KÜLTÜR SANAT

Deliliğin Ayak Sesleri

Deliliğin Ayak Sesleri
Çaresizlik takınarak çıktığım loş sokaklarda, her yöne koşacak kuvvetin kayıplara karışmış bedenlere yenilgisini izliyorum.  İzlenen bedenleri aralıksız bıkmadan izleyen gölgeler, yer gösteriyor. Koskoca bir dev nasihatleri yanında, sövgüsünü kalkan yapanlara çirkin ayaklarını cüretkar bir şekilde göstererek kendi çağının insanlarını kutsuyor. Aynı masalın kahramanları olduğumuza dair bir bildiri yayınlanıyor ve teslimiyetim isteniyor. Kalbimize inkarın her dilde önemi vurgulanırken, sadece bu önemli anların anlatımı bütün dillerin konuşulabildiği vakitleri tayin ediyor ve şimdi yeni bir çocuk doğuyor; sabrı, ölüm yoklayana kadar yaşamak sabrını göstermek oluyor.  O sırada bir Peygamber ümit vari olmak gerektiğine inancımızı tazelerken, annem her sabah kahvaltı öncesi rutinleşen sokurdanmasını gerçekleştiriyor...

İlginçtir ki gözlerimle görmesem de gördüğüm rüyaları dilim ile tekrar eden bir yanım vardı. Gözlerimi açtığımda bir rüyadan arta kalanları not almış bir babanın ürkek sesi ile karşılaştım, belli ki sabah kahvaltısına zorlanacaktım. Diriliğimin bozulmaması önemliydi. Sonuçta karın tokluğuna kalkındırmam gereken bir gelecek vardı ve kanallar, düzenli yapılan kahvaltıların çalışma verimini arttırdığına dair belgeler paylaşıyorlardı. Yemekten önce ellerimi  ve yüzümü bir ibadet edasında yıkamam gerektiğini, bankaların flörtlerinden öğrenmiştim. Günlük vazifemin ilk kısmını bitirmiş, ismini dahi tercih etme fırsatı sunulmamış bir birey olarak masanın en uzak köşesindeki yerimi almıştım. Mesafelerin koruyucu yanına sığınmış, ilk fırsatta unutkanlığa sebep olacak sinema filmleri arayan bütün o ruhların o kaçamak tavırlarını alnımdan düşen terler ile belli etsem de başkasına gösterilen merhamet bana gösterilmeyecekti. Bütün lokmalarım ile tehdit edilirken,  yaşımın almışlığından dem vurulacak, kimi zamanda şaka yaptıklarını iddia ettikleri ahlaksızlık sergilenecekti. Bir uçtan bir uca önce babam: "Uyurken tekrarladığım cümlelerin manası nedir? " diye kalın bir ses ile seslendi. Çatal batmayan zeytin tanesi her şeyi anlatacaktı anlatmasına lakin kimse o zeytin ile ilgilenmedi. Ellerin titreklik  ortaya koyması da cevaptan sayılmazdı. Bir yudumda sıcaklığı midede tutmaya cesaret etmek ise ortamdakiler tarafından aptallık göstergesi olarak algılanabilirdi. Ne çok konuşan vardı oysa. Fakat bunlar masanın sahipleri için herhangi bir şey ifade etmezdi çünkü onlar sahiptirler; lokmaların, evlatların ve geleceklerin...

Kem küm ederek başladığım sözlere bunlar kitabımdan bir kaç cümle baba demek zorunda kaldım. Sessizlik bir anda yüce olduğuna inandıkları kahkahalar ile son bulurken, alaycı tavırlar kahkahaları daha da şiddetlendiriyor masada bulunan her ağızın sıvısını yüzüme gönderiyordu. O an aklımda cehaletin mutluğu peşinden sürüklediğine dair düşünceler geçiyor, dilimin ucuna yapılan her baskıda bunu bir kez daha zihnimde dolaştırıyordum. Artık tek tük sesler de kesilince anne dilinin kemiği kırıldı: "Her şeyi çözdük ama bir kez olsun tamam demeyen seni çözemedik, her derdi çeken sen gibi davranıyorsun. Etrafına bak herkes sen gibi..."  

Bunca yıl varlık sancısının karşısına; susmak ile her şeyin geçeceğine olan inanç arasında anlamlandıramadığımız kuvvetli bir bağ vardır ya, işte hep o sınırda kalan hayatı sunmuştum. Bu sefer böyle olmayacaktı. Acının bütün teninde dolaşan ruhumun ölümünü sofranın ortasına bırakacaktım. Bütün kaybetmişliğimi takınacak ve bir daha kaybetmeyecektim. Doğum ve ölüm arasında sıkışmak yaşamak ile adlandırılırken ben kaygıların idamından bahsedecektim. 

İşte şimdi ayağa kalktım kapıya doğru yöneldim, son kez her gözü gözlerim ile gezdim ve sırtımın dönüklüğü ile bir kaç dev devirdim. Kapıyı açtım bir kaç adımda sokağa çıktım. 

Yeryüzünde deliliğim ile bilinç yakaladım ve bütün sokaklarda koşarken avazım çıktığı kadar bağırdım: "Korkmayın Allah bizi bize bırakmayacak kadar merhametli..."

YAZAR HAKKINDA
Esad Erbil Yiğit
Esad Erbil Yiğit
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN