FİKRİYAT

Zor Ve Meşakkatli Zaman: Tebük

Zor Ve Meşakkatli Zaman: Tebük
Medeniyetimiz bugünlere gelene değin birçok zorluğu kat etmiştir. Bu uğurda nice canlar yitirilmiş nice şehirler yok olmuştur. Şüphesiz bu zor zamanlardan biri de “Tebük Savaşı” dır. Tebük Savaşı, o günün koşulları düşünüldüğünde dünyadaki en güçlü ve modern ordularından biri olan Bizans İmparatorluğu’na karşı yapılacağı için “Gazvetü’l-Usre”; bu cesur ordu da “Ceyşu’l-Usre” diye adlandırılmıştır. Kavurucu çöl sıcaklarının olduğu bir zamanda olduğu için “Sâatü’l-Usre”; münafıkların tutumları dolayısıyla “Gazvetü’l-Fâdıha” olarak isimlendirilmiştir. Tüm bu isimlendirmeler bizlere, bu gazveden birçok hisse alınacağını gösteriyor.

İslam ordusu, beldeleri ve gönülleri fethettikçe bu durum başka devletleri rahatsız etmişti. Bilhassa Bizans İmparatorluğu’nun tavrından dolayı Müslümanlar endişeliydiler. Bu endişelerini destekleyen haberlerin de gelmesi üzerine gazveye niyet edildi. Çıktığı hiçbir gazvenin nereye yapılacağını kimseye söylemeyen Efendimiz, bu gazve öncesinde Müslümanlara hazırlık yapmalarını ve Suriye yolu üzerinde olan Medine’den yaklaşık 700 km uzaklıkta olan Tebük dolaylarına gidileceğini söyledi. Olayın vuk’u bulduğu bu mevsim; hurmaların olgunlaştığı, kıtlığın olduğu ve sıcakların en üst dereceleri gördüğü bir zaman dilimiydi. Kısacası ne amaçla olursa olsun şehirden çıkmanın büyük fedakârlık ve meşakkat istediği bir mevsimdi. Efendimiz Müslümanlara bir an önce hazırlanmalarını ve Bizans üzerine sefere çıkılacağını haber gönderdi. Ayrıca katılamayacak durumda olanların ise ancak mazeret belirterek katılamayacaklarını söyledi.

Kıtlığın olması, varılacak menzilin çok uzak mesafede olması ve orduda görevli asker sayısının çokluğundan, orduyu teçhiz etmek oldukça zor görünüyordu. Efendimiz, yardım seferberliği başlatıp bu hususta herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini söyledi. Hayrın her türlüsünde önde olmak isteyen ashab-ı güzin, bu infakı yerine getirmede de birbirleriyle yarıştılar. Bunu laf olsun veya birileri görsün diye değil, Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar. Misal verecek olursak; Hz. Ebûbekir malının tamamını getirdi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: “Malının hepsini getirdin geride ailene ne bıraktın?” Bu soru üzerine Hz. Ebûbekir: “Allah’ı ve Resûlünü bıraktım.” cevabını vermiştir. Efendimiz ise daha sonraları şöyle demiştir: “Ebûbekir’in malından istifade ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından istifade etmedim.” Tebük gazvesine olan yardım dolayısıyla Hz. Ebûbekir’i geçeceğini düşünen Hz. Ömer, malının yarısını getirmişti. Hz. Ebûbekir’in fedakârlığını işitince kendi kendine şöyle demiştir: “Bundan sonra hiçbir işte seninle yarışmam ya Ebâ bekir!” Hz. Osman ise 300 deveyi tam teçhizatlı bir şekilde hazırlayıp infak etmesi ve 1000 dinar infakta bulunması İslam ordusunun yükünü hafifletmiştir. Hz. Osman’ın yaptığı bu infaktan sonra Efendimiz onun için şöyle buyurmuştur: “Osman’a, yaptığı bu infak sebebiyle daha hiçbir şey zarar vermez.”

Tüm bu hazırlıklar yapılıyorken münafıklar bu durumdan oldukça rahatsızlardı. Kimi yüksek sıcaklıklarda şehirden çıkılmasını eleştiriyor, kimi az infakta bulunan sahabilerle dalga geçiyor, kimi de ordudaki görevlendirmelerle alakalı fitne çıkarmaya çalışıyorlardı. Tebük gazvesinde bineği ve silahı olmayıp savaşa katılamayan yedi kişi vardır ki bunlar katılamayacakları için ağlamışlar, daha sonra kendilerine gerekli binek ve teçhizat verilmiştir. Bunlar İslam tarihinde “Bekkâun (ağlayanlar)” olarak isimlendirilmişlerdir.

Allah Resûlü otuz bin kişilik orduyu arkasına alarak Hz. Ali’yi yerine vekil bırakmış ve yola çıkmıştır. Yaklaşık bir hafta sonra Tebük’e varıldığında karşılarına çıkacak bir ordu görememişler, güvenliği sağlayıp tekrar yola koyulmuşlardır. Dönüş yolunda birçok belde İslam’a girmiştir. Yine Tebük’ten dönerken münafıklar İslam dini için bir mescid inşa ettiklerini Efendimiz’e söylemişler, gelen ayetler bu mescidin Müslümanlar arasına nifak tohumu ekmek için inşa edildiğini bildirmesi üzerine bu mescid (Mescid-i Dırar) yıktırılmıştır.

Efendimiz Medine’ye döndüğünde, gazveye katılmayanlar maruzatlarını dile getirmişlerdir. Bunların çoğu münafıklardan olmuş olup bahaneler uydurmuşlardır. Bir de mazeret göstermeden savaşa katılmayan üç sahabi vardır ki onların isimleri şöyledir: Ka’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebi. Allah Resûlü bu sahabilere manevi yaptırım uygulamış, aileleri dâhil olmak üzere kimse onlarla konuşmamıştır. Yaptıklarından o kadar pişman olmuşlar, Allah’a o kadar yalvarmışlar ki Allah onların bu tutumu üzerine şu ayet-i kerimeyi indirmiş ve onları affetmiştir: “Allah, seferden geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tövbesini kabul etti. Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah’ın azabından kurtulmak için yine O’ndan başka bir sığınak kalmadığını iyice anlamışlardı. Tövbe edip eski güzel hallerine dönmeleri için Allah onları tövbeye muvaffak kıldı. Gerçekten Allah, tövbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olandır.” (et-Tevbe, 9/118). 

Tüm bu anlattıklarımızdan hisseler edinecek olursak;

- İnfak talep edildiğinde ashabın bu hususta yarışmaları bizlere bencillik ve dünyevî ihtiraslardan sıyrılıp kazandıklarımızdan infak etmemiz gerektiğini;

- Cihat emredildiği vakit, en meşakkatli anlarda dahi olsa hayatın iman ve cihattan ibaret olduğunu;

- Münafıkların tüm dedikodu ve fitnelerine rağmen Müslümanların vakarlı duruşu, hayatımızın hiçbir anında asla dedikodu ve fitneye yer vermememiz gerektiğini;

- İşlediğimiz bir günahtan sonra bütün genişliğine rağmen gökyüzü ve yeryüzü bize dar gelse de nasıl tövbe yapmamız gerektiğini öğreniyoruz. Anlattıklarımızdan hisseler edinmemiz dileğiyle…

YAZAR HAKKINDA
Eren Ergenç
Eren Ergenç
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN