FİKRİYAT

Kaliforniya Sendromu

Kaliforniya Sendromu
Dünya, her geçen gün hızla değişmekte.  İnsanlar zenginleştikçe daha önce adını bile duymadığımız psikolojik rahatsızlıklara veya çeşitli sendromlara yakalanmaya başladı. Son dönemlerde Stockholm, İstanbul, California gibi şehir veya eyalet isimleri verilen çeşitli sendromları duyar olduk. Kaliforniya sendromu bunların içinden en ilginç olanı çünkü yıllık 2.5 milyar dolarlık ihracata sahip bir eyaletin böyle bir psikolojik problemle anılıyor olması dünyanın farklı bir yere gittiğini gözler önüne seriyor.

Kaliforniya, ekonomik, sosyal ve teknolojik açıdan bakıldığında Amerika’nın en önemli eyaletidir. Google, Twitter, Apple gibi teknoloji devlerinin zirvesi olarak bilinen Silikon Vadisi de burada bulunmaktadır. Tüketimin ve eğlencenin merkezi haline gelen Kaliforniya, tüm bu özellikleri ile birlikte artık ismi psikolojik bunalımıyla anılır oldu.

Amerikalı psikiyatri uzmanları, hızla artan bu rahatsızlığı, tüketim ve eğlence kültürünün uç sınırlarda yaşandığı yer olan Kaliforniya'dan çıktığı için ‘’Kaliforniya Sendromu’’ olarak adlandırıyor.

Modern yaşamımızın, sosyal fayda için kullanabileceğimiz teknolojik gelişmeleri dışında daha çok olumsuz tarafları ile ilgilenmekle meşgulüz. Dünyada kapitalist bir düzenin içinde oradan oraya savrulan insanoğlu; zevke, paraya, eğlenceye düşkünlüğü ile aslında kendi mutsuzluğunu yaratıyor. Kaliforniya Sendromunun bahsettiği temel nokta bu olmakla birlikte, bunun getirdiği bencillik ve yalnızlık gibi sosyal problemleri de hayat tarzımızın bir parçası olarak tanımlıyor.

Hayatı bedensel zevklerden, tüketimden ibaret gören kişi için insanı insan yapan toplumsal değerler önemsiz hale gelir. Bu sendromda, kişiler çoğunlukla sadece kendisini düşünen, etrafında olup bitenle uğraşmayan, umursamaz insanlardır. Kaliforniya Sendromuna yakalanan kişilerde fiziksel hazlar ve zevkler kişinin egosu ile birlikte en başta gelir. Ayrıca bu sendrom en fazla iş sektöründe görülür. Bunun sebebi, böyle yapıdaki kişilerin iletişim becerilerinin düşük olmasından kaynaklı iş yaşamlarındaki başarısızlıkları ve mutsuzluklarıdır.

Ortak noktası mutsuzluk, yalnızlık olarak belirtilen Kaliforniya Sendromu, aslında yaşamımızın her alanında görülebilecek bir rahatsızlık. İş hayatımızın yanında sosyal hayatımız, okul hayatımız veya ev hayatımızda bile görülebilir bir durum. Her şey değişip gelişirken bizler de yerimizde kalamayıp her şeyin daha fazlasını istiyor, herkesten daha fazla şey bekliyoruz. Nefsimizin isteklerine karşı koyamayıp egomuzu tatmin yolunu seçiyoruz. Paranın hakim olduğu bir hegemonyanın altında, tutkuların peşinden giderek toplumsal ve insani değerlerimizi her alandan soyutluyoruz. ‘Dünya yansa umrumda olmaz’ diyerek ölmeyecek gibi yaşıyoruz.

Sınırsız tüketim ve eğlence toplumlarının yeni çıkmazları; zevk düşkünlüğü, benmerkezcilik, yalnızlık ve mutsuzluk.  Gelişmiş ülkelerin toplumlarını en çok etkileyen psikolojik rahatsızlıkların başında bu duygusal bozukluklar geliyor.  İşin ilginç tarafı ise Türkiye gibi gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkeler listesine baktığınızda bu durum tam tersi. 

Uzmanlara göre Kaliforniya sendromu, kendini evrenin merkezi haline getiren ve kendinden başka kimseyi önemsemeyen bir nesil yaratıyor. İnsanlar kendilerinden başka kimseyi önemsememeye başladıkça toplumsal değerlerinde bir anlamı kalmıyor ve bir süre sonra birey, değer erozyonuna uğruyor.   Kendine hayran olma, ego fetişizmi de denilebilecek derecede kendini beğenmişlik eğilimler taşıyor. 

Kaliforniya sendromunda temel içgüdü, bana zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür, şeklinde iyi-doğru değerlerinde değişme yaşanır.  Somut zevk ve eğlenceleri yaşamın amacı olarak görür. Bütün değer yargılarını, ahlakı, toplumsal gerekliliği hep ikinci sıraya atmaya başlar. Doğal olarak, kendini toplumdan soyutlar ve yalnızlaşır.

Daha 28 yaşında, tatmadığı zevk, ulaşamadığı doruk noktası ve parayla sahip olamayacağı hiçbir şey kalmadığını düşünen, Henry Ford’un oğlu Edsel Ford intihar etmişti. Somut hazları temel esas alan ve soyut kavramları hiçe sayan Edsel, Kaliforniya Sendromunun bariz örneğiydi. 

Hayatın ve mutluluğun felsefesini kökünden değiştiren Kaliforniya Sendromu; “Para, aşırı tüketim, bencillik ve zevk düşkünlüğü ile saadet olur mu?” sorusunu bizlere sorgulatıyor. Sosyal ilişkilerin yok olmaya başladığı, kişinin öz saygısı ve toplumsal değerlerinin egoizme yenik düştüğü bu çağda amaç, geçici hevesler yaşamak değil kalıcı mutluluklar yaratmak olmalıdır.

Artık insanlık olarak bir durup ‘biz ne yapıyoruz?’ sorusuna cevap bulmak zorundayız. Zira liberal kapitalist kurum ve kuruluşların zirve yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Değerlerimizi hiçe sayıyor, iç benliğimize dönmemiz gerekirken daha fazla haz peşinde koşuyoruz. Her alanda üretim yapmamız gerekirken tüketime daha fazla eğiliyoruz. Gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmak için var gücümüzle çalışmamız gerekirken günümüzü gün etme derdindeyiz. Oysa müslüman bir şahsiyetin temel gayesi, yaşadığı bölgeyi güzelleştirmek olmalıdır. Her alanda güzelleştirmek… ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ hadisini şiar edinen felsefe, Kaliforniya Sendromuna yakalanamaz, yakalanmamalıdır. 

YAZAR HAKKINDA
Yunus Tutkun
Yunus Tutkun
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN