KÜLTÜR SANAT

Yeniden Yazmak Mı?

Yeniden Yazmak Mı?
En son ne yazdığımı hatırlamıyorum. Kasvetli bir sokağı mı anlatmıştım yoksa sıradan hayatımın klişe cümleleri ile okutma umudu küreklediğim satırları mı?

Kış geldi. Aylardan aralık. Uzun soluklu soğuk bir kış hayal edin. Camlarınızın sıcak havadan buğu yaptığı, yağmur ve kar sesinin canınızı tıp tıp dövdüğünü ve fincan fincan kahvenizin ciğerinizi soldurduğunu hayal edin. Ha bir de doğalgaz faturasını düşünün. Ya da düşünmeyin, o size kendisini hatırlatır.

Tommy Butler'ın Prison Song diye bir parçası var. Caz müzik. Fena değil. Ama sözlerini pek anlamadığım için sadece ritim olarak tavsiye ediyorum. Sonra Gora’daki gibi ihtiyarın anasına söven bir müzik dinletmek istemem size. Neyse şu benim meşhur fincan. Üç yıldır sadece üç defa yıkadım. Geçen John gelip evi toplamış. Israrcı oluyorum evime girip böyle şeyler yapmasını istemiyorum. Ama kendini bana borçlu hissediyor. Nedensiz ve karşılıksız böyle bir şey yapmam onu birazdan fazla şaşırtıyor. Batıda böyle şeyler görmek mümkün değil tabi. Ama yine de özel alanım ve huzur ortağım evime böyle girilmesi taraftarı değilim. Sorumsuz bir insan olduğumu düşünüyor olabilir, belki de haklıdır. Ama dağınık bir kişiliğim var, neyse.

Fincanım... Dert ortağım... Gece saat üç... Yarın iş var. Montumu giyip dışarı çıksam aşırı soğuk. Bu arada kendime indirimli mont aldım.  Hiç takip etmem indirim falan.  Bu nasıl oldu da denk geldi bilemiyorum. Aldım, güzel, içi yün, biraz şekilsiz ama sıcak tutuyor…

Bir türlü giremedim, işten fincanım ve ben pencerenin önünde yine sohbet ediyoruz.  Karşıdaki sokak lambasını hala yapmadılar. Aylardır yanmıyor. Aslında loş daha güzel duruyor. Alıştım böyle.  Hem evime ışıklar dolmuyor. Böylesi iyi oldu. Kafamdaki soruları cevaplamak için müthiş bir ortam. Kar yağdırılırsa hemen sokağa çıkıp bakir kar yığınlarında gezeceğim.  Bu arada telefonum çalıyor. İlk üçte hep aynı isim. Müfit Şef, Ertuğrul ve John...

Cuma...

İşte bana bir gün söyleyin ve o gün birçok açıdan bayram olsun.

Birazdan çıkacağım evden.  Ama salonda öylece oturdum.  Kırış kırış takım elbisem... Yamuk bir oturuş ile yayını büktüğüm koltuk, acaba mahalle esnafı neyli gofret koydu düşüncesi, otobüs durağındaki kısır duygu düşünce senfonisi, Ertuğrul'un market zamlarını sürekli eleştiri konusu yapıp dakikalarca anlatması. Aklıma Erbakan Hoca geliyor.  Kalkıp perdesiz penceremden bağırmak geliyor...

Öyle nereden geldiğini bilmediğim tabak yığınlarından süzülen karıncalar, az daha ölümüme sebep olacak olan adını bilmediğim kahve markalarından tut, uykusuz geçen profesyonel salon uykuculuğuna kadar her türlü eziyetin bedenime oturduğu şu dönemler bana sosyopat olduğumu düşündürüyor. Önemsiz ve yersiz saplantı.

Kalktım koltuktan. Kapıya yöneldim. Yavaşça açtım.  John duymamalı... Ağır adımlarla indim apartmandan. Bizim ihtiyarlardan biri daha vefat etti bu arada. Kadir Dede... Kızları gelip annesi yalnız kalmasın diye yanına aldı. Almanya’daymış. Yazık, bana portakal soyan nenem; memleket takıntısı yüzünden Almanya'ya değil Bursa'ya gittiğini sanıyormuş. İndim aşağı...

Buz...

Kar...

Soğuk...

İndirimli mont...

Üç kıştır yapılmayan bozuk yollar...

Saksıların saklandığı ve bakir araba depolarının kilit vurulduğu bir sokakta yürüyoruz.  Şizofrenim ya.  Tek yürüyecek halim yok. Karla kaplı daha güzelsin be şehir. Seni ne kapitalizm bu kadar kirletiyor ne de ikiyüzlü insanların alçalışı. Seni ancak bu güzel beyaz örtünün kalkışı kirletiyor işte. Paradoks. Ama yaşlıları ve dantelli işlemeleri olan teyzeleri daha iyi anlıyorum, bir şeyleri neden beyaz örtüler ile örttüklerini. Sanırım bu yüzden kendimi dışlanmış hissediyorum. Galiba anlatamadığım ya da anlatmaya gayret etmediğim her yanımı örtmeyi tercih ettim. Geldim bu arada. Beklenen ve özlenen otobüs durağı...

Ama demeden geçemeyeceğim; Hayat cidden çabuk geçiyor ve boş. Gerçek bir hayat bizi beklerken ben geceyi belki bir daha kucaklama fırsatı bulamayacakken, sen dostum bu satırları okurken diplomanın, arabanın, evin kölesi olan insanlardan bir farkın olsun istiyorsan işte fırsat.  Düşün ve deki ben neden yaratıldım? De ki bu dünyaya neden geldim? Bir daha mı geleceğiz dünyaya mantığı ile bakıyorsan, kalabalıklar içinde basit bir kalabalıksın. Eğer sen de benim gibi ölümün bir başlangıca kapı olduğunu düşünüyorsan bu otobüs durağında gördüğüm o afişi gece uykusuz kalma pahasına asanlara teşekkür et. Ve sıcak yatağını ve kafa konforunu ve rahat hayatını çileye satamayanlara gül geç, bunlar Allah için koşturduğunu iddia etse bile... Sen sensin ve bir tanesin. Ve sen hesabı göreceksin. Bir dahaki yazıya nasip, görüşmek üzere...

Otobüse bindi. Öylece kapandı sıkışık otobüsün kapısı. Küflü demirleri olan otobüs durağının camına yapıştırılmış Siyer-i Nebi sınavı afişi... Kalabalık bakıp geçerken, yapışmış diğer afişlerin yanında tüm asaleti ile duruyordu.

YAZAR HAKKINDA
Ahmetcan Yılmaz
Ahmetcan Yılmaz
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN