GÜNDEM

Çelik Dişliler Arasında Direnen İnsanlık

Çelik Dişliler Arasında Direnen İnsanlık
Evet, biz bir çağda yaşıyoruz. Gün boyunca hayatta tutunmaya, geceleri ise yaşamaya çalışıyoruz. Sabahın 7-8’inde telefonların alarm sesiyle uyanıyoruz. Ve hemen hemen herkesin anlam veremediği işlerin peşinden koşmaya başlaması bu zamana denk gelir. İnsanlar yapacağı işi sevsin yahut sevmesin ‘’yapmak’’üzere koşullandırılmıştır. 

Bir işçi; işverenine daha fazla para kazandırmak ve kendisine verilecek olan asgari küsurata methiyeler dizmek, bir öğrenci; seçemediği, kişisel farklılıkların hiçe sayıldığı, eleştiride bulunduğu zamanlar ‘’okulun kuralları’’ disiplin ile tehdit edildiği bir eğitim sisteminin paletleri arasında okumak, bir polis; hukuka kurallarının dışında kalan hırsızlık faaliyetlerini engellemek, hukuk kuralları içerisinde olanlara bekçilik yapmak, bir madenci; yerin yüzlerce metre altında ‘kader’in kendisini bulacağı an için kazma-kürek sallamak, bir çöpçü kendi üretmediği, başkalarının çöplerini temizlemek, bir gazeteci veya televizyoncu; politik mekanizmanın ürettiği söylemlerin fayda-zarar, doğru-yanlış vs gibi ölçütleri kullanmadan propagandasını yapmak üzere kodlanmıştır. Ve bu kişiler böylesi bir hayatın dışında farklı bir hayatın mümkün olmadığına inanırlar ve özgür toplumda, özgürlüğe ait cümle kurmak zaten gereksizdir. Zaten herkes özgürdür ve köle olmak için ellerimizin kelepçeli, ayaklarımızın prangalı, odalarımızın demir parmaklıklarla çevrili olması gerekir. ‘’Sevdiğini aramazsan, bulduğunu seversin’’ misali. Hakikat şudur ki bireylerin halinden memnun olması, özgür olduğunu düşünmesi hürriyete sıkılan en ciddi kurşundur.

Bir şiir veya roman okumak, bir türkü mırıldanmak, bir resim karalamak, doğanın büyülü ihtişamını seyre durmak, suyun akıntısına dalıp farklı coğrafyalardan yükselen bir sesle irkilmek, bir dağın başında bir avaz miktarı bağırmak, rüzgarın ahengine bir uçurtmayı eşlik ettirmek, dağların yayılışı ve güneşin yükselmesinde yeni bir hayat düşlemek için bize lazım olan tek şey ‘’durmak’’tır. Gel gör ki kimsenin durmaya vakti yok. –Arkadaş dur 2 dk konuşalım diyorsun ‘’otobüse geç kalacağım’’ diyor. Gel iki çay içelim diyorsun, hah kabul etti diyorsun, ilk çayı yudumlarken whatsapp’tan gelen mesajlara dalıp dalıp gidiyor, gel diyorsun kardeşim, ne olursan gel, ne olursun gel diyorsun adamın tweet atmaktan mecali kalmamış. Hız bizi sarmalına almış ve çıkılması çok kolay mümkün olmayan bir girdaptayız. Yetiştiremediğimiz işlerden dolayı durmaya, düşünmeye fırsat kalmıyor. Kafayı kaldırıp yıldızlara bakayım dersin, o esnada binaların, mağazaların, tabelaların ışıkları engel olur. Lavaboya giriyorsun ve hayatın en durağan geçmesi gereken yerde hareketsiz kaldığını fark eden lamba sönüyor ve senin hareket etmen karşılığında yanacağını söylüyor. Tercih senin: ya elin kolun durur da isabetten olursun, ya da hareket halinde hedefi 12’den vurursun; ya sev, ya terk et. Hal böyle olunca dünyadan da tek beklenti, tramvayın zamanında gelmesi; en büyük kavuşma anı karanlığı yararcasına gelen metronun ışıkları… 

‘’Hz. İbrahim geceleyin bir yıldız gördü ve rabbim budur dedi. Yıldız gidince ay’ı gördü ve rabbim budur dedi. Ancak ay da batınca benim rabbim bu olamaz… Sabah olunca doğan güneşin çok büyük ve sıcak olduğunu görünce (her gün aynı şeylere defaatle bakıyordu oysa, ama bu sefer görüyordu) rabbim budur dedi. Akşam olup da güneş de batınca ondan da rab olmayacağını düşündü ve de en sonunda ‘ben yerleri ve gökleri yaratan Allah’ı buldum ve ona teslim oldum’’ dedi. Tabi 21.yy’da bu tür hareketler için psikiyatri servisleri vardır. Onun işi bireylerin topluma ayak uydurmasını sağlamaktır. Toplumun duracak ve düşünecek zamanı yoktur. Bu tempoya ve strese dayanamayıp safdışı kalanların yerini hemen yenileri alır. Bu hıza ayak uyduramamak, psikolojik bir belirti sayılır. Psikiyatriste giden kişi yeniden yarış pistine çıkmadan önce yağlama servisinde teknik bakım gören bir yarış arabasıdır ve yarışı sorgulayanlar, sorgulanmak zorunda kalır. 

Abd’de 12 yaşlarında bir çocuk bölge polisi tarafından psikoloji kliniğine havale edilir. Sebebi ise yoksul ailesiyle beraber ormanda bir evde oturmakta olan çocuk, bisiklet ruhsatı olmadığından polis tarafından uyarılmıştır. Bu olayın geçtiği New Hampshire yasalarına göre, tüm bisikletlerin poliste kayıtlı olması, bisikletler için para karşılığında plaka alınması gerekir. Aile bu parayı ödeyemediği için, polis iki uyarıdan sonra çocuğu psikoloji kliniğine havale eder. Ruhsat yasaları ile bu olayın ne alakası var? Karar sizin…

Sovyetler Birliği’nde 1968’deki Prag Baharı’ndan bir süre sonra, Moskova’daki Kızıl Meydan’da, Çekoslovak bayraklarıyla toplanan birkaç Sovyet vatandaş polis tarafından yakalanır ve akıl hastanesine gönderilir. Elbette ki terbiyeli tavuğun akıl hastanesine ihtiyacı yoktur.

Lafı fazla uzatmadan : ‘’İtaat et, rahat et diyenlere inat, İSYAN ET VE SORGULA.’’  

YAZAR HAKKINDA
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN