GÜNDEM

Değişen Zaman, Değişmeyen İnsan

Değişen Zaman, Değişmeyen İnsan
Tarihin en eski kurumu ailedir. Nitekim insan da dünyaya tek başına gelmemiş ve bir aile olarak var olmuştur. Dolayısıyla kolektif  bir yapıya sahiptir. İlk eğitim ve öğretim kurumu olan, temeli karşılıksız sevgi ve saygı bağları ile atılmış ve çocuğun karakteristik özelliklerinin şekillendiği, en küçük devlet niteliği taşıyan vazgeçilmez bir unsurdur. Böylesi vazgeçilmez, üzerinde defaat ve dikkatle durulması gereken bir kurum olan aile de, kendisini oluşturan anne, baba, çocuk ve sair bireyleri ile birlikte 21. yüzyılın modern dünyasında birçok mefhumun ve değer yargısının uğradığı gibi değişimlere maruz kalmış ve planlar dahiline alınmıştır.

“Batı’nın düşünme mantığına baktığımızda, merkezdeki kavramın “kontrol” olduğunu görürüz.” diyor Dr. Mücahit Gültekin. Nitekim birçok konuda olduğu gibi aile, kadın, çocuk gibi toplum olarak hassasiyet atfettiğimiz konu ve kavramlara dair yeni bir anlam arayışı ve tanımlama gayesinin olduğunu görürüz. Ülkemiz de, aynı gayeyi politika edinmiş ve bu tanımlama çabasının en önemli girişimi olan İstanbul Sözleşmesi’ne imza atmıştır. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılmış olan sözleşme, 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Özel olarak; kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan sözleşme, bugüne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylanmıştır. “Kadına şiddet” ana teması ile 3 yılı aşkın bir sürede oluşturulan 81 maddelik sözleşme, “toplumsal cinsiyete dayalı” ayrımcılık ve şiddeti temel almış ve toplumsal cinsiyeti tanımlayan ilk uluslararası belge olma özelliğine de sahiptir. 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, ortaya çıkışı itibari ile kadın ile erkeğin gerek toplum, gerek ise hukuk önündeki eşitliğini, kadını cinsiyet ayrımcılığıyla ortaya çıkan her türlü şiddetten koruyarak güçlendirmeyi amaç edinmiştir. İstanbul Sözleşmesi ile yakından ilgili olan ve gerek maddi, gerek ise hukuki gücünü büyük ölçüde mevzu bahis sözleşmeden alan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği; adında barındırdığı cinsiyeti, sadece kadın ve erkek olarak tanımlamaz. Her türlü cinsel kimlik ve cinsel yönelimi(LGBTİ+) de kapsayan geniş bir alanı temsil eder. (İstanbul Sözleşmesi 4/3). Kadına yönelik şiddetin araçsallaştırılarak, aile mefhumuna kadın eksenli bir yaklaşım ve müdahale planını öngören, cinsiyetin fıtrat itibari ile değil, toplum dayatması ve genel kabulünden meydana geldiğini savunan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin genel çerçevede tanımını yaptıktan sonra, topluma olan tesiri üzerinde de durulması kanaatindeyim.  

Örneğin; T.C.E.’yi 50 yıldır uygulayan ülke olan İzlanda’yı ele aldığımızda; 1960’ta %25,3 olan evlilik dışı doğum oranının, 2011 yılına gelindiğinde %65’e yükseldiğini görmekteyiz. Üstelik tecavüz oranları verilen 50 ülke arasında İzlanda’nın 4. Sırada olduğunu görmek T.C.E.’nin kadını koruduğu mu, yoksa geri dönüşü hayli zor sorunlar mı doğurduğu sorusunu idraklere sunmanın zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Nitekim Türkiye’nin de ahvalinin, bu hazin sonuçlardan bir fark belirttiğini söylemek imkansız. Zira 2014 yılında 599.704 olan evlenme sayısı, 2018’e gelindiğinde 553.202’ye düştüğünü, boşanmaların da bu minvalde arttığını görmekteyiz. Şiddet, taciz ve tecavüz suçlarının ise, 10 yılda 14 kat arttığını da ilave etmemiz gerekmektedir. Oysaki, dünyanın ikinci zengin kişisi Warren Buffett, “Umut vaat eden gelecek cinsiyet eşitliğinden geçiyor.” demiş ve şöyle devam etmiştir: “Yeteneklerimizin sadece yarısını; yani erkekleri kullanarak neler yaptığımızı görüyorum ve geleceğe güveniyorum.” Diğer yarısını da kadınların teşkil ettiğini, ABD ekonomisinin daha da kalkınması için kadın iş gücüne de ihtiyacın olduğunu ve umutlarının; kadınların özgürlüğü ve korunmasından ziyade, ekonomik kalkınma olduğunu açık yüreklilikle ifade ediyordu.

Vermiş olduğumuz örneklerden de anlaşılacağı gibi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, uygulandığı ülkelerde kadınları koruyamamış; bilakis onların gerek fiziki, gerek ise duygusal yönlerinden istifade edilmesinin de önünü açmıştır. Bu hususta özellikle genç kuşak hedef alınmış; değişen çağda, gençlerin de “kontrollü” bir şekilde değişime ayak uydurmaları sağlanmıştır. Ülkemizde son yıllarda adından sıkça bahsedilen, kliplerinde pedofili ögelerinin yer aldığı, tavır ve davranışları itibari ile genç kuşağın yakinen takip ettiği Aleyna Tilki’yi bu konuda örnek gösterebiliriz. Kültür, örf ve ahlak ekseninde bakıldığında, düne kadar itibar edilmeyecek olan bu ve buna benzer sanatçıların, bugün gençler için bir rol model olması, özellikle bizleri; “genç, çocuk vs.” kavramlarını yeniden sorgulatmaya ve Buffett’ın, “umut vaat eden gelecek” ifadesiyle; çocuk sayılabilecek şarkıcı, oyuncu ve mankenlerin de ekonominin bir parçası mı olduğu sorusunu sormaya itmiştir. 2017 yılında, 13 saat podyumda yürümeye zorlanarak hayatını kaybeden 14 yaşındaki manken Vlada Dzyuba’nın da örnekliği, bu soruya ve muhtemel cevaba başka bir örnektir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği aynı zamanda LGBTİ+’ye de yaşam hakkı tanımış; kadın veya erkek olmanın tercihlerin bir sonucu olduğunu ve dolayısıyla kendisini farklı cinsiyetlerle adlandırmanın, kadın yahut erkek olmak ile aynı minvalde değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Nitekim dünyanın önde gelen bebek maması markası olan Aptamil’in, geçtiğimiz haftalarda bu hususta ebeveynlere verdiği önerilerden biri; “Çocuklarınızı cinsiyet kalıplarına sokmadan yetiştirin.” olmuş, cinsiyet kalıplarını çocukların önünde bir engel olarak değerlendirerek, her türlü cinsiyetçi renk, oyuncak ve söylemden uzak durulmasını, örneğin; bir kız çocuğunun oyuncak araba yahut silahla, bir erkeğin ise kız bebeklerle oynamasını önermiştir.  

Genel hatları ile değinmiş olduğum İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve bu uygulamaların bir uzantısı olan LGBTİ+; kadını “erkek egemen toplum” bahanesi ile aile yapısında ayrıcalıklı kılma, cinsiyetsiz toplum; hatta üreme teknolojisi, genetik, yapay zeka gibi alanlara ciddi maddi ve manevi destek vererek, bilhassa gelecek kuşağın kontrol altında tutulması gibi misyonlar edinmişlerdir. Zira değinmiş olduğum konuların aslında fıtrat ile alakalı olduğunu, her bir çözüm yolunun “fıtrata müdahaleyi” amaçladığını belirtmek gerekir. Bu hususta gelecek neslin tüm zamanlardan daha dikkatli olması; kendisini, ailesini, kültürünü, yaratılışını, yaratanı ve evreni doğru okuması ve tanıması önem arz etmektedir.  

ÖNCEKİ YAZI FITRATIMA DOKUNMA!
YAZAR HAKKINDA
Serdar Tezcan
Serdar Tezcan
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN