GÜNDEM

Lozan Antlaşması İle Ceviz Kabuğunun Ne Alakası Var?

Lozan Antlaşması İle Ceviz Kabuğunun Ne Alakası Var?
Eğitim sistemi tartışması, yaptırımsız masaların en kadim tütün-çay mezelerinden biri olagelmiştir. Öyle ki, bir masada konuşmak istediğiniz vakit eğitim sistemine dair bir cümle kurarsanız, çok koyu bir muhabbet başlatmış olursunuz. Ancak biz, bu yazıda yaptırımsızlığımızı bilerek ve de günümüzde moda haline gelen öznesi hiç, nesnesi bol eleştiri tarzından kaçınarak, tecrübe ettiğimiz sorunları dile getirerek, siz değerli okurlarımıza somut bir adım attırabilmek amacında olacağız. Yazımıza böyle bir paragrafla başladık çünkü soyut eleştiriler ile kimsenin ‘Peki ama ne yapmalı?’ sorusuna cevap bulamadığı zamanlardan geçiyoruz, bu zamanların da geçmesi temennisiyle…
 
Lise hayatı, insanın karakterinin oluştuğu ya da oluşmaya başladığı devreye denk düşmesi bakımında son derece öneme sahiptir. Lisede edinilen bir alışkanlığın sonradan terki ne kadar zorsa, o dönemde edinilmeyen bir alışkanlığın da sonradan edinilmesi derece meşakkatlidir. Bu sebeple, lisede öğrenciye verilecek olan eğitimde sorgulama ve derinleşme olgularının da üzerinde hem anlatı olarak hem de uygulamalı olarak durulması gerektiğini düşünüyorum. Zira lisede öğrendiklerimin ne kadar yüzeysel olduklarını lise sonrasında yaptığım okumalar neticesinde fark edebildim. Örneğin, derste geçen bir kavramın altının doldurulması ve arka planının anlatılması, o kavramın öğrencinin zihninde sağlamca yer edinmesi açısından çok önemlidir. Böylece öğrenci kavrayabilir bazı şeyleri ve bu ancak derinleşmek ile olur. Bu derinleşme durumunun ise somutluktan kurtularak soyut kavramların açıklanması ile olabileceği kanaatindeyim. Misâlen, lisenin ilk yılından son yılına kadar, yani en az dört sene, edebiyat dersi görür öğrenciler. Ancak bir defa bile ‘Şiir nedir?’ sorusu üzerine adam akıllı durulmaz sınıfta. Çünkü bu ve benzeri soruların cevapları soyut kavramlar irdelenerek ulaşılabilinecek şeylerdendir. Peki, maddeci düşünce ile eğitilmiş öğretmenlerimiz, bu soyut kavramları nasıl izah edebilecekler ki?
 
Sadece edebiyat dersinde değil, fizik, din kültürü, müzik, tarih, gibi diğer birçok derste de aynı durumdayız. Çok önceleri yine bu sayfalardan ‘tasnif’ sorununu ele alırken tarihin tasnifinden de bahsetmiştik. Tarih derslerimizde de tarih tasnif edilerek, bölünerek anlatıldığı için bugün birçok lise mezunu Çanakkale Savaşı’nın hangi savaş dahilinde olduğunu, İstiklal Savaşımız ile Birinci Dünya Savaşı’nın farkını ya da hangisinin daha önce gerçekleştiğini bilmemektedir. Bunun sebebi, tarihin süreklilik arz eden bir olgu oluşu göz ardı edilerek, tarihsel olaylar birbirinden bağımsız, kopuk hadiseler olarak ele alınıyor. Bu aslında çocukça bir bakış açısını da gösteriyor. Zira çocuklar, ‘şey’leri anlayabilmek için zihinlerinde şeyleri bir şekle indirgerler, basit hale getirirler. Tarih derslerimizde hiç unutmam, hocamız, derste işlediğimiz konudan sonra sürekli şu soruları yazdırır ve cevaplandırmamızı beklerdi: “Varna Savaşı kaç yılında, kimler arasında yapılmıştır?” “İkinci Mehmet kimdir, neler yapmıştır?” gibi çok çetrefilli cevapları olan sorulara, düz ve basit cevaplar verdirirdi. Tüm bu basitçi, indirgemeci, tek düze olan bakış açısı, derinliksizlikten kaynaklanmaktadır. 
 
Düşüncenin de tıpkı yeryüzü gibi katmanlardan oluştuğunu varsayarsak, eğitim sürecimizde maalesef birinci katmanın ötesine geçemiyoruz, geçirilmiyoruz. ‘Cevizi kırmadan, kabuğu ceviz zannedenin’ zannı gibi oluyor yüzeysel düşüncelerimiz, zannın da ötesine geçmiyor. Böylece şiir ahenkten, İslam’ın şartları ezberletilmiş maddelerden, tarih Lozan Antlaşması’ndan ibaret kalıyor. Bu tekdüzelikte, bu bayağılıkta, sakız paketlerinden çıkan uydurmacalar kimi zaman Yunus Emre hazretlerine atfediliyor, kimi zaman da şarkı oluveriyor. 
 
Derinlik bahsi ile ilgili, beni hayrete düşürüp hayranlık uyandıran bir olay da, bir arkadaşının Necmettin Erbakan için, yıllık defterine yazdığı şu cümlelerdi: “Kendisine cıvata nedir diye sorarsanız, izaha demir filizlerinin naklinden başlar. O kadar uzun anlatır ki nihayet namaz vakti gelir, gider namazını kılar, gelir ve anlatmaya devam eder.” İşte düşüncede derinlik, işte iddianın altının doldurulması…
 
Yüzeysellik ve tasnif, öğrencilerin belki pek farkına varamadığı ama düşünce dünyalarında ciddi izler bırakan iki mesele, eğitim dünyamızda. Bu iki kötülükten kaçınmanın yolu ise, derslerde işlenen konuların arka planlarını okumak, dinlemektir. Anlamını bilmediğimiz kelimelerin üzerine gitmek, kelime-hadise arasındaki ilişkiyi iyi anlamak da bu hususta bizlere yardımcı olacaktır. Necmettin Erbakan örneğinde de gördüğümüz gibi, düşüncesini derin kılan, yüzeyde kalmayan öğrenciler ancak başarıya ulaşabilenler oluyor. 
 
YAZAR HAKKINDA
Enes Malik Yılmaz
Enes Malik Yılmaz
İstanbul'da doğdu. Doğduğu şehrin karmaşası içinde büyüdü. İlk ve orta öğrenimini hala tamamlamadığını düşünüyor. Liseyi İstanbul, Eyüp'te bitirdi. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrencisi. Arkadaşı vasıtası ile tanıştığı ve Necmettin Erbakan'ın cenazesinde idrak etmeye başladığı Mili Görüş'te mücadele etmeye çalışıyor.
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN