GÜNDEM

Çadır Kampı

Çadır Kampı
Sohbet henüz bitmişti. Sohbetin ardından gelen çay eşliğindeki karşılıklı muhabbet faslıydı. “Kampa gidiyoruz.” dedi Yusuf Hoca. Gözler faltaşı gibi açılmıştı. Kamp kelimesi taşralı bir çocuk için fazlasıyla havalıydı. Herkes merak içindeydi. Ne zaman? Nereye? Nasıl? Gibi sorular art arda geldi. Yusuf Hoca önümüzdeki haftasonu diye cevapladıktan sonra yapılacak kamp ile ilgili bilgilendirici kısa bir konuşma yaptı. Harika bir kamp olacak diyordu. Sportif faaliyetlerden futbol, voleybol, yüzme, dağ yürüyüşü gibi faaliyetler olacak dedi. Şüphesiz ki bu kamp fikri, kamp kelimesini en fazla bir iki defa duymuş olan ben ve arkadaşlarım için heyecan vericiydi. 

Ben taşralı bir çocuğum. Şimdiye kadarki yaşamımın çoğunluğunu bir şehirde geçirdim. Lakin bizde kent ve kır ayrımı çok keskin değil. Ne zaman ki yolum büyük şehirlere düştü bunu daha iyi anlamış oldum. Ülkeyi kalkındıran kırsaldan izleri bulabildiğiniz şehirlerden birinde yaşadım uzun yıllar. Yani yaklaşık 15 yıl boyunca. İşte bu yüzden ben taşralı bir çocuğum. Yaşadığım şehirde şimdilerde hali vakti yerinde olan kimselerin mütevazı sayılmayan yapılarıyla donatılmış tarlalarda top koşturdum, uçurtma uçurdum. Uygun fiyata alınan lastik ayakkabılarla zengin çocuklara örnek oldum. Bana özendiler. Daha doğrusu biz mahallenin en iyi top koşturucularına özendiler. Marifet lastik ayakkabılarda sandılar. Biz birkaç arkadaştan çok azı okudu. Şimdi sokaktan geçerken selamlaşırız eski günlerden konuşmak aklımıza bile gelmez. Çünkü şimdi konuşulacak çok daha önemli yığınla mesele var. Ekmek parası nerden çıkacak? Nasıl kazanılacak? gibi çokça mesele. 

Yusuf Hoca ara ara gidip geldiğimiz derneğin yetkili abilerinden biriydi. Orada sıcak samimi bir ortamımız vardı. Sohbetler, güreşler ve çok nadir erişme imkânı bulduğumuz bilgisayar oyunları. Bütün bunlar ben ve yaşıtım olan çocukları derneğe bağlamıştı. Her şeyden önemlisi Yusuf Hoca adamın dibiydi. Güvenilir ve temiz kalpliydi. Mesela o bir şey güzel olacak dediyse mutlaka güzel olurdu. Bir şeyler yolunda gitmese bile durumu düzeltmek için harcadığı çaba olumsuz durumu kabullenmemize yeterdi. Hem de severek kabul ederdik. Çünkü Yusuf Hoca, en olumsuz durumları bile bizler için eğlenceli hale getirmeyi bilirdi.

Takıldığımız yer sonradan öğrendiğim şekliyle bir dernekten daha fazlası, yani bir teşkilattı. Anadolu Gençlik Derneği. Bir şeyleri düzeltme iddiasında olan diğer kuruluşlardan çok farklıydı. Çevremdeki insanların bu tür derneklerden kaçışını yıllarca anlamlandıramadım. Neyi yanlış yapıyorlar acaba sorusuna cevap bulamadım. Büyüdükçe aslında bilinçli olarak kaçırıldıklarını anladım. Bu kara bir propagandaydı. Algıları yönetmeye çalışan odaklar vardı. Bir dönem benim de aralarında bulunduğum ve kendilerini devrimci olarak nitelendiren diğer bazı arkadaşlarımın da bu teşkilatı tanıdıkça seveceğinden emindim. Çünkü gerçek devrimin ne olduğunu ben burada öğrenmiştim. Gerçek devrim dünyadaki bütün insanların huzur ve refah içerisinde yaşayacağı yeni bir dünya kurmaktı. Böylece devrim, bugün yeryüzünü sömüren ve insanları açlığa, türlü türlü zulme mahkûm eden batıl sistemin yıkılmasıyla gerçekleşmiş olacaktı.

Kamp hazırlıkları çoktan başlamıştı. Bunu arada bir abilerin ikili konuşmalarından anlıyorduk. Üstelik çadır kampı olacaktı. Çadırlarda uyuyacaktık geceleri. Arkadaşlarla mahallenin tarlasına çadır kurduğumuzu hatırlıyorum. Gece orada yatmak istemiştik. Sonra büyükler gelip çadırı yerle bir etmişti. Sonra herkes evine gitmiş, oyun bitmişti. Şimdi gerçekten gece çadırda yatacak olmanın heyecanıyla kamp gününü iple çekiyorduk. Ve nihayet günü geldi.

Havada çok az bulut var. Hafif serin bir rüzgâr esiyor, kavurucu güneşin olumsuz etkisini kısmen azaltıyordu. Kamp otobüsünün hareket edeceği noktada toplandık. Telaşlı bir koşuşturma. Her kafadan bir ses çıkıyor, soru üstüne soru yağıyordu. Nihayet otobüs hareket etti. Bu benim için biraz hüzünlü bir yolculuktu. Çünkü ailem kampa katılmama razı olmamıştı. Ben ise zorlamıştım. İçimde onları üzmüş olabileceğim ihtimalinin oluşturduğu burukluk vardı. İlk başlarda bahsettiğim propagandanın etkisiyle derneğe gidip gelmeme karşı durdular. Ama zamanla bendeki olumlu yöndeki değişimi gördükçe ses etmemeye, hatta sonraları kararlarımı desteklemeye bile başladılar. Haylaz bir çocukken, katıldığım bu kamp ve diğer birçok etkinlikten sonra özellikle sosyal anlamda girişken, ağırbaşlı olgun bir genç olmaya doğru hızlıca yol aldım.

Kamp yerine ulaştık. Göl kenarında ağaçlık bir alandı. Hem kumsal, hem de kumsalı döven dalgaları vardı. Hafif tezek kokusu ve özellikle sabah namazlarında saldırmak üzere antrenman yapıyormuşçasına hareketli sineklerin vızıltısı vardı havada. Etrafa bakınınca biraz uzakta inekleri otlatan bir çoban gördüm. Gülümsedim. İçimden ‘bi ara gider muhabbet ederiz’ dedim. Bütün bunları bir arada düşününce burası kamp yapmak için fazlasıyla güzel bir yerdi. Önce otobüsten eşyalar indirilip uygun yerlere yerleştirildi. Daha sonra önceden gruplara ayrılmış kişiler kendi çadırlarını kurmaya başladılar. Ben ilk kez katıldığım bu kampta birçok şey öğrendim. Mesela bir çadır nasıl kurulur? Bunun gibi birçok ayrıntıyı öğrendim. Dünyada ve sonrasında devam edeceğine inandığımız dostluklara dönüşen arkadaşlıklar edindim. Aynı sofra etrafında oturduk, aynı tabaktan yedik. Para ile elde edilemeyecek değerler kazandım. Hep birlikte sevindik, hüzünlendik ve bir şeyleri dert edindik. İnsanoğlunun yaratılış gayesini anlamaya başladım. Neden bir araya gelmeliyiz? Neden çalışmalıyız? Gibi birçok soruya cevap buldum. 

Ben taşralı çocuk… Herkese nasip olmayan meziyetler kazandım. Nasibimde dertlenebilen, hüzünlenebilen, ağlayabilen biri olmak varmış. Bu elbette mutluluk verici bir şeydi. 

YAZAR HAKKINDA
Selam Yağmur
Selam Yağmur
Lisans eğitimini 2016 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamladı. Edebiyat okumayı istedi ancak puanı fazla kaçırınca mahalle baskısına maruz kaldı. "Edebiyat karın doyurmaz" kabulünün kurbanı oldu. Direniyor..
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN