GELİŞİM

Orta Yol Bilgelik, Uçlar Cehalet

Orta Yol Bilgelik, Uçlar Cehalet
Uçlarda yaşayan bir toplumuz. Aşırılıkları severiz. Ya nefret eder ya da kayıtsız şartsız bağlanırız. Bunun orta yolunu bulanlarımız azdır. Uçlar mutlu eder bizleri, yastık altında mutlu eden yalanlar biriktirmiştir Anadolu’nun tek katlı bozkır evleri. Sanırım bunu daha önce de yazmıştım.

Orta yolda olmak can yakar. Herkes “ben” diye bağırıyorken “biz” demek, herkesin birden fazla tanrı edindiği yerde Allah’a inanmak, kitlelerin betona ram olduğu memlekette topraktan yana saf tutmak zor. Bir çarkın dişlileri arasında sıkışmak gibi, farklı iki uçtaki yığınların kendine doğru çektiği halatın ortasındaki düğümü çözmeye çalışmak gibi… 

Gerektiğinde kendini, sevdiğini hesaba çekmek kolay değil. Her koşulda adil davranabilmek acı çekmeyi göze almayı gerektirir. Kendi olabilmek, başka bir faninin parazitleri ile beslenen bir sinek olmamaya direnmek zor. Hâsılı yeryüzünde fani bir kutsal edinmeyen acı çekmeye mahkûmdur. Uçları seven bir toplumuz. Bu bizim acı gerçeğimiz. Uçlar cehalet, orta yol bilgelik içerir. Bu sebeple ilim; can yakacak hakikatleri taşırken sığınacak liman bulamaz bizde.

Destanlarla, masallarla, türkülerle hamuru yoğrulmuş coğrafyamızın bu ahvali şaşırtıcı değil. Destanlar, masallar ve türküler bütünüyle kültür dokumuzu oluşturuyor. Kültürümüz zenginliğimizdir aynı zamanda. Bu gerçek göz ardı edilemez. Yine bilinmelidir ki kültür ile ilmi aynı tepside yoğurmak maharet ister. İncecik bir çizgiyi takip etmek gibi ya da iki tarafı hassas bir terazide dengelemeye çalışmak gibi… Dünyanın yörüngesinden bir milim sapması nasıl ki felaketle sonuçlanacak bir durum ise; ilim ile kültür çatışması da sonu felakete varabilecek bir çatışmadır. 

Kültür dokumuzu koruyamadığımız gibi ilmi sermayemizi de son damlasına kadar tükettik. Hâlbuki toprağa tohum saçar gibi emeğimizle yeni mahsulleri gelecek nesillere taşıyabilmeliydik. Asırlık camilerimizi beton tadilatından geçirerek emanete hıyanet ettik. Bin yıllık mezar taşları beton kolonlar arasında sıkıştı kaldı. El emeği göz nuru işlemeli tarihi çeşmelerin havuzları çöp konteynırı olarak kullanıldı. Binlerce yıllık birikimi, kümbetleri, minareleri taşıyıp yerine baraj yaptık… Neden böyle oldu? Geçmişin üzerine beton dökmek isteyen kim? Bugünkü Avrupa’dan İsfahan’a İbn-i Sina’nın dizinin dibinde tıp eğitimi almak için aylarca çileli yolculuklara katlanan Michael’ın torunları mı? 

Gerçek ile kurgu arasındaki fark silikleşti. Nesilden nesle anlatılagelmiş destansı hikâyeler üzerine bilimsel bir gerçeklik inşa etmeye çalışıyoruz. Böyle olunca da kurgusallık hayatımızın her alanına sirayet ediyor. Bir film senaryosu yazar gibi uzun uzadıya kurgulanmış metinleri gerçek addediyoruz. Her birimiz beyaz perdedeki birer oyuncu gibi kendi rolüne uygun davranıyor. Bunun kurgu olduğunu bilenlerimiz fısıltıyla bu gerçekliği dile getiriyor. Bazılarımız da linç edilmeyi göze alarak yüksek sesle bütün bunların kurgu olduğunu söylüyor. Nihayetinde perde kapandığında dışarıdaki hakikatle baş başa kalacağımızı biliyor, gerçekle yüzleşmek zorunda olduğumuzu idrak edebiliyoruzdur. 

Bugün matematiği yenmiş bulunuyoruz. Evet, ciddiyim. Bunu başardık! Hepimizin ortak zaferi bu… İlimle uğraşanlar üretemedi, tebaa talep etmedi, tarihçi gerçekleri günün şartlarına uygun çarpıttı, müteahhit betonu bin yıllık taştan daha kârlı buldu, senaristin kalemini siyasi emeller oynattı, siyasetçi dünyaya dair söyleyecek bir şey bulamayınca cennetin kapılarını aralayacak vesikalar dağıtmaya başladı! Hatta sırat köprüsünden hızlı geçiş teminatı vermeye kalkıştı. Memleketimizde yalanlar örgütlü iken doğrular yalnız kaldı. Bunu bizler başardık.

Böyle devam ederse elli yıl sonra beton molozlarından başka bir şey kalmayacak geride.  Anılarımız betona gömülecek. Şen şakrak koşup eğlendiğimiz taş döşeli sokaklar yok olacak. Onlarla birlikte çocukluk aşlarımız, tellere takılan uçurtmalarımız ve dedelerimizin güneşte kuruttuğu tohumlar topraktan ve bizden kopmuş olacak. Böyle devam edemez, etmemeli! Kendimize gelmeliyiz. Matematiği saf dışı bırakmış olmak marifet değil. Asıl marifet kalemi kâğıtta oynatarak çok bilinmeyenli denklemleri çözüme kavuşturmaktır. Sorunları görmezden gelmek değil, çözmek.

Sizlerin de tellere takılan uçurtması olmuştur mutlaka. Olmamışsa üzgünüm. Biliyorum, günümüz çocuklukları eksik yaşanıyor. Sokaklarda anı biriktirenlerin devri geçiyor artık. Bu durum gelecek için kaygı verici. Çünkü bir sokağı orada anısı olanlar koruyabilir ancak. Çocukluğu ekran başında geçmiş nesil, bir şehri dış tehditlere açık hale getiren en önemli faktördür. 

Unutmayalım ki; sokağımızı, içinde yaşadığımız şehirle birlikte geleceği bilgisayar için anti-virüs programını düşünenler kadar dışarıdaki tehditlerin de farkında olanlar şekillendirecektir.

Daha güzel cümleler için;

Dünyayı Güzelleştirmek – Beşir Ayvazoğlu

Beş Şehir – Ahmet Hamdi Tanpınar 

YAZAR HAKKINDA
Selam Yağmur
Selam Yağmur
Lisans eğitimini 2016 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamladı. Edebiyat okumayı istedi ancak puanı fazla kaçırınca mahalle baskısına maruz kaldı. "Edebiyat karın doyurmaz" kabulünün kurbanı oldu. Direniyor..
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN