilmiştir. Avrupa’da, Arap ülkelerinde ve ABD’de her sınıftan milyonlarca kişi tarafından sevilerek okunmuştur. Çağının sosyal çalkantılarla dolu günlerinde düşünceleri Lübnan’daki işçi, öğrenci ve aydın kesimlerince benimsenmiş, bunun kaçınılmaz sonucu olarak da eserlerinin okunması yasaklanmış, kitapları meydanlara yığılarak yakılmıştır. Aynı zamanda ressam da olan Cibran, Fransa’da ve ABD’de çeşitli sergiler açmıştır. Ünlü heykeltıraş Auguste Rodin, Cibran’ın resimlerini XIX. Yüzyıl’da ölen İngiliz şair ve ressam William Blake’in yapıtlarıyla kıyaslamıştır.

Cibran, Yakın, Orta ve Uzak Doğunun geleneksel öğretileriyle Batı düşüncesini karşılaştırmış, bireysel ve toplumsal olgulara çeşitli sentezler getirmiştir. Yapıtlarında şiirsel bir anlatım kullanmış, Doğu düşüncesini Batı diliyle yazmıştır. Kullandığı aforizmalar adeta evrensel nitelikte sloganlara dönüşmüştür. İronik bir anlatım, mistik bir kurgu ve felsefi bir derinlik kitaplarının genel yapısına hâkim durumdadır. Bu yönüyle yirminci asrın Ömer Hayyam’ı tespitinde bulunsam kesinlikle abartmadığımı söyleyebilirim. 

Her kitapta kurgu aşağı yukarı aynıdır. Bir öğreten bir de ondan öğrenenler vardır. Konu da az çok aynıdır: Doğa, Toplum ve İnsanoğlu. Bu üçlü her zaman bir bütün içinde ele alınır ve Öğreten, Doğanın, Toplumun ve İnsanlığın yasalarını anlatır. Öne çıkardığı değerler genellikle sevgi, merhamet, erdem, tevazu, hikmet ve direniştir. Halil Cibran, gerek şiirlerinde, gerekse resimlerinde insanoğlunu ve onun insanlığını en yüce doğa olayı olarak ele alır. İnsanlara eziyet edenleri, sömürenleri, zulmedenleri ve aldatanları şiddetle kınar. Ama sömürülenlere de yalnız acıma duygusuyla yanaşmaz. “Eğer başınıza bir despot geçmişse bunun sorumlusu sizlersiniz; Yüce Yaratan, alnınıza diktatörleri yazmamıştı, bunu sizler kendi kendinize yazıyorsunuz” der. İnsanların, insanlıklarına kavuşmak istiyorlarsa, diktatörlere başkaldırmaları gerektiğini savunur.

Cibran'a göre doğada, doğanın kendisinden başka giz yoktur. Pragmatizmin doğurduğu madde tapıcılığına ve servet yığmaya şiddetle karşıdır. Doğayı diyalektik yöntemle yani karşıtlıkları kullanarak çözümler. Ne “evet” tek başına evet, ne de “hayır” tek başına hayırdır. İkisi bir bütündür, biri olmasa öteki de var olamaz. Cibran için insanoğlu bir bütün olarak yüce bir varlıktır. Duygu, düşünce ve davranışlarıyla doğanın sunacağı nimetlerin en iyisine lâyıktır. Doğa, nesi var nesi yoksa en adil bir biçimde insanlığa sunmaktadır; öyleyse insanlar da bu “nimetlerden” eşit paylar almalıdırlar. Başkalarının zararına, kendi çıkarlarına ticaret yapanlar, hiçbir üretimde bulunmadan onun bunun ürününü alıp birbirlerinden habersizce satarak oturdukları yerde kazanç sağlayanlar, insanlığın yüzkarasıdırlar Cibran’a göre. Mademki doğada ilahi bir Adalet var, yüce varlık olan insanda ve onun toplumunda da aynı adalet bulunmalıdır. Kadın-Erkek ilişkilerinde ne kadına, ne erkeğe üstünlük tanır. “İkiniz de üstünsünüz, birbirinize gereksinmektesiniz, bu nedenle de eşitsiniz” der. Sevginin tutsağı olmayın, sevginizi kullanarak birbirinizin üstünde baskı kurmayın. Çünkü şunu aklınızdan çıkarmayın ki, sevginin tek hedefi vardır; kendi kendine yetmek. Sevgi, ne kendinden bir şeyler verir, ne de bütünlüğüne dışardan bir şeyler katılmasına göz yumar...

Cibran’a göre sanat, sanatçının imgelemi ile yapıtını seyreden kimse arasında dolaysız biçimde kurulacak bir haberleşme aracı olmalıdır. Bu nedenle resimlerinde, seyredenin aklını karıştıracak, onu eserin gerçekliğinden uzaklaştıracak ayrıntılara girmediğini belirtir. Tablolarında, sembolizm, natüralizm ve realizm iç içe girmiş durumdadır. Anatomik yapıya büyük önem verilmiştir. Deformasyonlardan kaçınılmış yani kalıpları bozulmamış, figürlerin yüzlerine sindirilmiş olan dünyasal acı ve elemler bedenlerine de işlenmek istenmiş gibidir.

Halil Cibran'ın en büyük başarısı, hiç kuşkusuz, kendini, sanatını, felsefesini ve düşüncelerini kapitalist Batı toplumuna kabul ettirebilmiş olmasıdır. Kendi düzenini en uygar ve üstün düzen sayan Batı’ya akıl hocalığı yapmak hiç de kolay değildir. Akıl öğretmeye kalkışacak kimse kendi içinden gelmiş olursa pek ses çıkarmaz Batı, ama Doğulu, hele Yakın Doğuluysa hiç tahammül edemez. Cibran, Batı’nın işte bu insafsız ön yargıcı tutumunu kırmıştır. Üstelik kırmakla da kalmamış, Batı’nın gözlerini Doğu’ya çevirtmiştir. Özellikle Batının 1960 sonrası çiçekli devrimcileri Cibran’ı bayrak edinmişlerdir. Etkinliği her geçen gün biraz daha artmış, düşünceleri biraz daha yayılmıştır. Öyle ki, ABD’nin devlet başkanı John F. Kennedy bile ünlü söylevinde onun düşüncelerinden yararlanmıştır: Vatan benim için ne yapabilir diye değil, ben vatanım için ne yapabilirim diye sorun.

1931 yılında New York’taki küçük bir çatı katında yoksulluktan ve peşi sıra gelen hastalıklardan kurtulamayarak öldüğünde 48 yaşındaydı. Cibran’ın tüm yaşamı acı ve kederle örülüdür. Gençliğinde Lübnanlı bir kıza âşık olmuş, fakat evlenme isteği gerek kendisinin gerekse ailesinin yoksul oldukları gerekçesiyle kızın ailesince geri çevrilmişti. Ölümünden birkaç yıl önce, sürekli olarak özlemini çektiği anayurdundan bir kadınla mektuplaşmaya başlamış, yeni bir duygu bağı kurmuştur. Ama bu sevgisi de yalnızca mektuplarda kalmış, parasızlık ve sağlığının bozukluğu yüzünden Lübnan’a dönememiştir.  Ancak, çektiği acılar Cibran’ı romantizmin koyu derinliklerine ya da mistisizmin içinden çıkılmaz bataklıklarına sürüklememiştir. Sevgiyi tüm insanları ve doğayı sevme olarak almış, bireysel acı ve kederlerin gerçekte toplumsal nitelikte olduğunu göstermiştir. Bencillikten uzak olduğunu, kitaplarında kurguladığı hikâyelerde çok rahat görebilirsiniz. Çektiği acılar da, yaşadığı sevinçler de toplumsaldır ve toplum içindir. Yaşadığı çağa ve topluma dertlenenlere selam olsun…

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Karaca
Ahmet Karaca
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN