GÜNDEM

Bu Ülke

Bu Ülke
Cemil Meriç, 1916 yılında, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde doğmuştur. O, yaşadığı ortamı değiştiremediği için çareyi kendine kitaplardan yeni bir dünya oluşturmakta bulmuştur. Fransız mandasındaki Hatay’da geçen çocukluğu esnasında Fransız kültürüyle yakından tanışmış, Fransızca eğitim veren Antakya Sultânisi’nde okuyan Meriç, 12. Sınıfta iken milliyetçi tutum sergileyen bir yazısının yayınlanması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Eğitimine İstanbul’da devam ederken ise fikir hayatını etkileyecek birçok isimle tanışma fırsatını yakalamıştır.

Belli bir cemiyete intisap etmekten, uzun süre belli bir toplulukla beraber olmaktan hayatı boyunca uzak durmuş, sürekli farklı dallarda gezmiş, düşünce dünyasında ise sürekli bir gelişme ve değişme yaşanmıştır. Zihni olarak bu gelişim ve değişim, eserlerinde zaman zaman birbirine zıt fikirlere sarılmış olmasıyla somutluk kazanmıştır. Meriç, sürekli okumak ve araştırmanın bedelini bir çift gözünü kaybetmekle ödemişse de okumaktan asla vazgeçmemiş bilakis en verimli dönemini bu kaybından sonra yaşamıştır.

Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı kitabı çeşitli konularda ele alınmış denemeler ve aforizmalardan oluşmaktadır. Normalde deneme tarzı eserler, yazarın mevzu bahis konu hakkındaki düşüncelerini ve değerlendirmelerini içeren normal bir yazı türüdür. Diğer taraftan Meriç, Bu Ülke hakkında olağanüstü bir övgüyle bahsetmiş ve kitabı; “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği…” cümleleriyle nitelemiştir. Peki, nedir bu kitaba, böylesine olağanüstü anlam yüklenmesinin hikmeti?

Öncelikle belirtilmelidir ki Meriç kendine “aşkın” olarak nitelendirdiği bir ödev yüklemiştir. Ödevi; Milletine borçlu, ona hizmetkâr bir aydın olabilmektir. Onun, “Aydınların aydınlatamadığı halkı, soytarılar aldatır.” sözü, bu konudaki misyonunu yansıtmaktadır.  Bu Ülke adlı eseri de ülkemiz, halkımız ve milletimiz için yazılmış, Meriç’in en büyük ödevidir diyebiliriz. Bizlerin sağlıklı, doğru düşünebilmesi ve meselelere daha derin bakabilmemiz için yazılmış bir eserdir. Zihinlerimiz ve fikirlerimize tahakküm eden, ambargo kuran ve bizleri medeniyet yolumuzdan eden bütün sıkıntıları ortaya koymuş, tedavilerini açıklamıştır bu eserinde.

Meriç’in: “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.” sözü ve direk bu lafızlarla olmasa da bu minvaldeki çıkarımları sık sık yer alıyor kitapta. Onun, Batı ve Doğu medeniyeti üzerindeki yaptığı tespitler ise çalışmalarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Batı’nın medeniyet tanımını ve insanlığa verdiği manevi tahribatı, bizatihi batının klasik eserlerinden incelemiştir. Bu çalışmalarının meyvesi olarak ise Meriç, neredeyse bildiği tüm hakaretleri süslü dilini de kullanarak yöneltmiştir Batı’ya. Ona göre medeniyet, Doğu’da başlamıştır. Çin matbaayı bulmuştur fakat Avrupa matbaayı modernleştirmiş ve bugün pazarlamaktadır. Ne yazık ki, Doğu elindeki ilmi ve bilimi Batı’ya satmıştır. Bu yüzden bugün medeniyet ve terakki, Batı’nın omuzlarında yükselmektedir. O aynı zamanda Batı’yı, itirazsız model alınması gereken bir medeniyet olduğu kanısında iken; aynı zamanda her toplumun çağdaşlaşma yolunda kendi çarelerini üretmesi gerektiğini de söylemektedir. Meriç’e göre, gelişime sırt çevirip kendi kendine yetebilme fikri ayağında dinamit taşır.

Meriç Doğu’yu, Batı’nın tezadı olarak tanımlamıştır. Batı’ya benzemeye çalışan Doğu’nun kendini kandırmakta olduğunu ifade etmiştir. Meriç’in Doğu’dan kastı, Hint kültürüdür. O Doğu’yu Hint kültürü ile sembolleştirmiştir. Bu iki zıtlık (Doğu-Batı) arasında kalmış olan Türk milletine geldiğinde ise yer yer sert tespitlerde bulunmuştur Meriç. O medeniyetimiz hakkındaki eleştirilerinde, ne Batı’dan ne de Doğu’dan olabildiği, yer yer Batı’yı ve Doğu’yu taklit etmekle yetindiği kanısındadır. Bunun örneklerinin başında ise Cumhuriyet dönemi aydınlarını ve “yenilikçi geleneği” vermektedir. Onları, Batı emperyalizminin bayraktarlığını yapan zavallılar olarak görmektedir. Ona göre özgün bir 

Türk medeniyetin inşası için bir yandan Batı kültürünü ve değerler sistemini tanımak, diğer yandan ise Türk millî kültürünün yaşatılıp geliştirilmesi gerekmektedir.

Türk medeniyeti tasavvurundaki yazılarında ise asıl konusu İslâm oluyor Meriç’in. “Çağdaşlaşma, İslam/garp için bir düşman mıdır, yoksa okumayı emreden bir dinin gerekliliği mi ?” gibi sorular etrafında tespitlerde bulunuyor. Az sözle çok meramın anlatıldığı bu kitap okura, sürekli yanında bir sözlük veya elinin altında interneti hazır bulundurması gerekliliği hissettiriyor. Oturup, tasasız bir şekilde okuyamıyorsunuz kitabı. O kadar ki kavramları anlamak ve kitabı yorumlamak için zihin dünyanızın, bir nevi kütüphane olması gerekmekte. Meriç, bu ihtiyacı gidermek için kitabın arkasına “Kanaviçe” isimli bir bölüm eklemiştir. Bu bölümde kitabın içerisinde bazı özel isimlerin veya kavramların ne anlamlara geldiklerinin açıklaması yer almaktadır. Bu kitabın belki de en büyük kazanımlarından birisi Kanaviçe kısmıdır diyebiliriz.

Ayrıca bahsedilen kısma ‘’Kanaviçe’’ adı verilmesi ilginç bir detaydır. Kanaviçe; el işleri için kullanılan seyrek dokunmuş keten bezi ve onun üzerine yapılmış olan işlemelere verilen bir isimdir. Kavram izahlarının bulunduğu kısma dokuma, üzerine işleme ile yapılan bir el sanatının adı verilmesi, yazarın entelektüelliğinin şüphesiz en bariz kanıtıdır. Ayrıca kanaviçenin tarihteki ilk örneklerine de bizde rastlanır, bu ise millî eğilimden vazgeçmediğinin diğer bir kanıtıdır denilebilir.

Cemil Meriç’in, dergilerle ilgili görüşüyle sözlerime son veriyorum: “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür…’’

YAZAR HAKKINDA
Yavuz Süleyman Kuş
Yavuz Süleyman Kuş
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN