GELİŞİM

Söz Tükendi, Ah Kaldı

Söz Tükendi, Ah Kaldı
Bizler aynı coğrafyanın insanları. Komşu olduk, akraba olduk, sohbet ettik birlikte badireler de atlattık. Aramıza kara kediler girdi. Farklılıklar zenginlik kaynağı olmaktan çıkarılıp çatışma sebebine dönüştürüldü. Neşet Ertaş ile Ahmet Kaya arasında tercih yapmaya zorlandık. Âşık Veysel’in “Aynı vardan var olmuşuz, sen gümüşsün ben sac mıyım?” dizelerini tereddütle fısıldar hale geldik. 

Topraklarımızdan kan ve gözyaşı eksik olmadı. Anneler çocukları için uzun ağıtlar yaktı, göğsünü parçaladı. Hangi katliama ne kadar üzüleceğimize başkaları karar verir oldu. Çocukların ölümü bile kimliğine göre ya çok konuşuldu ya da hiç. Ana haber bültenlerinden darbeler yedik. Siyasiler konuştukça yaralar aldık. Bütün bunlar uzun vadede evimizi, barkımızı bizim için yaşanmaz hale getirdi. Kötüsü, aldığımız yaraları ya fark edemedik ya da yaralanmaktan zevk aldık. 

Bizler aynı coğrafyanın insanları. Sırdaş olduk, yoldaş olduk, slogan attık birlikte. Neşet Ertaş’ın deyimiyle “sevda sırrınan olur” evet, sevdalandık da birbirimize. Sonra sırlarımızı deşifre ettiler. Dedikoducular türedi, fitne yayıldı her tarafa virüs gibi… Gönül ferman dinlemeye başladı. Aile, çevre, ekranlar, siyasiler… Bütün bunlar karşısında, bu curcunanın ortasında yalnız kalan gönül, ferman dinlemeye alıştı. 

Kuşların filleri yenebileceğine ihtimal vermeyenler için Rum suresi 22. ayetin de bir geçerliliği kalmadı. Şartlara göre şekillenmiş din, daha kolay ve bedelsizdi. Yalnız kalmayı göze alamayanlar için hakikat, savunucu kitlesi fazla olan dogmalardan ibaret kaldı. Gün geçtikçe yenilgilerimiz büyüyor, farkında mısınız? Allah’a kul olmayı beceremeyen bizler için güçlü bir birliktelik, adil olmayan bir mükâfat olmaz mı? Oysa Allah adildir. 

Bizler aynı coğrafyanın insanları; kirli planların nesnesi olduk. Bize kalsa ayrılmayız, birlikte yaşarız, ekmeğimizi bölüşürüz ama bize kalmıyor. Para alıp para satanların, dünyayı ateşe verenlerin dediği oluyor. Onların cümleleri günlük hayatımıza giriyor, çay sohbetimize, basın açıklamalarımıza, gazete manşetlerimize şekil veriyor. Bunca kin ve nefret bu sebepten… Biz günlük konuları konuşurken, onlar uzun vadede toprakları nasıl paylaşacaklarını, hangi şirkete hangi ihaleyi ısmarlayacaklarını konuşuyorlar.

Fas’tan Endonezya’ya kocaman bir coğrafyayız biz. Fırat’tan Dicle’ye Mezopotamya, Hakkari’den Edirne’ye Anadolu’yuz. Bir Amerikalı okyanus ötesinden bağırıyor; “Önce bırakacaksınız okulun bahçesinde kavga eden çocuklar gibi kavga edecekler sonra gidip ayıracaksınız” diyor. Neden? Okyanusun diğer tarafındaki fırsatçı ve hainin bizim toprağımızda ne işi var? Okyanusun ötesindeki diyor ki; sizin oralarda kendi ırkını, kendi mezhebini, kendi rengini yücelten ve üstünlük sebebi olarak gören gruplar oldukça benim sırtım yere gelmez. İyi dinle, aynen bunu diyor Amerikalı. Avrupalı da öyle diyor. Sana silah satarım, cephanelik satarım, güçsüzleştiririm, petrolünü, doğal gazını alırım diyorlar. Sen güçsüzsün, fındığının fiyatını da ben belirlerim diyor. Duyuyor musunuz? 

Dinliyor musunuz, söz tükendi, gözyaşı tükendi, ama kurşun tükenmedi. Sahi siz “bir mermi kaç lira” biliyor musunuz? Bayrağı acizliğe, beceriksizliğe kalkan yapmayı başarmak ne kadar zordur bilir misiniz? Bütün ekranları satın almak, bütün gazeteleri aynı manşetle bastırmak, tüm radyolardan aynı türküyü dinletmek her babayiğidin harcı mıdır sizce? Her gece çelişkilerin seni ayakta tutuğunu bilerek yastığa baş koymak ve üstelik uyuyabilmek kolay mı sanırsınız? Vicdanı öldürmek kolay mı ha? Kolay mı? Her şey tükendi, geriye bir tek “ah” kaldı.

Ah biriktiriyoruz. Ahlar bize, vahlar bize. Bu kötü devirde delirmemek, çıldırmamak elde değil. İnsan kalmayı başarmak ne kadar da zorlaştı. Herhangi bir yaftaya maruz kalmadan, hakarete uğramadan hakikati dillendirmek ne kadar da imkânsız böyle… İnsanlığın bu kadar çaresiz, bu kadar şiirsiz kaldığı bir devir daha olmuş mudur? Şimdi, telgrafın tellerine kuşların konmayışını neden yadırgayalım? Komşu komşunun külüne muhtaçtır sözünün garipsenmesini, gülünç karşılanmasını neden yadırgayalım? “Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl-90) Ayetinin caminin dışına çıkamayışının can yakıcı neticelerini nasıl anlatalım?

YAZAR HAKKINDA
Selam Yağmur
Selam Yağmur
Lisans eğitimini 2016 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamladı. Edebiyat okumayı istedi ancak puanı fazla kaçırınca mahalle baskısına maruz kaldı. "Edebiyat karın doyurmaz" kabulünün kurbanı oldu. Direniyor..
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN