ROPÖRTAJ

Tahtadan Sevgi Yontmak

Tahtadan Sevgi Yontmak
Hocam yaptığınız işi önce sizden dinleyebilir miyiz?

Ağaçlarla uğraşıyorum, atölyem var, Samsun’da yaşıyorum. 2006 yılında “Tahtayürek” diye adlandırdığım, kafası kitap, kalbi olan bir çalışma var. Bu çalışmada insanlara sevgiyi, dostluğu ve bilgiyi anlatmaya çalışıyorum. Sabah geliyorum, istediğim saatte çıkıyorum. Sürekli üretmek, ortaya bir şeyler çıkarmak telaşıyla insanları mutlu etmek için, özellikle de çocukları mutlu etmek için çabalıyorum. Çocuklarla iletişimim çok iyi, çocuklar atölyeye geldikleri zaman çok mutlu oluyorlar. Bundan dolayı atölyenin var olması için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Dediğim gibi özellikle ağaç işleriyle uğraşıyorum. “Ağaçlardan ne olabilir? Ne anlatabilirim? Yani bir defter yaparken insanlara yazı yazmayı nasıl sevdirebilirim?” bunun derdindeyim. Ahşaptan bir kalemlik yapıyorum, “Bu kalemlikle insanları o çalışma masasına nasıl getirebilirim?” derdindeyim. Hep iyilik adına, iyi şeyler adına mücadele ediyorum.

Tahtayüreğinizin hikâyesi nedir?

2006 yılında bir gece ansızın çıkan bir çalışma. Şunu da söyleyeyim; önceden planlanmış, programlanmış bir çalışma değil. 

Biraz bu röportaja benziyor sanırım hocam…

Evet. Bir gece 22.15 sularında tezgâhın başına gidip 00.15 sularında biten, ortaya çıkan bir çalışma. Dediğim gibi, kafası kitap olan, tek kolu olan, özellikle kalp vurgusu, yürek vurgusu olan bir çalışma. 

Hocam gördüğüm kadarıyla bu atölye biraz fazla teşkilatlı bir yer. İlk eserinize neyle başlamıştınız? Nerde başlamıştınız?

Ağaçla uğraşmaya ilk başladığım zamanlar bir eczanede çalışıyordum. O dönem bir de tiyatro yapıyordum. Tiyatro ile beraber tek başıma yaptığım şeyler de vardı. Ben yalnızlığı seviyorum, böyle kalabalığı değil de tek başınalığı seviyorum. Bu haldeyken de uğraşabileceğim en güzel şey ağaçlardı.

Ağaçlar da sessizdir dediğiniz gibi hocam. Sessizlik, yalnızlığın önemli bir unsurudur. 

Her ağaç tek başına yaşar, ormanda olsa dahi… Tahtayürekler de gittikleri yerlerde tek başlarına, sessizce sevgiyi anlatmaya çalışıyor. Şunu söyleyeyim; ağaçlarla hayatı ben ilişkilendiriyorum. Her şey topraktan geliyor. Bugün topraktan gelenlerle çok kötü silahlar da yapılabiliyor, ağaçtan kâğıt, o kâğıttan para da yapılabiliyor. Biz sevgi yanını alıyoruz. Biz ağaçtan kâğıdı alıyoruz, ama o kâğıda güzel şeyler yazalım diyoruz. Ağaçtan yürek yapalım diyoruz. Bu ağaç da herkes gibi… Öldürebilir ya da sevdirebilirsin. 

Hocam, kitaptan bir kafa, nerdeyse kalpten yürekten bir gövde var. Cinsiyet belirtmiyor.

Tahtayüreğin amacı dünyanın neresine gitsin sevgi, dostluk ve bilgiyi anlatmaktır. Sevmenin cinsiyeti olmaz. Mesela herhangi bir şeyi alalım, dünyanın herhangi bir yerine gidelim. Çocuklara gösterelim, çocuklar şöyle bir bakar. Araba diyelim mesela, fakat bu araba da sadece tüketim olgusu oluşur ama biri bir yerde birine Tahtayürek hediye ettiğinde iyilik oluşur, yalnızca iyilik.

Şaşaalı değil fakat anlamlı şeyler. Haliyle bir tüketim olgusu da oluşturmuyor.  

Tahtayürek kimseye tüketimi ve lüksü anlatmıyor. 

Hocam, tahtaya ve ağaca şekil veriyorsunuz. Bilinen en eski mesleklerden birini yapıyorsunuz.  Bunu yaparken doğmuş veya doğacak olan hiç kimseye zarar vermiyorsunuz? Dünyayı tüketmiyorsunuz, aksine dünyaya bir şeyler veriyorsunuz. Bulunduğumuz çağda bunun anlamı nedir?

Ben hep şunu derim: “Doğana ve doğana sahip çık.” Doğan insandır, ağaçtır, kuştur, böcektir, bitkidir. Ayrıca doğa bütün doğadır, yaratılmış olandır. İnsanlar sınır çizerken, mülk edinirken asla bir kuşun yuvasını yıkmamalı. Onların bu dünyada, yaşadığımız şehirde yerleri olmalı, sularını, yemeklerini onlardan saklamamalıyız. 

Canlılar aslında birbirlerine çok bağımlı varlıklar. Bir kuşa zarar vermek, insana zarar vermektir. 

Kesinlikle. Her şey birbiriyle besleniyor. Her şey birbiri için yaratılmıştır. 

Bir şey ne kadar az ise o kadar değerlidir derler. Bu sözün doğruluğunu tecrübe ettiniz mi? Bu işi yapan çok az kişi var. 

Günümüz tüketim toplumuna dönüştü, bir otomobil alıyorsunuz, yeni bir modeli çıkıyor onu alıyorsunuz. El işleriyle yapılan şeylerde, örneğin Tahtayürekten örnek verelim. Yenisi çıktı yenisini alayım diye bir şey yok. Aldığı an o eşya çok değerlidir ve o eşya zaman geçtikçe değerlenir. Otomobillerin yüzyıl sonrası yoktur. Antika diye söylenenler ulaşıyor ama yine de korkunç bir sektör oluşuyor.

Meslekte de bugün baktığımız zaman usta sayısı gitgide azalıyor. Çünkü robotlar, makineler ile bir şeyler üretilmeye çalışılıyor. Ben kaba kesimler dışında makine kullanmıyorum, her şeyi elimle yapıyorum. Bugün benim yaptığım işler, makine ile çok rahat yapılabilir. Günde üç Tahtayürek değil de üç yüz Tahtayürek yapılabilir. Ama o zaman da o şeye makina değmiş olacak. 

Gördüğüm kadarıyla yaptığınız Tahtayürek’lerin hepsinde bir farlılık var. Seri üretim olsa, bunların ruhu olmayacak. Sadece hepsi aynı olacak. 

Bir bilgisayar alacaksınız, örneğin. Açıyorsunuz bakıyorsunuz bir yerinde çatlağı, çiziği var mı diye. Düzgün olmayan bir şey varsa, yüzlerce bilgisayar arasından düzgün olanını arıyorsunuz. Ama Tahtayürek öyle bir şey yok. Alıyorsunuz, bu böyle çıktı. Bir yanında kıymık olacak, bir yanında talaş tozu olacak, bir tarafında yarası, budağı olacak. Olmalı, çünkü o Tahtayürek o an çıkandır, o andır. 

İnsan hatayla bağışık yaratılmıştır. Hata Hz. Adem’den mirastır. 

Kesinlikle. Bir arkadaşım benden Tahtayürek almaya geldiğinde, bir kenarındaki kıymığı gördü ve dedi ki: “Ya bunun da şurası şöyle”. O an o arkadaşın da saçı sakalı karışmış halde. Ben de elimi yüzüne sürttüm, “Sen de pek mükemmel değilsin.” dedim, döndü ve “hiç o açıdan bakmamıştım” dedi. Her şeyin mükemmelini arıyorum ama ben mükemmel miyim? Kime göre mükemmelsin? Şu anki mükemmellik olgusu, bir kumru ile bir kartalı karşılaştırmak gibi. Kartal devasadır, yırtıcıdır, kumruya elinizle yem verebilirsiniz ama kartala bunu yapamıyorsunuz. Şimdi hangisi mükemmel? İkisi de mükemmel. İkisi de kendine has hayvanlar. Kumruyu kumru gibi, kartalı kartal gibi sevmeli. Kumruyu insana yakınlığıyla, kartalı o vahşiliği ile sevmeliyiz. Gerçeklik ve güzellik budur. 

Halktan, toplumdan nasıl bir ilgi ve alaka görüyorsunuz hocam? “Bu meslek yapılır mı” tarzı düşünenler var mı?

Tabi bazen böyle düşünen insanlar çıkabiliyor. “Para kazanıyor musun?” diye soruyorlar. “Yok” deyince o zaman niye yapıyorsun diye soruyorlar. Ben yaptığım işte o kadar mutluyum ki. Benim yaptığım işi yapmak isteyen binlerce insan da var tabi ki.

Bu işi yaptığınızı bilen insanlar sizi yolda gördüğünde size sarılmak istiyorlar mı? “Allah razı olsun, iyi ki bu işi yapıyorsun” diyenler var mı?

Tabii. Örneğin bir arkadaşla bir gün karşılaştığımız zaman “Murat Dölek” dedi, “sen farkında mısın ne yaptığının, sen o kadar güzel bir şey yapıyorsun ki, iyi ki atölyen var, iyi ki üretiyorsun ve iyi ki seni tanıyorum, iyi ki bu şehirdesin. Ne olur kendine dikkat et”. Yaptığım iş ile gurur duyan çok fazla insan var. Yine TRT’deki belgeselimi izleyen tanımadığım bir arkadaş mesaj atıyor: “Sizi takip eden birçok insan var. Lütfen üretmeye devam edin, hepimiz için iyi bir örneksiniz.”

Hocam sevmekten bahsetseniz biraz?

Çocuklar ve hayvanlar iyi insan kokusunu alırlar. Bir hayvanı sevdiğiniz zaman o hayvanın kokusu insanın üzerine siner. Diğer hayvanlar da bakar ve derler ki, bu insan daha önce hayvan sevmiş, beni de sever, ondan bana zarar gelmez. İnsan bir çocuk seviyorsa, onun kokusu ona siner. Sevginin kokusu vardır. 

Eserleriniz bir fikir, bir emek, bir ruh barındırıyor. Bu tür eserlere de sanat diyoruz zaten. Sanatta makineleşmeye, seri üretime nasıl bakıyorsunuz? Makineleşen şey sanat mıdır?

Tabi seri üretime sanat diyemiyoruz. Ben güzellik adına üretiyorum. Ama seri üretim bunu düşünmez. Seri üretim, ben daha çok nasıl kazanırım düşüncesinin tezahürüdür. Hiçbir yerde yan yana 30-40 tane Tahtayürek göremezsiniz. Ben Tahtayürek’in seri üretimine kesinlikle karşıyım. Böyle bir şeyin olma olasılığına karşı da patentini aldım. Ben bunun isim hakkını bir yerlere kiraya vermek için almadım. Yaşadığım sürece bütün Tahtayürek’ler benim elimden çıksın diye bir derdim var. Ne kadar ömrümüz var bilinmez, dokunarak sevgi anlatılır. Konuşarak sevgi anlatılır, makine ile sevgi anlatılmaz. 

Tahtayürek’lerin temsil ettiği üç kelime söylemiştiniz. Sevgi, dostluk ve bilgi… Bu kelimeler bizim topraklarımızın da yıllarca anıldığı kelimeler. 

Şöyle bir deyiş vardır; batı önce kafasıyla düşünür, sonra aşağılara iner. Ama biz önce yüreğimizi, sonra kafamızı kullanırız. Bizim coğrafyamızı yürek çok iyi anlatır. 

Geçtiğimiz günlerde lise öğrencisi olan yeğenim bir proje için Bulgaristan’a gitti ve giderken yanında Tahtayürekler götürdü ve insanlara hediye etti. Onlara bir kalbi ve bir kitabı hediye verdi. Dünyanın neresine giderseniz gidin kalp ve kitap evrensel bir dildir. Orada biz, bizim coğrafyamızı böyle anlattık. Oradaki insan da diyor ki: Anadolu’da birisi var ve hala böyle çalışmalar yapıyor. 

Eserleriniz bir nefret içermiyor. Sevenlerin, sevdiklerine verdikleri eşyalar. Eserlerinizin kötüye kullanımı pek mümkün değil. Bu nasıl bir duygu? İstisnası olabilir mi?

Güzel bir duygu tabi ki. Daha nasıl açıklanabilir bilmiyorum. İyi anılıyorsunuz, iyilerle anılıyorsunuz. Bir çocuk annesine, bir eş kocasına veya karısına alıyor. Sevgisini bu yolla anlatmak istiyor. Böyle bir şeye vesile olmak tabi ki çok güzel bir duygu. Bir keresinde çöpe atana da rastlamıştım aslında. Çöp toplayan birinin elinde görmüştüm, atılan da bir şekilde atölyeye geri geliyor. Daha sonra ismi Kader olan bir arkadaş bu Tahtayürek’i almıştı. Kader işte…

Benim dokunduğum bir şeyi siz elde ediyorsunuz. Bu ne güzel bir duygu. Bazı çalışmalarımı birisi gelir vermem, bir başkası gelir veririm. “Ya hani bunu vermiyordun sen şimdi niye verdin” diye sorarlar. “Yaşarken kime, nereye gittiğini göreyim” derim. O elden ele dolaşacaktır zaten.

Son dönemlerde ki bir sloganım da “Hikâyene fırsat tanı.” Sen bana röportaj yapalım dediğinde, ben hayır da diyebilirdim ve bu hikâyemi kesmiş olurdum. Bu hikâyeye nasıl fırsat tanıyacağım? Evet, yapalım diyerek. Bu derginin ulaştığı insanlar var, bu insanların da haberdar olması gerekiyor. Burada hikâye, “dert satmak, tanınayım, çok satayım” değil. Birileri ürettiğimden haberdar olsun. Her insanın bir hikâyesi vardır, herkes de kendi hikâyesine fırsat tanımalıdır.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mıdır hocam?

İnsanlar birbirlerini sevsinler. Sanata yatırım, insana yatırımdır. Üretmek keyiflidir. “Ben ne yapabilirim?” diye dertlenmek gerekir. Bir ağacı keserken bir kuşun yuvasını yıktığımızı asla unutmayalım. Yaratılanı düşünelim, yaratılanı sevelim.

YAZAR HAKKINDA
Erman Akmaz
Erman Akmaz
Samsun'da doğdu. İlköğretim ve ortaöğretimini Samsun'da tamamladı. İlim uğruna yuvasından uçtu, yollara düştü. Hala Gazi Üniversitesi'nde eğitimine devam etmekte. Doğduğu yeri seçemedi, öldüğü yeri de seçemeyecek.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN