GÜNDEM

Tüketilen Teknoloji Tükenen İnsan

Tüketilen Teknoloji Tükenen İnsan
Bağımlılık, sadece bağımlılık yapıcı maddeler ile değil; haz mekanizmasını tetikleyen, “mutluluk hormonu” olarak bilinen “dopamin” kimyasalının, olması gerekenden fazla salgılanmasına yol açan her türlü eşyaya, insana yahut bir davranışa karşı da gelişebilmektedir. Şüphesiz ki yaşadığımız çağda; bizi kendisine bağımlı kılan, onsuz bir hayatın çekilmez olacağına inandıran, kimi zaman hayatımızın merkezine koyduğumuz kimi zamansa yaşam amacı olarak addedecek düzeye çıkardığımız “teknoloji”, günümüzün ciddi bağımlılıkları arasındadır.

“Üretim bandı” teknolojisiyle, vasıfsız işçiler kullanılarak daha kısa sürede, daha çok otomobilin piyasaya sürülmesini sağlayan Henry Ford, 1914 yılında Ford Motor Works’de bir sosyoloji bölümü dahi kurmuştur. Bu bölümün amacı, işçilerin özel hayatlarını denetleyerek onların daha sıkı çalışmalarını sağlayacak bilgiler edinmektir. Nitekim başarılı da olunmuş ve hatta işçilerden sadece üretici değil, tüketici olarak da yararlanılabileceğinin bilgisine ulaşılmıştır. İşçinin sadece bir “yük hayvanı” gibi görülmesinin önüne geçilmiş; ona yeterli boş zaman var edilerek tüketmesi için de imkân tanınmıştır. Öyle ki bir süre sonra üretimin artışı doğrultusunda, tüketim de ciddi bir artma eğilimi göstermeye başlamıştır. Teknolojik anlamda otomobil ile başlatılan bu tüketim alışkanlığı, teknolojinin ilerlemesi ile birlikte geniş kitlelere yayılmış ve bir “kültür” haline gelmiştir: Teknolojinin sunduğu imkânları bağımlılık derecesinde kullanarak ve sürekli bir yenisini ihtiyaç addederek oluşan “tüketim kültürü”.

Hemen hemen dünyanın her yerinde; dükkân mimarisinden marka rengine, menüsünden ürünün tadına kadar hiçbir farkın olmadığı “fast food” mekânları yakından incelendiğinde, Henry Ford’un üretim bandı teknolojisinin bir benzerini görmek mümkündür. Öyle ki sistem, her türlü insanın girip birkaç saatte işi öğrenebileceği basitlikte tasarlanmıştır. Az zamanda çok, hesaplı ve aynı kalitede ürün çıkarmak amaçlanmış ve bu sayede dükkân önünde uzun kuyrukların oluşması sağlanarak tüketime dayalı bir fast food kültürünün var olması sağlanmıştır. Yahut kullandığımız sosyal medya uygulamalarına bakıldığında, üreticinin sadece algoritmayı tasarladığı, asıl üreticinin; “paylaşım, beğeni, yorum vs.” yaparak sistemi zenginleştiren kullanıcılar olduğu görülecektir. Peki, bu sistemde ürün nerededir, kimdir? Görüntüde, uygulamaların anlaştığı firmaların, her an önümüze çıkarttıkları reklamlarla sunduğu ürünler gibi gözükse de aslında üreten, tüketen ve hatta ürün de bizzat kullanıcının kendisidir. Tıpkı Henry Ford’un işçilerini hem üreten hem tüketen bir vaziyete getirdiği ve gerçek üretici olarak onların emeğinden beslenerek zenginliğine zenginlik kattığı gibi…

Tüketim kültürü mimarlarının yayın organları aracılığıyla müşterilerine attığı yemler; bir üst sosyoekonomik statüyle aynı standartlarda hayat yaşama, sınırsızlık, çoğunluğa uyup yalnız kalmama, gösterişli olma, beğenilme vs. istekleridir. Kişi bunlara eriştikçe herhangi bir uyuşturucu maddeden farksız bir haz ve bağımlılık tuzağına kapılmakta; ulaşamadıkça ise mutluluk dengesinde bozulmalara, kaygı bozukluklarına ve depresyon gibi psikolojik sorunlarla boğuşmak durumunda kalmaktadır. Örneğin, başlarda sevinç ve üzüntülerimizi paylaşmak adına katkı sunduğumuz sosyal medya, günümüzde paylaştığımız her şeyin, aldığı “beğeni” kadar değerli olduğu bir yapıya bürünmüş ve insanlığı; sevinç yarıştıran, hüzünle dahi beğeni toplayabilen acı bir pozisyona sürüklemiştir. Pahalı ürünleri ile meşhur bir kafenin karton bardağıyla resim çekilmek ve bunu sosyal medyada paylaşmak dahi kişiye kendini değerli hissetmesini sağlamaktadır. Ancak 1500 kişiyle yapılan bir ankete göre sosyal medya, kullanıcılarının yarısından fazlasını “yetersiz” hissettirirken, 18-34 yaş aralığındaki kullanıcıların yarısının da sosyal medya sitelerinin kendilerini “tipsiz” hissettirdiğini söylediği tespit edilmiştir. Bu sonuçlara göre sosyal medya, başlangıçta kişiye yalancı bir mutluluk vererek bu hazza bağımlı kılmış; etkisi geçtiği gibi de daha üst düzey bir haz duygusu için telefon başında daha uzun mesailer yaptırarak sosyal medya tüketimini artırmıştır.

Telefon ve sosyal medya başta olmak üzere teknolojinin aşırı tüketiminin, psikolojik olarak kişiye sadece zarar getirdiği aşikârdır. Ancak firmaların, her sene farklı modeller ve yeni sürümlerle, ürettikleri aletler ve uygulamaların başında geçirilen süreyi artırmaya yönelik çalışmaları, kullanıcıları maddi açıdan da zarara uğratmaktadır. Örneğin, 2020 yılı verilerine göre ülkemizde, bir senede tam 10,8 milyon cep telefonu, 1 milyon 353 bin tablet, 1 milyon bilgisayar satılmış ve geçen senelere göre bilgisayar teknolojilerinin satışları, %107,2 oranında artmıştır. Üstelik son yıllarda bu ürünlerin fiyatlarındaki ciddi artışın, müşteriler nezdinde bir caydırıcı etki yaratmamış olması kaygı vericidir. Zira yine 2020 yılı verilerine göre, Türkiye’de 73,9 milyon kredi kartı kullanılmakta olduğu ve aynı yılda vatandaşların kredi borcunun 706 milyar TL’ye ulaştığı görülmektedir. Elbette bu rakamların, içinde bulunduğumuz pandemi sürecinin iş ve eğitim hayatına olan etkileri ile bağlantısı olmakla birlikte mevcut borcun büyük bir kısmını; teknoloji, taşıt ve konut harcamalarının oluşturduğu da aynı verilerin sonuçları arasındadır. Öyle ki kredi kartı, müşterileri nezdinde “sınırsızlık” hissi uyandırmakta, kişiye, her şeye sahip olabileceğini fısıldamakta ve ihtiyaç olmayanı da ihtiyaçmış gibi gösterebilmektedir.

Kapitalizm ve patronları için bizler, sadece birer maddi unsuruz. Emeğinden kazanç sağlanabilen ve üretici olduğuna inandırıp gerçekte sadece tüketmek için yaşatılan “robotik” varlıklarız. Bu uğurda ailemizin ve evimizin rızkını hiç ediyor oluşumuz veya en değerli nimet olan zamanımızı tüketişimiz, onlar için hiçbir ehemmiyet arz etmemektedir. Oysa gerçekte tükettiğimiz şey önümüze sunulan ürün değil; bizzat ruhumuz, sağlığımız, ilişkilerimiz ve zamanımızdır. Dolayısıyla bu oyunu derhal görmeli ve ilgilendiğimiz, eğitim aldığımız, hayalini kurduğumuz alanlarda üretmek adına çalışmalar yapmak zorundayız. Tüketim, insanlığın başlıca gereklerindendir, bu doğru… Ancak üretmeden tüketim, hem insanlığı tehlikeye sokacak hem de bu durum sadece kapitalizm patronlarının işine gelecektir. Bu sayede köklü bir kültür ve nesil; yapay kültürler ve dayattığı giyim, dil, fikir ve ritüeller ile yok olup gidecektir.

YAZAR HAKKINDA
Serdar Tezcan
Serdar Tezcan
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN