FİKRİYAT
Duvardibi Söyleşileri: Mücadele Ruhumuz İrfan
Hâlbuki asr-ı saadet ikliminde olmak, bizim için asla bir ütopya değildir. İlim; insanın Rabbini ve kendini bilmesi, istikametini çizmesi bakımından akıl ve mantık âleminde ne kadar elzemse; insanın Rabbini ve kendini tanıması, kalbin hazza ulaşması, hakikatin aralanması ve mücadele ruhumuzun diri kalması için kalp ve mana âleminde irfan da aynı derecede elzemdir. Nitekim Rabbimiz insanı zâhirî ve batînî yönleriyle bir bütün olarak yaratmış ve ilim-irfan birlikteliğine vurgu yapmıştır. İnsanlara madde ve manada rehberlik yapan Efendimize(sav), kitabı(ilmi) ve hikmeti(İrfan yolculuğu)(Nisa/113) öğretmek suretiyle nesnelerin mahiyetini, eşyanın hakikatini tanımasını ve tanıtmasını vahyetmiştir. İşte bugün salt ilim dünyasında irfan kırıntılarını bu kadar sahiplenmemiz fıtratımız gereğidir. İlim ve İrfan, madde ve mana gibi birbirini tamamlayan iki cevherdir. İlim bize bilmeyi öğretirken, irfan ise bize bildiğimizi tanımayı öğretir. Tek başına bilgi yükü, nesneleri zihinde istiflemekten öteye taşımaz. O bakımdan ilim gayretimiz, hikmet yoluyla irfan mertebesine ulaşmalıdır. Böylelikle anlık yaşadığımız haz ve mutluluk daimi bir hakikat sürecine dönüşür.
Bugün modern dünyada “bilme”ye ağırlık verilerek “tanıma”nın dışlanmasıyla dünyevileşme sorunu giderek büyümektedir. Dünyevileşme her ne kadar insanlık tarihi kadar kadim olsa da irfan dünyamızın sarsılması ve ilme köleliğin irfanı köreltmesi, bu yarayı her geçen gün derinleştirmektedir. Hayatı, sadece bilgi merkezli rasyonel akıl ile çözümleme hastalığının, İslâm coğrafyasında popüler hale gelmesiyle ehl-i ilim Müslümanların irfan anlayışlarının zedelenmesi, maalesef dünyevileşmenin önünü daha da açmıştır. Aynı zamanda toplumda irfan hareketi olarak bilinen yapıların; menfaat şubeleri haline gelmesi, bu hakikat yolculuğunu şova çevirerek şekle mahpus kılmaları, sahih İslâm’ın göz ardı edilerek heva ve heveslerine göre bir yöntem belirlemeleri de Müslümanların irfan yolculuğunda ayağına çelme takmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar, inanç-ibadet ve ahlak denkleminin yıpranmasının yanı sıra; takva, vera ve zühd gibi hakikat kavramlarının alaşağı edilmesine zemin oluşturmaktadır. İnanç ve ibadet hayatımızın ahlâki yaşantımızla çelişkiler içermesi, ilim ve irfan birlikteliğinin sarsılmasının bir neticesidir. Algılarımızı aklımızın kullanımına hapsederek kalbimize söz hakkı vermediğimiz müddetçe ahengin kaybolması hızlanacaktır.
O zaman inanan insanlar olarak bilgi çağının akıl dayatmasına bir dur diyerek, görünenin arkasını görmek için, bizden önceki nesiller gaflete karşı hangi tecrübelerle çözüm üretmişlerse o çözümün bir parçası olmaya talip olmalıyız. İnanç, ibadet ve ahlak denklemini; takva, vera ve zühd yoluyla taçlandırarak, mücadele ruhumuzu her daim diri tutmalı, maneviyatçı bir yapıda nefis terbiyesini esas almalıyız. Aklımızı koruyan, kalbimizi besleyen irfan dünyamızı yaşayarak hem mücahid hem de zahid bir şahsiyete bürünmeliyiz. İnancımızı şer-i hükümler dairesinde takva boyutunu göz ardı etmeden yaşamalı, dünyevileşmeye karşı kendi bünyemizde ibadet ve ahlâk ahengini kurmalıyız. İşte o zaman akıl ile kalp, madde ile mana Allah’a kulluğun hazzını sofralarımıza sunacaktır.
ÖNCEKİ YAZI
MARS’A YOLCULUK
SONRAKİ YAZI
TÜKETİLEN TEKNOLOJİ TÜKENEN İNSAN
YORUMLAR
YORUM YAPIN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ