KÜLTÜR SANAT

Saksının Sadakati

Saksının Sadakati
Penceredeki saksı sadakatin en güzel örneğini sergiler. Henüz patlamış tomurcukları besleyen toprağa hiç yanlış yapmadı. Onu sardı, sarmaladı. Ondan süzülen kirli sulara göğüs gerdi. Bir gün olsun şikâyet etmedi. Ettiyse de ben duymadım. Zaman şaşırtıcı bir hızla akıyor. Daha düne kadar hırdavatçı dükkânının rafında parlak bir saksı iken şimdi konulmuş bu pencerenin kenarında kaç gün geçirdiğini saymak zahmetli bir işe dönüştü. Kaç çiçeğe ev sahipliği yaptı? Hangi hikâyelere tanıklık etti? Bütün bu ayrıntılar geçen zamanın karanlık sularına gömülmüş gibi. Arada taze tomurcuklara sevgi sözcükleri sıralarken, “Saksı değilim ben.” Dediğini duyar gibi oluyorum.  Bunu bir şikâyet olarak algılamıyorum. Onun basit bir saksı olduğunu ikimiz de biliyoruz. 

Basit bir saksı hakkında basit cümleler sıralamayı istedim. Bazen birçok şeyi ihmal edebiliyoruz. En çok da bize yakın olan şeyleri. Farkında olmaksızın kalp kırıyor, mütemadiyen gaflete dalıyoruz. Ama bir inkılap başlatmak istiyorum. Kendi hayatımda ve çevremdeki nesnelerin hayatında… Kalbimi bir saksıya da açmak istiyorum. Bütün varlığı kucaklamak istiyorum. Kaburga kemiklerimin ardında duran kalbime kota koyma hakkına sahip olmadığıma göre tek avuntum böylesine bir değişim için geç kalmamış olmak. Belki kaybettim şimdiye kadar. Belki geç kaldım bazı şeyler için. Ama bundan sonraki zamanı kıymetlendirmek için çalışmalıyım. Her sabah saksının ne kadar önemli bir vazifeyi ifa ettiğini hatırlayarak ona gülümseyeceğim. Çiçekleri her kokladığımda saksının sırtını sıvazlamayı da ihmal etmeyeceğim. Pencerenin kenarında ona da hikâyeler okuyacağım. 

Yağmur yağıyor. Pencere açık. Çiçek, dışarıya meylediyor, yağmurları sever... Belki de sırf bu sebepten onunla iyi anlaşırız. Saksı için ise fark etmiyor. Saksının çiçeğe oranla biraz daha duygusuz olduğunu söyleyebilirim. Çiçeği yağmurda tutuyorum ve o sırada hafif bir esinti ile içeriye topak kokusu süzülüyor. Asfalt yolun üzerinde kalmayı başarmış ince toprak tabakasının kokusu bu. Şehrin dört bir yanını betonlar sarmış. Arada serzenişlerimi anlatırım. Çiçek sabırla dinler. Anlarım ki o da aynı şeylerden mustarip. Düşünüyorum da topraktan insanlar, topraktan uzak insanlar. İnsan fıtratına uygun yaşamayı neden seçmez? Onu varoluş temelindeki dinamiklerden uzaklaştıran şey ne? Yağmur yağsın istiyorum. Onun terbiye edici ve ibretlik olduğunu düşünüyorum. Bakarsın ıslandıkça uslanır insan.

İçine küçük bir kitaplık, bezden bir dolap ve bir de çekyat sığdırdığım küçük odam. Tek gözlü odanın dışarıya bakan küçük gözü pencere… Odam genellikle dağınık olur. Sıkışıklık beraberinde dağınıklığı da getirdi. Pencerenin kenarındaki dostum çiçek, odanın tutturduğu anlam akışının dışında kalıyor gibi. Aslında odaya canlılık katan bir duruşu var. Onu yalnızlığıma ve dağınıklığıma mahkûm ettiğim için rahatsız oluyorum bazen. Ama neyse ki o da gürültüyü sevmiyor. Bunu en azından işin iyi tarafı olarak görüyorum. Bir de kitaplar var. Onlardan bahsetmeden geçemeyeceğim. Hayatımdan birer parça gibiler. Şimdiye kadar rahat edebilecekleri bir kitaplık edinemedim. Hep raflardan dışarı sarktılar ve sıkışıp kırıştılar. Bu küçük oda, her biri ayrı bir yolculuk olan kitaplarım için iyi bir istasyon sayılmaz. Diğer ayrıntıları atlıyorum. Duvara asılı poster, her zaman defalarca okumak istediğim cümlelerin yazılı olduğu afişlerden bahsetmiyorum. Hem ben saksıya dair cümleler kuracaktım. Nerden çıktı bütün bunlar? 

Saksının sadakatinden söz ediyorum. Ağzı var, dili yok. Ama böyle diye onu ihmal edecek değilim. Suskunluk da bir şeydir. Bazen sustuklarımız konuştuklarımızdan fazladır. İçine gömüldüğümüz yalnızlık, cümlelerimizi yutar. Onun dilini konuşabilmek zordur. Velhasıl susarak da çok şey anlatılabilir. Bunun farkına varmak için farklı dinlemek gerekir. 

Sadakatten başka her şeyden söz ettim sanırım. Sadakat, gözlerini kapayıp vazifeyi yapmaktan ibaret değil elbet. Onu anlamlı kılan manevi bir boyutu olmalı. Bütün saksılar sadıktır ve her biri birazcık ilgiyi hak eder. 

                                                                                                                                                           

ÖNCEKİ YAZI PAYLAŞMANIN FELSEFESİ
YAZAR HAKKINDA
Selam Yağmur
Selam Yağmur
Lisans eğitimini 2016 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamladı. Edebiyat okumayı istedi ancak puanı fazla kaçırınca mahalle baskısına maruz kaldı. "Edebiyat karın doyurmaz" kabulünün kurbanı oldu. Direniyor..
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN