ROPÖRTAJ

Felsefe Önyargı Götürmez, Önyargılarını Yıkanlar Bilenlerdir.

Felsefe Önyargı Götürmez, Önyargılarını Yıkanlar Bilenlerdir.
-Öncelikle sizi tanıyalım istiyoruz.

Ömer Osmanoğlu, Üsküdar Üniversitesin de yardımcı doçentim. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimini bitirdim. Sonra Marmara Üniversitesi İslam Felsefesi yüksek lisansına başladım. 2011’de aynı üniversitede doktoramı verdim. Siyaset felsefesi, ilk çağ orta çağ felsefesi, sinema ve dil felsefesi ilgi alanım. 2011 yılından beri Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyorum. Evliyim, iki çocuğum var. 

-Türkiye’de felsefe eğitim düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz? Üniversitelerde eğitim veriliyor ama insanlar hâlâ felsefe dendiğinde başka şeyler anlıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Felsefeye dair negatif bir bakış açısı var. Bunun tarihi, dini, sosyal, psikolojik sebepleri var. Felsefe daha ziyade kafayı karıştıran, insanın aklını bulandıran, dinle çeliştiği iddia edilen bir alan. Felsefeyle çok ilgilenildiği zaman dini bir takım hassasiyetlerin, itikadın zayıflayacağına dair önyargılar var. Diğer yandan felsefeye karşı bir ilgi de hep var. Bu negatif bakış açısı bizim eğitimimize de sirayet ediyor. Felsefenin öneminin yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum.  Belki de bunda felsefecilerin de suçu var sadece eğitim sistemini, toplumu suçlamamak gerekiyor. Biz felsefeciler felsefeyi olması gerektiği gibi anlatamadık. Bir de felsefenin genellikle biz son yüzyıldaki resmine bakıyoruz. Felsefe tarihine baktığımız zaman 2500-2600 yıllık tarihi vardır. Biz daha ziyade 19. ya da 20. yüzyıldaki resmine bakıyoruz. Bu fotoğrafta neyi görüyoruz? Felsefeyle dinin çeliştiğini, çatıştığını ve daha ziyade ateist, materyalist, pozitivist akımları, filozofları görüyoruz. Fotoğrafa biraz yanlış bakıyoruz, eksik ve kırık bakıyoruz. Aslında daha geriye baktığımızda felsefenin önemli bir meşguliyet olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Önceleri tüm bilimlerin ana kaynağı olarak görülüyordu felsefe. Ondan sonra ciddi manada dinle entegre oldu. Dini meseleler felsefi meseleler haline geldi. İslam dünyasında ise kelamla, akaitle, tasavvufla iç içe girmeye başladı. Daha sonra gerek bizde gerekse batıda birtakım sosyal, siyasal, ekonomik gelişmelerin de etkisiyle bazı zıtlıklar ortaya çıktı. Geçmişe bakıldığında felsefenin aslında bilimleri yorumlama anlamında önemli bir işlev gördüğünü görüyoruz. 19 yüzyılda bilimler yavaş yavaş felsefeden ayrılmaya başladıkça ve daha ziyade pozitivist, determinist bir bilim anlayışı ya da ilerlemeci, darwinist bir bilim anlayışı yerleştikçe felsefenin, dinin ve bilimin alanları giderek böyle keskin sınırlarla ayrışmaya başlıyor ve bunlar çoğu kez birbirine karşıt alanlarmış gibi kurgulanmaya başlıyor. Bizde felsefeye dair negatif bir bakış açısının olmasının arkasında böyle kısaca özetleyeceğimiz bir geçmiş var. 

-Hocam konuyu biraz daha genişletelim mi yani felsefe tarihi öğretildiği ama felsefe öğretilmediği eleştirisi ne kadar doğrudur ne kadar geçerlidir?

Çok isabetli bir soru. Biz tarih okuduğumuzda bilim öğrendiğimizi falan zannediyoruz. Kant’ın bir sözü var. “Öğrenilecek felsefe yoktur, felsefe yapmanın kendisi öğrenilir.” Felsefe anlatmak Platon’u, Sokrates’i, Aristoteles’i, Thomas Aquinas’ı, Farabi’yi, İbni Sina’yı, Hegel’i, Kant’ı anlatmak değildir. Aslında bizim öğrenmemiz, öğretmemiz gereken felsefe yapmanın kendisidir. Bu mesela bizim akademik ürünlerimize de yansıyor. Bizim makalelerimiz daha ziyade tasviri makaleler, betimleyici makaleler. Ne yapmamız gerekiyor? Oradaki tartışmaların arka planını, oradaki metodu analiz edip onu günümüze taşımamız gerekiyor. Şimdi ilk çağ ve orta çağdaki gibi mi yaşıyoruz? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz, bu dünyada var olmamızın amacı ne, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Neyi ümit etmeliyiz? Neye, nasıl inanmalıyız? Bu sorular insanların en temel soruları ve her zaman soruluyordu bu sorular. Bu soruları soranların neden sorduğunu, ne tür cevaplar verdiğini ve hangi yöntemlerle cevap verdiğini analiz edersek cevaplar buluruz. Modern insana cevaplar vermemiz gerekiyor. Kimiz, nereden geldik, nereye  gidiyoruz, nasıl yaşamalıyız? Sorulmaya değer soruları biz burada sorabilirsek insanlarla, öğrencilerle, vatandaşla beraber işte halkla beraber bu soruları sorabilirsek felsefenin asıl etkisi o zaman ortaya çıkacak. Mesele eskilerin sorularını günümüze taşıyıp günümüz insanına uygun gelecek makul cevapları vermemizdir. Hiç değilse böyle bir işlevi görmek durumunda.

- Felsefe neden gereklidir? Dünyayı açıklamak gibi bir derdi varsa din bunu açıklamaz mı?

İnsan diğer canlılardan akıl, idrak sahibi, sahibi olması hasebiyle ayrılıyor. Yani canlılar dünyasında kendinin şuurunda olan, bir amaç ile yaşayan ve öleceğini bile bile yaşayabilen ve kendi hayatına, doğaya, Allah’a dair, tarihe ve topluma dair sorular sorabilen tek varlık biziz. Şimdi bilim, din, sanat ve felsefe bunlar bize açılan pencereler. Bu pencerelerin hepsinden birden bakabiliriz hayata. Bilime baktığımızda bilim deneyseldir, gözlem yapar, tecrübidir, denetler ve varlığı parçalara ayırarak inceler ve oradan birtakım veriler elde eder. Felsefe bunları yorumlar fakat burada üç farklı düzeyi vardır. Bunlardan bir tanesi bilimin yaptığı gözlem düzeyi, ikincisi olgusal düzey yani doğayı, toplumu, insanı incelediğimizde benzer bilgileri, benzer sonuçları tasnif etmek ve elde edilen verileri olgusal düzeyde ortaya koymak. Bir de hakikat düzeyi var. Hakikat düzeyi dediğimizde günümüz bilimi maalesef bu düzeyle çok ilgilenmiyor. Hakikatten de din ve felsefe bahsediyor. Hakikat arayışı, hakikatin peşinde olma, hakikati merkeze koyma daha ziyade dinin ve felsefenin yaptığı iş. İbni Rüştün, İbni Sina’nın, Farabi’nin de temel meselesi buydu. Batı dünyasında Augustinus’un, Thomas Aquinas’ın, Abelard’ın temel meselesi buydu. 

Din varken vahiy varken felsefeye ne gerek var sorusu onların da temel sorusu. Onların cevaplarına baktığımızda aslında bizi tatmin eden cevaplar olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Sonuçta bir tabiatın içinde yaşıyoruz. Yağmur herkes için yağar sadece Hristiyan’a yağmaz. Fiziki kurallar, tabiat kuralları herkes için geçerlidir. Gazali, Tehâfütü’l Felâsife’nin mukaddimelerinden bir tanesinde şöyle diyor: “Filozofların tabiatla ilgili görüşlerine karşı çıkmak ahmaklıktır.” Sırf bilim insanları ya da filozoflar tabiatla ilgili birtakım doğruları söylediler diye bunlara din adına karşı çıkmak dine verilecek en büyük zararlardan bir tanesidir. Kuranı Kerim’e baktığımızda zaten sürekli bizden tabiata bakmamızı, tabiattan ibret almamızı, tabiattaki birtakım olaylar aracılığıyla düşünmemiz isteniyor. Dolayısıyla burada felsefeyi dini zıt kutuplara koymak yerine bunların birbirinden yararlanması, birbirlerine bir imkân olarak değerlendirilmesi daha sağlıklı bence. 

-Bize bir türlü İslam felsefesi anlatılmıyor hocam. Ben 22-23 yaşlarındaydım İslam felsefesini, Farabi’yi, İbni Rüşt’ü, İbni Sina’yı keşfettiğim. Böyle bir kopukluk var yani. 

Bu ciddi bir kopukluk. Zaten konuşmaya buradan başladık biz. Bir kere önyargılarımızı bir şekilde aşmamız gerekiyor. Burada aileler de çok etkili yani ben mesela kendi hayatımdan örnek vereyim. Felsefeyi yazdım kıyamet kopardı babam o yüzden mecburen kamu yönetimi yazmak zorunda kaldım. Ben kamu yönetimi mezunuyum, Gazi Üniversitesinden. Yıllar sonra kendi ayaklarımın üzerinde durunca felsefe yüksek lisansına döndüm ve İslam felsefesinde yüksek lisans yaptım çünkü ben batı felsefesini çok iyi biliyordum ama İslam felsefesini bilmediğimi fark ettim. 

Aristoteles’in Metafizik diye bir kitabı var. Kitap şu cümleyle başlıyor: “ İnsan doğal olarak bilmek ister.” Bilme isteği insanın fıtratında vardır. Çocuklarımıza gençlerimize soru sormayı değil çenelerini kapamaları gerektiğini söylüyoruz. Aslında baktığınız zaman en büyük filozoflar çocuklardır. Sorular sorarlar neden bu böyle, niçin burada, nereye gidiyoruz. Daha önemli işlerimiz olduğu için onlara dönüp doğru düzgün cevaplar vermiyoruz ve onlar bir süre sonra körelmeye başlıyorlar. Gençlik elden gidiyor gibi birtakım yakınmalarımız var ve aslında bunun müsebbibi bizleriz. Biz kendi değerlerimizi kendi varlık anlayışımızı kendi derin ve zengin bilgeliğimizi çocuklarımıza aktaramıyoruz. Çok daha fazla üretim yapmak gerekiyor daha fazla yazmak, yayınlamak gerekiyor.

-Son olarak gençlere ne tavsiye edersiniz felsefeyle alakalı? Ne yapsınlar eğitim düzeylerini nasıl geliştirsinler?

Schrödinger’in çok güzel bir sözü var: “Bilim deney yapar, gözlem yapar, ölçer biçer ama eğer bilim şu üç soruya cevap vermiyorsa beyhudedir.” diyor. “Kimiz? Nerden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?” Gençlerin bir şekilde bu üç soruyu sormalarını sağlamamız gerekiyor. Bunu yapmak için okumaları gerekiyor, tartışmaları, araştırma yapmaları gerekiyor ve bol bol yazmaları gerekiyor. Öncelikle gençlere ben roman okumalarını, tarih okumalarını, edebiyat okumalarını, dil bilgilerini geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Yani iyi bir gramer eğitimi, dil eğitimi ve iyi bir mantık eğitimi almanın bir yolunu bulsunlar. İkincisi kelime dünyalarını kavram dünyalarını zenginleştirmeleri gerekiyor. Üçüncüsü düşünce ve duygu ilişkisini bir şekilde denetleyebilmeleri gerekiyor. Dördüncüsü kendilerini doğru ifade etmenin bir yolunu bulmaları gerekiyor. Beşincisi her şeyin bir anda öğrenilemeyeceğini bilmeleri gerekiyor.  

Bütün soruların cevabı olmadığını, dünyevi birtakım hususları mutlaklaştırmamaları gerektiğini idrak etmeleri gerekiyor. Eğer inançlı insanlarsak doğru yol mutlaklaştırma, yargılama, kesin hüküm verip yargılama değil. Ben hep sınıflarda gençlere bunu söylüyorum birbirinizi kaybetmeyin birbirinizi küçük meselelerden dolayı incitmeyin birbirinizle tartışmayın siyasi olarak farklı düşünüyor olabilirsiniz birbirinizin hatalı yollarda olduğuna inanabilirsiniz ama oturun konuşun tartışın. Bir şekilde doğruyu bulmak ve kendilerinden büyüklerin tecrübelerinden istifade etmeleri gerekiyor. Gençler kendilerinden büyüklerden artık bir şeyler öğrenmiyor, öğrenmek istemiyor. Her şeyi kendilerinin bildiğini falan düşünmeye başladılar sanki. Bence kendilerinden büyüklerden, olgun insanlardan istifade etmeleri gerektiğini ben tavsiye ederim gençlere. Son olarak da haddini, hududunu bilmeleri gerekiyor bence tabii hepimiz için geçerli bu. Adabı muaşeret edep, erkân bunlar çok önemli şeyler. Sınırın nedir, haddin nedir, nasıl davranmalıyım? Büyüklerime karşı, küçüklerime karşı nasıl davranmalıyım bu ailenin vereceği terbiye ile alakalı tabii ki yani anne baba ile alakalı ama belli bir yaşa gelmiş gençlerin de bence burada o edep, erkân adabı muaşeret temel erdemler gelenek örf konusunda biraz daha duyarlı ve bilinçli olmaları gerekiyor. Ben bunları tavsiye edebilirim daha çok şey var ama kısaca böyle yani.

YAZAR HAKKINDA
Muhammed Ali Yaman
Muhammed Ali Yaman
13.08.1993 Bolu doğumlu Maltepe Anadolu İmam hatip 2011 mezunu Ankara üni. İlahiyat Fak. Ve Fatihsultan Mehmet vakıf Üniversitesi İslami İlimler Öğrencisi Mezun adayı
YORUMLAR
Cihan Alkan
23-05-2017 - 12:50
Çok faydalı bir röportaj olmuş. Allah razı olsun.
YORUM YAPIN