FİKRİYAT

Yöntemin Esasiliği Üzerine

Yöntemin Esasiliği Üzerine
Medine’ye hicret ile birlikte müesseseleşmiş olan İslam Devleti, hicretin 8. yılında öz topraklar olan Mekke’nin fethiyle beraber altın çağlarını yaşamıştır. Öyle ki İslam tebliği, merkezi konumuna konuşlanmış ve zaten artarak devam etmekte olan davet çalışmaları siyasi zaferle de desteklenerek en üst mevkilere erişmiştir. Önceleri bir grup mülteci olarak algılanan Müslümanlar şimdinin merkezi gücü halini almıştır. Bu kudret ve güç, tebliğ faaliyetlerini de olumlu anlamda etkilemiştir. Karşılık alınmaksızın yapılan çalışmalar artık aranır, istenir olmuştur. Yemen’in İslam topraklarına katılmasının ardından bölge halkının isteği üzerine Hz. Peygamber kadı olarak Muâz b. Cebel’i görevlendirmiştir. Muâz b. Cebel, Yemen’de valilik yapacak, halka İslamiyet’i anlatacak, Kur’ân-ı Kerîm’i öğretecek ve Yemen ülkesinde toplanacak zekat mallarını vazifelilerden teslim alacak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlayacaktır. Hicretin 9. yılına tekabül eden bu olay gerçekleştiği sırada Hz. Peygamber ile Muâz arasında geçen diyalog bizler için önemlidir. Yola çıkmadan önce Peygamberimiz, Muâz’a şöyle buyurmuştur:
- Sana bir dava getirilince, insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?
- Allah’ın kitabıyla hüküm veririm.
- Ya onda açıkça bulamazsan?
- Resûlullah’ın sünneti ile hüküm veririm.
- Ya onda da açıkça bulamazsan?
- İctihâd ederek, anladığımla hükmederim. 
Peygamber Efendimiz, Muâz b. Cebel’in bu cevabından dolayı çok memnun kalarak şöyle buyurmuştur: “Elhamdulillah! Allahu Teâlâ, Resûlünün elçisini, Resûlullahın rızasına uygun eyledi.”
Efendimiz ile Muâz b. Cebel arasında geçen bu diyalog, ilk metodolojinin beyanı açısından önemlidir. İslam ilimlerinin sistemleşmesi döneminde ortaya çıkan ehl-i rey yani, naklin yanında aklın da esas alınmasının gerekliliğinin temeli bu diyaloga dayanır. Muâz b. Cebel’in Kur’ân ve sünnette bulamadığı bir husus hakkında tereddüt etmeksizin ictihad yolunu tutması ve bunun da Peygamber onayı ile tasdik edilmesi; Müslümanların içtihada, ehl-i rey’e yönelmesinin yolunu açmıştır.
İslam düşünürlerinin ictihad etme üzerindeki çalışmaları zaman içerisinde kümülatif bir alan halini almıştır. İctihadın birçok çeşidi ve yöntemi oluşturulmuş, farklı kavramlar türetilmiştir. Türetilen çoğu kavram ve yöntemin ortak noktası ise tutarlı bir şekilde aklı işler hale getirmek ve karşılaşılan meselelerin çözümünde aklı da kullanmaktır.
Bahsedilen oluşum bu şekilde olmakla beraber özellikle kelam ilminin sistemleşmesi ile birlikte, İslam metodolojisi de oturtulmuştur denilebilir. Çünkü kelam ilmi, alanı gereği İslam üzerine yapılacak çalışmalara kuş bakışı bir yöntem haritası kazandırmış ve bu çalışmaların uç sınırlarını da belirlemiştir. Diğer bir ifade ile sıhhatli olan yöntemi ortaya koyarken; nelerin yapılmaması gerektiğini, hangi yolların nelere sebep olacağını da dile getirmiştir. Tabi kelam tarihinde baş gösteren her yönelim için geçerli bir durum değildir bu. Fakat 10. yy.’da özellikle felsefenin sistemleşmesi, İslam devletlerinin sınırlarının genişlemesi ve karşılaşılan farklı sorunlarla da muhatap kılınması sonucunda; o dönemlerde çoğunlukla telif edilen ana kaynakları şerh etme uğraşında olan kelam alimleri, metot ilmini geliştirme ve sorunlara çözüm bulma konusunda geri kalmışlardır. Bu durum, felsefe ve mantık ilmine yakınlığı ile bilinen Gazzâli ile bir nebze de olsa aşılmaya çalışılmış; süregelen istidlal metotlarında (delillendirme yöntemleri) değişime gidilmiştir. İlk dönemden itibaren sıkça kullanılan, “delilin yanlışlığı/fasitliği halinde sonucun da doğru olamayacağı” görüşü yani ‘’in’ikas-ı edille’’ metodu Gazzâli ile birlikte terk edilen yöntemlere örnektir.
İslam tarihinde sadece İslami ilimler içerisinde değerlendirdiğimiz metot ilmi, zaman içerisinde başlı başına bir dal özelliği gösteren her alanda kendine yer bulmuş ve gelişmiştir. Öyle ki bugün her ilme başlarken bir giriş aşaması, sonrasında ise o ilmin kendine has metodolojisi öğretilir daha doğrusu olması gereken budur. Mesela Tarih alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse, tarih metodolojisini; olayların kronolojik sırasını, olaylar arası neden sonuç ilişkisini kurma vs. yetilerini kazanmadan bu alanda çalışma yapamaz. Bu durum kendi başına bir alan özelliği gösteren her dal için farklılık gösterse de geçerlidir. Öyleyse, bir şeye itibar kazandıran şey ona ulaşılırken izlenilen yoldur da denilebilir. Sadece sonuca bakılarak veya sadece metot esas alınarak ortaya çıkarılan ürün mutlaka güdük kalacaktır.
Metodoloji kavramı geleneksel dilde, “Usûl olmadan vusûl olmaz.” sözü ile ifade edilmektedir. Yani usûl gözetilmeden çıkılan bir yolda sonuca ulaşmak mümkün değildir; sonuca ulaşılmış olsa dahi sonuç eksiktir, güdüktür. Misal olması için, Hz. Ali ile Emevîler arasında meydana gelen Sıffîn Savaşı’nda vuku bulan “Tahkîm Hadisesi” incelenebilir. Hz. Ali yanında saf tutan bir topluluk Kur’ân’da yer alan “…Allah’tan başka hükmedici yoktur.” mealli ayeti esas alarak, tahkime boyun eğen tüm Müslümanları tekfir etme girişiminde bulunmuş, çoğunluk arasından ayrılmışlardır. Siyasi-dünyevi çekişmelerin sonucu gerçekleşen bu savaşta, Kur’ân’ın sadece bir ayetini hatta o ayetin de zahirini esas alıp hüküm vermek; “Haricî” olarak isimlendirilen bu grubun ileride çok kötü sonuçlanan olaylara sebep olmalarını sağlamıştır. Bu tarzdan bir yöntem, onların metodu halini almış ve hiçbir zaman doğru sonuçlara ulaşmalarına vesile olmamıştır. 
Kısaca denilebilir ki; gerçekleştirilen fiilin ne olduğu, metodu kadar önemli değildir. Eğer fiil önemli olsaydı yukarıda aktarıldığı üzere, Kur’ân’ı esas alarak yapılan yorumun Müslümanlara hayır getirmesi gerekirdi. Eğer fiil önemli olsa idi Allah’a ibadet edilmek üzere inşa edilen mescitlerden biri olan Mescid-i Dırâr, bizzat Peygamber aracılığı ile yıkılmazdı. O halde, bir iş icra edilirken dikkat edilmesi gereken en önemli hususların başında metodoloji/usûl gelmektedir.
YAZAR HAKKINDA
Yavuz Süleyman Kuş
Yavuz Süleyman Kuş
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN